Her şeyin siyasileştiği ortamda, yeni moda üzerinden dil daha da laçkalaştı (Kemal Sunal, Recep İvedik, Türk Malı, Avrupa Yakası,Yalan Dünya'nın bozuk dil modası, der'mişimleri vs).
İngilizce, Fransızca, Arapça konuşan ama düzgün Türkçe konuşamayan yeni nesil okumuş sorunsalı.
Dil'i sakat olan bir zihin önce kekemeleşir, sonra kendi ben'liğini tasfiye eder.
BOP'ta ulus devlet operasyonu!
Misal:
F ile r arasında "ı"sı olmayan Fransızca'dan esinlenilmiş "Kravat"/gıravat sorunsalı?!
Vatandaş, "Kravat"ı ı'sız Türkçe'ye kazandıran aydın'a karşılık, gıravat'ı hem g ile söylemiş hem de araya ı'yı yapıştırmış.
Yani?!
Abartmamak elzem.
İmparatorluk bakiyesi bir millet'iz, dil'de zenginlik, söylem farklılığı kaçınılmaz.
Amerikan İngilizcesi gibi renkli, nüanslı.
12 Eylül öncesinde her şey'de olduğu gibi "dil"de de sol/sağ diye ikiye bölünmüştü ülke.
Alman'ın hikaye ayrı, Fransız'ınki ayrı, İngiliz'cininki ayrı, Mısır'dan mezun olanın ayrı vs.
Gülen'gil familya deseniz evlere şenlik.
Ülkücüler "İhtilal" derken solcular "Devrim" derdi, biri Doğu Alman diğeri İngiliz yönlendirmesinde.
İyi mekteplerde okumuş ya da makam, mevki sahibi olanların "Dil yanlış'ı"nı düzeltmek yetmez, ahlak'sal yanlış'ı, sömürge aydın dil'ini de aşmak elzem.
"Arap özentisi" siyasal dil İslam'a karşı, laik elitist Frankofon dil, sorunsalı!
Al birini vur ötekine.
Kravat'a gravat deyince AB'ye almazlar mı, çağdaş değiliz diye kınarlar mı?!
BOP'ta, Irak'ta çağdaş CEO'ların kullandıkları dil'in kalitesini gördük.
Gülen, Osmanlıca dil üzerinden konuşuyor, snop'luk yapıp çok bilgili havasında şakird'lere rüzgar yapıyor.
Ne kadar anlaşılmaz olursan, o kadar bilgili zannederler, "Kral çıplak" demeye kalkana "cahil" derler.
O yüzden Gülen camia gibi yerlerde eleştiri olmaz, biat olur, biat da sadece Allah'a olacağına göre bu da şirk'e girer.
Erdoğan, Arapça ses tonlaması üzerinden Türkçe konuşuyor.
Niyet sağlamsa sorun yok, sakat'sa sakat.
Su'ya, arap'ça, fars'ça, çin'ce, Türk'çe, Rus'ça üzerinden su deyince anlam değişiyor mu?!
Duruş önemli.
Bakış önemli.
Niyet önemli.
Kaldı ki, Latin alfabesi Osmanlıca kelimelerin Türkçe ses karşılıklarını yeterince karşılamıyor.
Farsça, Arapça Türkçe değil, başka bir dil.
O dil'i, Latin alfabesi üzerinden ses'lendirmeye kalkınca harf'ler yetersiz kalıyor.
Arapça'da, Japonca'da, Çince'de çokça ses var, bir harf'i karşılayan.
Latin alfabesi iş görüyor ama Arapça, Farsça için yetersiz.
Türkçe'de ise Arapça/Latince asenkronizasyonundan kaynaklı kısırdöngü.
Önemli olan derdini anlatmak ise Yunus Emre, Karacaoğlan'ın dili çok net anlaşılır bir dil.
Amaç yaltaklanmak ise hikaye ortada:
Cumhuriyet sonrası önce Fransız, sonra İngiliz dil akımı etkisi altına giren aydın'lar için o dili İngiliz/Alman gibi konuşmak, çağdaş olmanın birinci şartı haline geldi, getirildi.
