Gazeteci dostumuz Ayhan Atakol, kendi köpeği ‘Aşkım’ın kaleminden Bekir Coşkun’un ‘Pako’suna şöyle bir mektup yazdı instagram hesabında:
“Sevgili Pako,
Gözün aydın. İstediğin gibi sevinç gözyaşları dökebilirsin artık. Baban yanında… Senin adına biz de çok sevindik. ‘Köpekler ağlamaz’ derler ve bizi ‘Sert’ yetiştirirler; korkuları, hırsları için. Sessiz gözyaşlarımızı, acılarımızı kimse bilmez. Ama sen bilirsin meşhur öyküdür Odysseus ve köpeği Argos’un öyküsü…
Odysseus, yıllar süren, tehlikelerle dolu uzun yolculuğunun sonunda yurduna ulaşır. Kimse tanımaz kendisini. Sabırla ve acıyla bekleyen karısı Penelope bile… Yalnızca Argos tanır, karşısındaki kendisi gibi yorgun ve bitkin savaşçıyı. Göz göze gelirler ve içlerindeki en derin pınardan iki damla süzülür. Kimse görmez bu gözyaşlarını.
Artık istediğin gibi, gizlemeden, saklamadan ağlayabilirsin Pako. Senin adına biz de sevindik.
“Bu dünya insanları da hayvanlara da yetecek kadar büyük” derdin. Ama dünyayı yalnızca kendine isteyen muhterisler, çok acı çektirdi babana.
Her neyse.
İkinize de sonsuz sevgiler, selamlar bu acı ve günah dolu dünyadan.”
Pako, Bekir Coşkun’un köpeğinin adıydı ve can dostuydu. Bekir Coşkun Pako’yu Hürriyet’teki köşesinde meşhur etti. Bekir Coşkun’un yazdığı kitap sayesinde ‘Pako’ adını tüm Türkiye duydu.
Hatta öyle ki, o yıllarda Hürriyet’in yazı işlerine bir Golden Retriever cinsi köpek bile katılmıştı. Birinci sayfa toplantılarında, yayın yönetmeni, başyazar, yazı işleri müdürleri ile istediği koltuğa kurulur, ertesi gün çıkacak Hürriyet’in haberleriyle ilgili tartışmaları dinler, arada bir havlayıp, itiraz bile ederdi. Ama ortama fazla dayanmadı, stres yüzünden hastalandı, ancak ‘Tüketicinin Erkan Abisi’ sahiplenip evine götürünce kendine gelebildi.
Bekir Coşkun’un bu hayvan sevgisinin temelinde ise insan sevgisi vardı.
Öncelikle her yanlışa takılır yazardı. Tanısın tanımasın herkesin derdine koşar, ihtiyacı olana yardım etme, işsizlere iş bulmaya, derdi olana çözüm bulmaya çalışırdı. Bu yüzden, başı durmadan derde girer, hakkında yazdıkları onu yerinden etmek için ne gerekiyorsa yaparlardı.
Gazetedeki köşesinin de adıydı:
“Dokuzuncu Köy”
Çünkü o her köyden kovulurdu. ‘Doğrucu davutluğu’ gittiği her köye fazla gelirdi.
Davet edildiği her köye “Benim başım büyüktür, size yük olurum” diyerek girerdi. Bilirdi kaderini.
Gerçekten de bir süre sonra köydekiler “Aman git!” diyerek kapısını çalarlardı. Dürüstlük, dobralık, her haksızlığa karşı çıkması, adalet arayışı, herkesin hakkına sahip çıkması ve her şeyden önemlisi geri adım atmaması onu bir köyünden daha ederdi.
Hayatı böyle geçti.
Şimdi öbür dünyada da yeni köylere göçtü.
Emin olun ki, eğer orada da bir haksızlık görürse karşı çıkar, her tersliğe itiraz eder.
Ama orada artık kimse kapısını çalıp, “Aman git!” demez.
Bu yeni köyünde huzur içinde, ışıklarda uyur.