Bu yüzden de fikrimce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı bütün ihtilallerin kadroları birer 'derin çete' kadrosundan ibarettir.
Buna, 12 Eylül gibi, tamamen emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen darbe de dahildir.
Ayrıca bu darbelerdeki 'derin çete' oluşumları da, tamamen bağımsız ve yerli örgütlenmeler değil, başka ülkelerin 'derin devlet' yapılanmalarının bizdeki uzantılarından ibarettirler.
Bu temel ilkelerin ışığında, özellikle konunun çok sık karıştırılan sapı ve samanını ayıklamak bakımından bir örnekleme yapalım:
Sultan II. Abdülhamit'in jurnal teşkilatı, 'derin devlet' nitelemesiyle anılmayı hak edebilir ama 'Teşkilat-ı Mahsusa' etmez.
Zira ikincisi yer yer ve zaman zaman devletin değil bir partinin gizli örgütü gibi çalışmıştır.
Abdülhamit ise bu yapılanma ile kendi iktidarının devamını sağlamaya çalıştığı kadar devletin de bekası adına hareket etmiştir.
Gerçi bu teşkilat da ister istemez birtakım haksızlıklara yol açmış, bazı mağduriyetler üretmiş bulunabilir.
Bu, onun iç siyasi hesaplaşmalara alet olduğuna hükmetmeye yetmez.
Abdülhamit'in saltanatını sürdürme ve devletin bekasını gözetme çabası, birbiriyle örtüşen irade olarak onun jurnal teşkilatını, 'derin devlet' niteliğine yaklaştırmaktadır.
Ancak bu da, kurumlaşmadığı ve yapı olarak kendi devamlılığını sağlayamadığı için yukarıdaki benzetmemizde olduğu gibi 'devletin bağışıklık sistemi' niteliğinde bir örgütlenme sayılmaz.
Baştan beri serdettiğim bu görüşlerin benimsenmesi durumunda Türkiye'nin durumunu teşhis için varılacak bir hüküm kalmaktadır:
Türkiye'de 'derin devlet' olmadığı için ya tamamen yerli 'derin çete'ler veya yabancı 'derin devlet'lerin uzantısı niteliğinde 'derin çete'ler vardır.
'Derin devlet'in yerini 'derin çete'ler doldurmaya kalkıştığı için de benim gözümde Türkiye Cumhuriyeti bugün artık devlet değildir.
(Ömer Lütfi Mete/Gazeteci-yazar, Timaş Yayınları arasında çıkan Derin Devlet kitabının yazarı)
'Derin Devlet' tartışmalarından pek hoşlanırız.
Bir kuyunun başındaymış gibi yukarıdan bakınca acaba dibi görünür mü diye de merak ederiz...
Konforlu tartışmalardır bunlar.
Arzın merkezine seyahat edilmeyeceği bellidir.
Havanda su dövülür.
En iyi ihtimalle teğet geçilir; gidilir.
Bir sonraki afaki tartışmaya kadar 'usluca' beklenir...
Son 'derin devlet' muhabbeti Muammer Aksoy ile Abdi İpekçi suikastlarının yıldönümlerine denk geldi...
İpekçi Suikastı, Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren Derin Mekanizma'nın en sarsıcı operasyonuydu.
Bu suikastın zincirleme olarak vardığı yer çoktan belli olmuş durumdadır.
Bir kez daha sıralayalım:
Ağca, Özbey, Şener, Çaylan, Çelik, Çatlı, Terpil, Henze silsilesi NATO/ABD'ye çıkar.
Darbeyi imal eden içerideki 'Görünmeyen Devlet Yapılanması' ise resimde NATO/ABD ile tandem oynayan hakim gücü temsil eder...
Bu açık gerçeğe rağmen 43 yıldır İpekçi Suikastı'nın perde arkası taammüden aralanmadı.
Cinayetin üstü sıkı sıkıya örtüldü.
Üzerine gidilmiş olsaydı, gizli egemenlerin bütün kirli çamaşırları ortaya çıkacaktı.
Hal böyle iken, konforlu derin devlet tartışmaları yapmak her defasında hadiseyi soyutlamak anlamına geliyor.
Aynen "Trafik Canavarı" söylemindeki gibi...
'Derin Devlet' hakkında bugüne kadar en açıklayıcı lafları ettiği ileri sürülen Demirel'e gelirsek; zat-ı devletleri işbu soyutlama sürecinin de babasıdır!