İngiliz, Fransız markaları aksanları ile söyleyenler, Çin'ce, Rus'ça markaları ses'lendiremez iseler cahil/köylü mü olacaklar?!
Sakat.
"Mütevazı", Türkçe bir kelime değil, o yüzden "mütevazi" ile karıştırılması normal!
Hasılı:
Arapça, Farsça, aynen Türkçe, İngilizce, Almanca, Rusça, japonca, Fransızca gibi farklı bir dil.
Nüans'a, Fransız kalmamak elzem.
Başka?!
Mükemmellik Allah’a mahsustur.
Nefsli her fani bilir ki, tüm yollar mezarlıklara çıkar!
Kibir, gurur Şeytan’sı şeyler!
Hata yapmak, yeni bir şeyler öğrenmek kadar güzel bir şey olabilir mi?!
Ezcümle:
Şeytan’ın yoluna sapanı Allah da şaşırtır!
Demem o deme değil, demem şu deme:
Bir adamı yanlış yolda ise ne kadar yetenekli olursa olsun, Allah maskesini düşürmek istiyorsa "sinek pisliği" kadar delil yeter!
Yeter ki bakmasını bil, kalp gözü ile görmesini bil!
Sözün özü:
Bu kapsamda, eski Bakan rahmetli dostum Hasan Celal Güzel’in 18 Aralık 2005, Pazar günkü Radikal’de yayınlanan "Dil efendim dil" başlıklı yazısından çarpıcı birkaç satır:
"Türkçe, dünyanın en güzel ve zengin dilidir.
Sakın, kargaya yavrusu, kuzgun görünür demeyiniz.
Bir defa Türkçe, fonetik bakımdan en âhenkli dildir.
Ne Fransızca, ne de Farsça bu bakımdan Türkçe ile boy ölçüşebilir.
Orta Asya Türkçesi'ni bir sanatkâr zerafetiyle işleyen Osmanlı, İstanbul Türkçesi diyalektini dünyanın en güzel sesli dili hâline getirmiştir.
İngilizler, 20 ciltlik ansiklopedik Oxford Sözlüğü’ndeki 500 bin kelimeyi göstererek, İngilizce’nin dünyanın en zengin dili olduğunu iddia ederler.
Bu sözlüğün içerisinde bütün tarihî kelimeler, bilim ve tekniğe ait terimler, mahallî ağızlar, hattâ diğer ülkelerdeki şehirlerin, bu arada Türkiye'deki bazı illerin adları bile vardır.
Prof. Şükrü Halûk Akalın ve ekibinin tamamlamak üzere olduğu çok geniş bir çalışmada, Türkçe’nin 1300 yıllık yazı dili geçmişindeki bütün sözler, mahallî kelimeler, bilim ve teknikte kullanılan terimler ve Türk Dünyası’ndaki bütün Türkçe sözler bulunuyor.
Çalışma bittiği zaman en az 700 bin kelimelik bir sözlüğe ulaşılmış olacak.
Bu çalışma ansiklopedik bilgileri ihtiva edecek şekilde hazırlanırsa, 1 milyon söz varlığına ulaşılacağı anlaşılıyor."
Bu bağlamda, zaman tünelinden çarpıcı birkaç enstantane daha...
Bazen bir kelime, terazide büyük bir ağırlık teşkil eder.
Şöyle ki:
William J. Caughlin, "The Great Mokusatsu Mîstake" adlı eserinde şu çarpıcı olaya yer verir:
1945 yılında, atom bombasının kullanılmasından bir süre önce yapılan görüşmelerde, Japonca’daki "Mokusatsu" kelimesinin, yorum yapmamak yerine, "bilmemek" anlamına gelen çevirisi, savaşı sona erdirmek üzere devam eden görüşmelerin yarıda kesilip, haberleşmenin kopmasına neden olur.
Kitapta; Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanmasından tutunuz da, Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya karşı savaşa girmesine kadar bir dizi olayın meydana gelmesinde, bu hatalı tercümenin neden olduğu anlatılıyor.
Eğer, tercüme hatası yapılmamış olsaydı!
