Eski BM Kalkınma Programı Müdürü-ekonomist Bartu Soral, Dünya Bankası’nın Türkiye’ye vermeyi onayladığı 100 milyon dolarlık kredi için ‘ülkeye fayda sağlayacak bir miktar değil’ dedi. Soral, devletin finansman açığını kapatması için varlık vergisi toplamasının bir çözüm yolu olabileceğine işaret etti.
Dünya Bankası, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisine karşı aldığı önlemleri desteklemek için Türkiye'ye 100 milyon dolar tutarında krediyi onayladığını duyurdu. Salgınla mücadele kapsamında 160 milyar dolar düzeyinde bir finansal destek sağlamayı hedefleyen Dünya Bankası’nın Türkiye’ye ayırdığı bu meblağ, ülkenin pandemi krizinden çıkışına merhem olabilecek bir miktar mı? Ankara’nın pandeminin etkilerinden en az hasarla çıkması için neler yapması gerekir? Eski BM Kalkınma Programı Müdürü-ekonomist Bartu Soral, Sputnik'in sorularını yanıtladı.
‘Dünya Bankası’nın Türkiye’ye verdiği kredi ülkeye fayda sağlayacak bir miktarda değil’
Soral, Dünya Bankası’nın Türkiye’ye açtığı kredinin büyük bir miktar olmadığına işaret ederek “Baktığınızda bu, bize öyle çok bir fayda sağlamaz. Ancak 5 sene ödemesiz olduğu için, özel bankalardan, uluslararası finans kuruluşlarından borçlanmaktan çok daha makul bir seçenek. Bu açıdan olumlu. Ancak bunun kullanımı zor, çünkü Birleşmiş Milletler veya Dünya Bankası’ndan gelen fonlarla yapılacak işlemler, kredi verenin prosedürüne tabidir. Genelde de verilen bu kredilerin isimlerinin altı dolmaz. Mesela ‘tarımsal kalkınma’ denir ama belli bir plan dahilinde adımlar atılmayınca, bu kredi genel kalkınmaya fayda sağlamaz. Ayrıca Türkiye’nin önümüzdeki süreçte dış kaynak ihtiyacı son derece fazla. İhracat ve turizm geliri gibi döviz geliri sağlayan sektörler durunca bizim gibi dış borç ödeyen ülkelerin döviz ihtiyacı arttı. Böyle bakıldığında da 100 milyon dolar, ancak bir kalp ameliyatındaki pansuman kadar role sahiptir. Ortada üzerinde durulacak bir meblağ yok” ifadelerini kullandı.
‘Devletin finansman açığı varlık vergisi toplanarak kapanabilir’
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duyurduğu ‘Biz Bize Yeteriz Türkiyem’ kampanyasında şu ana kadar 2 milyar liraya yakın para toplandığının hatırlatılması üzerine Soral “Bu yardımlar, bütçeye elbette fayda sağlar, zaten buna ihtiyaç da var. Muhalefet ‘devlet şu yardımı da yapsın, bunu da yapsın’ diyor ama bunlar için devletin gelire ihtiyacı var. Bunun için de vergiye… Bizde vergilerin yüzde 65’i tüketimden alınır ancak gelinen noktada tüketim durdu. Kurumlar ve gelir vergisi deseniz; onlar zaten çok düşük. Devletin finansmana ihtiyacı var. Bu finansman açığını kapatmanın yolu da varlık vergisi almak olabilir. Büyük ihaleler almış inşaat firmaları ve dev firmaların birikmiş varlıklarının az bir kısmından bile olsa vergi almak çözüm olabilir” dedi.
‘Türkiye’nin dış borçlarıyla ilgili bir yöntem seçmesi şart’
Türkiye’nin önündeki 12 ay boyunca yurtdışına ödemesi gereken borçlarla ilgili planlama yapması gerektiğine işaret eden Soral “Türkiye’nin önümüzdeki 12 ayda ödemesi gereken borç miktarı 190 milyar ve bütçede açık var. Dış borcu ödeyebilmek için ihracat veya turizmin devam ediyor olması lazım. Biz turizmden yüksek miktarlarda döviz geliri elde eden bir ülkeydik ama turizm öldü. Borcumuzun gelirimize oranı ise yüzde 61 düzeyinde. Türkiye’nin bu borçları için bir yöntem seçmesi şart. Yunanistan’ın yaptığı gibi ‘bu borcun birazını sen sil, birazını ben ödeyeyim, sen de hepsini isteme’ diyebiliriz. Arjantin gibi ‘Param bitti’ diyebiliriz. Bir yöntem seçilmeli ve uygulanmalı” dedi.
‘Ekonominin eski seyrine dönmesi en az birkaç yıl alacak’
Koronavirüs salgını geride kalsa bile ekonominin normale dönmesinin çok uzun zaman alacağına işaret eden Soral “Haziran ayında salgın yavaş yavaş geride kalsa bile, ekonomi ve insanların davranış biçiminin 1 Ocak 2020’deki haline dönmesi en az 1-2 yıl alacaktır. Kaldı ki normalleşme başladığında bile belki 200 kişilik uçağa 100 kişi bindirilecek, restoranlarda masa mesafeleri bile değişecek. ABD’de yapılan bir kamuoyu araştırmasına denk geldim. Kısmi normalleşmeden sonra, eskisi gibi restoranlara, alışveriş merkezlerine gideceklerini söyleyenler, katılımcıların yalnızca yüzde 13’ünü oluşturuyor. Belli ki insanların tüketim alışkanlığı da kolay kolay eskiye dönmeyecek. Herkes yokluğu gördü ve içinde bulunduğu durumu sorguladı. Özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde, aynı 1930’larda olduğu gibi, işsizliğin yüzde 3’ten yüzde 18’lere gelişine tanık olundu” diye ekledi.