Demirel, bu çizgisinin sadece bir kez dışına çıktığında dahi (Yavuz Donat'a iki yıl önce "Derin devlet askerdir" demişti) derin devletin ne olduğu konusunda gözbağcılık yapmıştı.
Nasıl mı?
"Onlar ayrı bir devlet değil.
Devlete el koydukları zaman derin devlet olurlar!" cümlesini sarf ederek...
Derin devlet sadece askerlerden müteşekkil bir yapı değil; askerlerin de içinde bulunduğu bir mekanizma: Sadece darbe olduğunda öne çıkan/hakim olan bir yapıdan söz etmek yanıltıcıdır...
Demirel, "Devlette arada sırada rutinin dışına çıkılır" diyerek malum derin mekanizmayı meşrulaştırmaya çabalar tarzda konuşmuş bir portredir.
2007 Aralık ayının sonunda Genç Bakış'ta "Devlet bir tanedir, derini düzü yoktur" diyerek de yanılsama yaptırma misyonunu sürdüren kişidir...
2005'te Sabah'ta yayınlanan röportajlarda Demirel, "Derin devlet zaaf sever" derken; 12 Eylül'de onu deviren Evren Paşa da, "Devlet zaaf içindeydi, biz geldik" vurgusunu yapmıştı.
Sözü edilen zaafların derin devlet mekanizması tarafından üretildiğini, kurgulandığını bugün artık çok iyi bildiğimize göre şu gerçeği görmek zorundayız.
12 Eylül filminde dışarısıyla tandem oynayan iç mekanizmanın 1977 yazında yolunu açtığı Evren'e "kurtarıcı" rolü; bir dönemin "Morison Süleyman"ı Demirel'e de "zanlı/mağdur" rolü verilmişti!
Gerçeği dile getiren "11 Eylül günü akan kan, 13 Eylül günü nasıl oldu da durdu?" sorusunu sorabilmesi Demirel'in konumunu değiştirmez.
Yani?
Bazen senaryonun dışında gibi görünen repliklere de izin verilir!
12 Eylül öncesindeki sarsıcı terör eylemlerini organize eden "devletin aradığı?" Çatlı'yı yurtdışına sırtını sıvazlayarak gönderen Evren'in askeri yönetimiydi...
'Susurluk Kazası'ndan sadece yarım saat sonra dönemin Kocaeli İl Jandarma Komutanı Veli Küçük, Balıkesir Emniyet Müdürü'nü telefonla arayarak "Mehmet Özbay (Çatlı) bizim arkadaşımızdır. İsmi geçmezse iyi olur" diyecekti.
Bir elmanın iki yarısı olan Danıştay ve Dink Suikastları tartışılırken adı geçen Veli Küçük'ten söz ediyoruz...
Final: En iyisi siz bütün bunları boşverin de, derin devletin dibi görünüyor mu, yoksa boru mu diye aşağıya doğru bakmaya devam edin!
(Zaman/Tamer Korkmaz/2 Şubat 2007)
Ülke içte güvenlik, dışta güvenlik konularında ne hale düşmüş; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çıkmış hedef saptırmaya çalışıyor, hem de üstüne basa basa, tekrarlaya tekrarlaya!
"Derin Devlet!"
"Cumhurbaşkanlığı seçimi!"
"Adalette kadrolaşma!"
"Arabalı vapuru kaçıran kim; eski bir uzman çavuş!"
Bunlar ve "benzeri cümleler" Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde yaptığı konuşmaların içine koyduğu "bazı açık ya da şifreli" mesajlar!
Tabanına diyor ki; "İstediğimiz kişiyi cumhurbaşkanı seçtirmemek, ülkeyi karıştırmak, bizi yıkmak istiyorlar; bunu da derin devlet yapıyor, şifreleri çözerek söylediklerim içindeki mesajları iyi anlayın! Biz tek başımıza derin devleti çökertemeyiz, yürütme ile beraber yasamanın da, yargının da el ele olması gerek, ne yazık ki yargıda karşımızdaki cephenin kadrolaşması var, elimiz kolumuz bağlanıyor!"
Anayasamızdaki "kuvvetler ayrılığı" ilkesinden "zerrece" haberi olmayan bir kişi mi var karşımızda, yoksa "Yürütme ve yasama bizde, geriye kalan yargıyı da teslim almamız gerek ki, ülke yönetiminde tam bir hakimiyet kuralım; hedefimiz budur arkadaşlar, ileri" demek isteyen "ihtiraslı" bir politikacı mı?!