Eğer, mesaj gönderenin düşündüğü biçimde algılanmış, anlaşılmış olsaydı!
Belki de, yukarıda sıraladığım acı olayların hiçbiri gerçekleşmeyecekti!
Belki de, bu olaylar gerçekleşecekti ama bir atom bombasına gerek kalmayacaktı!
Kim bilir?!
İşte, William J. Caughlin’in kitabında, bir kelimenin yanlış tercümesinin öyküsü var.
Nitekim…
Semra Özal da, eşi rahmetli olmadan önce İngiltere’de yapılan bir toplantıda Kanuni’den söz ederken, "Law-maker/kanun yapıcı" yerine, "Love maker/aşk yapıcı" diyerek, Leydi Diana’nın da içinde bulunduğu davetli grubunun gülüşmelerine neden olmuştu.
İşin ilginç yanı da, Hürrem’e duyduğu derin aşktan dolayı hareminden soğuyan bir padişahın, hatalı telaffuz ile bir tür aşk makinesine dönüştürülmüş olmasıydı!
Bu traji-komik hadise bir yana, dünya tarihi, yukarıya aldığım benzer olaylar ve hatalı tercümelerin sebep olduğu, ciddi haberleşme buhranlarına şahit olmuştur.
Dilde anlam kayması, hatalı kullanım tüm dillerde yaygın bir hastalık!
Kaldı ki, kürede, Amerikan İngilizcesi ile kelimeleri yaya yaya konuşmak bir hayli moda!
Hele, filmlerin tanıtım konuşmalarını yapan, dolu dolu konuşan spiker ve radyo DJ’lerinin o kulakları hırpalayan kadife sesleri (!), özentiyi de beraberinde getiriyor.
Kültür, yazılı ve yazısız değerlerin dünden bugüne, destan, şiir, öykü yoluyla gelmesini sağlıyor ama günümüzde teknolojiye hakimlik önem kazanmış durumda.
Ne var ki, dilin de bu "transformasyon"dan etkilenmemesi mümkün değil!
Yeri gelmişken "Dilde moda" kapsamında, kısa bir ufuk turu:
"Yabancı dil", Türkiye’de ilişkilere göre öğreniliyor, öğretiliyor.
1900’lü yıllarda dilde moda Fransızca’ydı!
Cümlelerin arasına Fransızca kelimeler sıkıştırmak, entel olmanın bir ölçütüydü.
Günümüzde de sık sık kullandığımız ve halk arasında da kabul görmüş "Pardon", "mersi" gibi sözcükler, o günlerin izlerini taşımaktadır.
1938’den sonra gündeme "Almanca" geldi.
1945’te ise İngilizce sözlüklerin sayfaları çevrilmeye başlandı.
Ardından, "İşadamları Moskova’ya" sesleri yükselmeye başlayınca, "Da"lı, "Nijet"li Rusça dersleri başladı.
Araplar, Sarıyer ile Çınarcık’ı mesken tutunca, Arap harfleri ve Arapça günün modası oluverdi.
Akdeniz’in sıcak ikliminden diller sırada beklerken, bir anda Çavuşesku’nun Romanya’sında yönetim devrilince, Türkiye’de Romence’nin sürpriz bir çıkışı yaşandı.
Laleli’deki işportacılar ile Yenikapı kıyılarındaki çapkınların paralayacağı "lugatlar" hazırlanıp basılmaya başlanıldı.
Dildeki moda, yeniden bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’nin dilleriyle devam ediyor.
O kadar iç içeyiz ki, artık İngilizce’yi yabancı dilden bile saymıyoruz.
Lisan-ı münasiple dünyadan örneklerle dil vakasını irdelemeye devam edelim.
İşte bu anlamda "Megatrends 2000" başlıklı kitaptan bu anlamda birkaç satır...
Japonya’da tişörtlerin üzerinde, "I feel Coca Cola" benzeri yazılar görülüyor.
İngilizce ve Japonca’nın karışımı, "Japlish" ilginç billboardların ve alışveriş çantalarının ortaya çıkmasına yol açıyor.