Sadece, "Papaz Santoro cinayetinden sonra" adeta "ödüllendirerek" Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nden "Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na atadıkları" polis şefinin "Trabzon’daki, McDonald’s’ın bombalanması olayında soruşturmadan ve yargılanmadan kurtarıp emniyet muhbiri yaptığı" kişinin 11 ay içinde yaptığı birçok "ihbara rağmen" Hrant Dink’in korunması için "bir arpa boyu bile adım atmayan" bir yönetim, bir Emniyet Genel Müdürlüğü, bir İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bir İçişleri Bakanlığı var ortada!
Herhalde İçişleri Bakanlığı koltuğunda, İçişleri Müsteşarlığı koltuğunda, Emniyet Genel Müdürlüğü koltuğunda, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği koltuklarında "Derin Devlet" oturuyor; öyle mi sayın Başbakan?!
Devletin en önemli bürokrat koltuklarına, göreve geldiğinizden beri "mutlaka bizden olacaklar" inadı ve ısrarı ile, aralarında "o koltuklara oturmaları için gerekli yasal şartlara haiz olmayanların" da bulunduğu nerede ise 1000’e yakın "düşüncedaşınızı, partidaşınızı, görüşdaşınızı" oturtmak istemeniz ve Cumhurbaşkanı "Hayır" deyince, onları "vekaleten oturtmanız" sonucu devletin ne hale geldiği ortada değil mi?!
İşte Başbakanlık Müsteşarı’nın durumu ortada!
Söyler misiniz; Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarınız, kaç defa mahkûm oldu, ama hâlâ o koltukta oturuyor!
Devlet yönetimini dejenere eden "vekâlet" usulünü bulan ve uygulayan "Derin Devlet" mi?
İlk öğretim okulları dahil, okullarımızın ne halde olduğunu, her gün gazetelerin haberlerinde bol bol okuyoruz, tüylerimiz ürperiyor!
Milli Eğitim Müdürlüğü’nün internet sitesinde "porno site bağlantıları" çıkıyor, veliler ayağa kalkıyor; sizler, tısss!
Bu okulların, bu müdürlüklerin başlarına "yönetici" diye ne kadar "imam hatip" çıkışlı "din ve ahlak dersi" hocası varsa atayan yoksa "Derin Devlet" miydi?
AB’nin "gözüne girebilmek için" her istediklerine "Emredersiniz" diyerek Meclis’ten çıkardığınız "yeni" Türk Ceza Kanunu'nun, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk toplum hayatına, Türk insanına "nelere mal olduğunu" her gün yaşayarak görüyoruz!
30 sabıkası, 50 sabıkası, 100 sabıkası, 200 sabıkası olan ve "yeniden suç işleyen" suç makineleri, çıkardığınız kanunlar sayesinde, "adliyenin bir kapısından elleri kelepçeli giriyor", bazılarına "kelepçe bile takmak yasaklanıyor", öteki kapısından "elini kolunu sallaya sallaya çıkıyor"; iftihar edin!
Ülkede güvenliğin "g’si" kalmadı; bunu da mı "Derin Devlet" yaptı?!
Bir de diyor ve şikayet ediyorsunuz ki; "Bana ‘omurgasız’ diyene bile ceza vermiyorlar!"
Devlette "omurga mı bıraktınız" ki, ülkenin başbakanına "omurgasız" demek suç sayılsın?!
Bunu da mı "Derin Devlet" yaptı?!
Aynaya bakınız, "kimin yaptığını" göreceksiniz!
Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği "Sosyal Güvenlik Kurumu Yasası"na rağmen, çalışmaların devam ettiği bu kurumun internet sitesindeki "resmi ankette", yabancı diller arasına "Kürtçe’nin de konuluşu", söyler misiniz sayın Başbakan ne anlama geliyor?!
"Kürtçe’yi yabancı dil" sayan bir devlet kuruluşuna sahip Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak nasıl "Kürtler azınlık değil, asıldır" diyebileceksiniz?!
"Bunları yapan" bürokratları da mı "Derin Devlet" atadı?!
Bilmelisiniz ki; "devlet tektir" ve "derin devlet" yoktur!
"Devletin derinliği" vardır ve siz, ne yazık ki "o derinliği anlayamayacak ve hedef saptıracak" bir haldesiniz!
"Sığ politikalarla" gelinen yer işte "ancak" burasıdır ve bilesiniz ki; "sığ sularda boğulmak" çok daha acı verici olur!
(Gözlem/Öcal Uluç/5 Şubat 2007)
Cüneyt Şaşmaz