Amerikalı reklamcı Tim Mayfield, "Önemli olan sözcüklerin bir anlam taşıması değil, kulağa hoş gelmesi" diyor.
Yani, İngilizce’nin diğer dillerle flörtlerinden gayrı-meşru bir lisan ortaya çıkıyor; Japlish gibi İngilizce ve Fransızca’nın karışımı olan "Franglais"!
İspanyolca ile olan beraberliğinden "Spanglish"!
Rusça ile olan birlikteliğinden "Sovangliski" ve Hintçe’yle devam eden ilişkilerinden dolayı "Hinglish" gibi "melez" diller ortaya çıkmış.
John Naisbitt ve Patricia Aburdene ortak kaleme aldıkları "Megatrends 2000" adlı olay kitaplarında, şu saptamaları dikkat çekiyor:
"Dünya dili olarak İngilizce’yi çekici kılan etkenlerden birisi de kötü biçimde konuşulmasının kolay oluşudur."
Ki...
Hindistan’da bugün 200 dil konuşuluyor.
Rajiv Gandi de annesinin öldürülmesinden sonra yaptığı konuşmada İngilizce’yi tercih etti.
Fransız dili dışındaki dillere pek itibar edilmeyen Fransa’da dahi, İngilizce öğrenilmeye başlanıldı.
Ecole des Hautes Commerciales, iki yıllık ileri düzeyde iş idaresi derslerini İngilizce ile sunma kararı aldı.
Böylelikle, Fransa’da da bir tabu yıkılmış oldu.
Eski Sovyetler’de yaşayan çocuklar da, yabancı dil olarak büyük oranda İngilizce öğreniyor.
Norveç, İsveç, Danimarka'da da öyle...
Avrupa'da da Britanya dışında İngilizce’nin yoğun konuşulduğu ülke Hollanda.
AB’ye girdiğinden beri Portekiz’de, Fransızca derslerinin yerini İngilizce dersleri almaya başladı!
Uluslararası haberleşme kanallarının iletişim dili de İngilizce!
Dünya çapındaki 100 milyon bilgisayarda toplanmış olan tüm bilgilerin yüzde 80’inden fazlası İngilizce kaydedilmiş.
En büyük yayın kuruluşlarının beşi CBS, NBC, ABC, BBC ve CBC İngilizce yayınlar aracılığıyla 300 milyon dinleyiciye ulaşıyorlar.
Şimdilik kaydıyla dilde moda İngilizce!
Öte yandan...
Dilde de zaman içinde aşınmalar, anlam kaymaları, başka dillerden kalıcı misafirler, eklemeler de yaşanabiliyor.
"Yavuz" kelimesi önceden, "hasis, korkak, ürkek" olarak bilinirken, bugün özellikle Yavuz Sultan Selim’in Padişah olmasından sonra, "cesur, gözüpek" anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
İşte değişime uğrayan ve en çok eleştiri alan kelimelerden bir demet:
Stüdyo, "sütüdyo"...
Sürpriz, "süp-riz"...
Turizm, "turizim"...
Yanlış, "yalnış"...
Yalnız, "yanlız"...
Birader, "bilader"...
Hendese, "geometri"...
Siyaset, "politika"...
İktisat, "ekonomi"...
Mecra, "medya"...
Çekemezlik, "çekememezlik"...
Nerdüban, "merdiven"...
Midenüvaz, "maydanoz"...
İnkisar, "intizar"...
Lanet, "nalet"...
Istırap, "ızdırap"...
Sübvansiyone, "sübvanse"...
Menemen "Melemen"...
Cansiparane, "cansiperane".
Ya dergi adları...
Hayatken "Show", "star", "Flash", "Game", "Film Guide" olmuş.
Ya Tv kanallarının ve radyoların adlarına ne demeli?!
İnterstar...
Magic Box...
Show Tv...
Tele 10...
Flash Tv...
star...
İngilizce okunuşuyla HBB...
Kiss FM...
Radio Blue...
Power FM...
Number 1 Tv...
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu anlamına gelen TRT de öyle...
Devlet Tiyatroları, Devlet Opera Balesi, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası da...
Fransızca’dan aktardığınız "PTT" de öyle.
Tele, Antik Yunanca "uzak" anlamına geliyor.
Batı dillerinde, tele-komünikasyonla ilgili bir tanım, bu kökten türemiştir.
Telefon, televizyon, teleobjektif vb gibi...
Ankara Engürü’den, İstanbul Stin Poli’den, Manisa Magnesia’dan, İzmir Smyrni’den türemiştir.
Alfabemiz Latin, takvimimiz Miladi, en popüler oyunumuz foot-ball’dur.
Türk dilini kullanan yazarların "Yazarlar Sendikası"na ya da "Pen Kulüp"e üye olurlar.
Auto-mobile kullanır, vites küçültür, direction çeviririz.
Partilerimizin hiçbiri Türkçe ad taşımaz.
Adalet Kalkınma Partisi bile, önünde sonunda "party"dir.
Nasıl futbola olan düşkünlüğümüz, "penalty", "touch", "off-side", "out", "freekick"leri dilimize kazandırdı ise, bu "senkronizasyon" süreci de, "trade-off", "off-shore", "factoring", "leasing" gibi ekonomi/politikanın İngilizce terimlerini dilimize kazandırmaya devam ediyor.
Ve...
Son olarak...
Bir dili konuşmak ve onu tanımak için kültürünü, folklorunu yerel motifleriyle incelemek, kelimelerin mecazi anlamlarının arkasındaki gizi aralamak gerekiyor.
Bir dili tam anlamı ile konuşmak, sanıldığı kadar da kolay bir şey değil.
Bir örnek vereyim:
İngiltere'de en çok kullanılan 500 kelime, 14 binden çok sözlük anlamı taşıyor.
Dil bilimciler de, bir dilde en az 5 bin sözcük bulunduğunu söylüyorlar.
Dil de aynen bizler gibi yaşayan canlı varlıklar.
Doğuyorlar, değişiyorlar, büyüyorlar sonra da ölüyorlar.
Ya da binlerce yıl ağızdan ağıza taşınarak, ölmeden günümüze dek ulaşabiliyorlar.
Kimi kelimeler ise doğar doğmaz ölürler.
Halk tutmayınca, dünyanın en büyük dilbilimcisi de olsanız fark etmez.
Bu arada, Hasan Celal Güzel’in "Türkçe, dünyanın en güzel ve zengin dilidir" iddiasına katılmakla birlikte, buradan minik de bir katkı yapmak istiyorum:
Bugün, Yunus Emre’nin, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan Abdal’ın ve Mevlana’nın konuştuğu Türkçe’yi konuşarak dünyayı dolaşmak mümkün!
Günümüz dünyasında teknolojinin ve de finans-kapitalin dili İngilizce olmuş olabilir.
Yarın şartlar başka bir dili moda yapabilir.
Bu hiç önemli değil!
Yalnız hala Türkçe, dünyanın en çok konuşulan beşinci büyük dili!
Ve bu dili konuşarak dünyayı dolaşmanız ve karşılaştığınız dildaşlarımızla anlaşmanız mümkün!..
Ezcümle:
Kelimelerin söyleşinde farklılık olabilir, yazım kılavuzu ile arada farklılıklar doğabilir, yeter ki, anlam kayması olmasın!
AKP'nin, MHP'nin, CHP'nin yaptığı gibi.
Kula kulluk edenden ne insan olur, ne Türk, ne Müslüman, ne de Ata'Türk.
İslam olmak demek, sırtını Allah'a koşulsuz yaslamak, tam teslim olmak demektir.
Siyasal İslamcıların yaptığı gibi Allah'a inanıp güvenmemek olmaz, olur ise Allah adamı bunca varlık için meczup eder.
Laik olmak demek adam olmak demektir, Frankofon olmak değil.
Başka millete, başka dillere sevdalandıktan sonra ha Arap özentisi olmuşsun ha ingiliz ha Fransız.
Adalet, cesaret, feraset timsali Türk'üz, Atatürk'üz.
Cüneyt Şaşmaz