Bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Tiyatro eğitimi almış bir gazeteci olarak ülkemizin içinde bulunduğu duruma bakıp önce, ‘ Tiyatrolar Günü ne kadar yazılmalı?’ diye düşündüm. Sonra da, ‘tam da şimdi yazılmalı’ dedim.
Bugün biliyorum ki, bir çok devlet büyüğümüz bu konuda mesajlar yayınlayacak. Biraz ilgili olanlar, ‘Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 1948 yılında kuruldu. Bu enstitü 1961 yılında aldığı bir kararla 27 Mart gününü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kabul etti. Her yıl enstitüye üye ülkelerde 27 Mart günü Tiyatro Bayramı olarak kutlanır.
27 Mart günü her ülkenin sanat ve tiyatro adamlarınca hazırlanan bir bildiri, sahnelerde okunur. Tiyatrolar o gece halka parasız gösteriler düzenler. Tiyatroyu halka sevdirmeye çalışırlar. Ülkemizde tiyatro ile ilgili ilk ulusal bildiriyi, yaşamını Türk tiyatrosuna içtenlikle adamış olan Muhsin Ertuğrul yazdı. ‘diyecek. Böylece bugünün tarihçesine ışık tutacaklar.
Dünyada ilk tiyatro olayının nerede, nasıl başladığı kesinlikle bilinmiyor. Araştırmacılar; tiyatronun ilkel insanların av dönüşü vurdukları avın çevresinde sevinç ve heyecan sesleri çıkararak dans etmelerinden doğduğunu anlatırlar.
İnsanoğlu doğa karşısındaki korkularından başlayarak yüzyıllar boyunca acılarını, sevinçlerini, ihtiraslarını, düşüncelerini, düşlerini, özlemlerini, taşlamalarını, dünya görüşlerini, savaşımlarını, her şeyini somutlaştırıp dile getirmiştir.
Tiyatronun bunca yüzyıllardır varoluşu boşuna değildir, tiyatro, insan mayasının kopmaz bir öğesi, insandan ayrı düşünülemez bir gereksinmesidir. Doğada işlevini bitiren her şeyin varlığını sürdürebildiği görülmemiştir. Tiyatro sürüyorsa, sürecekse her devirde bir işlevi olduğundandır.
Usta Tiyatro sanatçısı Haldun Taner'e göre, ‘her gece saat dokuz'da dünyanın dört bir bucağında binlerce perde açılıyor. Her gece saat dokuz'da milyonlarca insan ışıklandırılmış bir sahneden kendi dünyasının, kendi sorunlarının yoğunlaştırılmış bir kesitini ilgi ile izliyor. Oyalanıyor; eğleniyor, heyecanlanıyor, düşünüyor, bilinçleniyor.
Her günkü sürgit yaşamının akışı içinde tam fark edemediği, ya da edip de unuttuğu bazı ana sorunları yeni bir gözlükle görmeye başlıyor. Tiyatrolar insanlara «Koşun, bana gelin, size ilginç bir şeyler göstereceğim» derler. «Gelin, beni izleyin memnun kalacaksınız» derler. Bu alışkanlık yüzyıllardır sürüp gidiyor.’
Buradan bakınca; tiyatronun bir ‘kutlama’ ihtiyacından doğduğunu ve yaşamın bir parçası olduğu da anlaşılabiliyor. Bu çerçevede de son yıllarda yok oluşunu ya da geriye gidişini de hem anlamlandıramıyor, hem de bir bir tükettiğimiz ve bizi biz yapan alanlar üzerinde neden duyarlılığımızı kaybettiğimizi yeniden sorgulamamızı gerektiriyor.
Bu satırları yazarken biraz da tiyatro öğrencisi olduğum yıllara gittim. Yaşadıklarımdan geriye kalana bakınca; şu an yaşadığım başkente (Ankara’ya) tiyatro öğrencisi olduğum yıllarda (İzmir’den) harçlıklarımızdan para biriktirip oyun izlemeye geldiğim Ankara’yı hatırladım. Her sokağında sanat kokan yıllardı o yıllar… Onu soluyup İzmir’e dönerdik. Bu alanda İzmir’in ‘taşra’ olduğunu düşünürdük. Bunun en önemli sebebi de, İzmir’de sadece Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarına mahkum olmamızdı. Ankara öyle miydi? Ayda en az 2-3 özel tiyatro yeni oyun sahneye koyardı. Keza İstanbul da öyleydi. Sonra ne mi oldu? Onlar bir bir kapandı. Perdelerini bir daha açmamak üzere kapattılar. Yaklaşık 18 yıldır Ankara’dayım ve gazetecilik yapıyorum. Uzun süredir izleyecek oyun yok ne yazık ki başkentte. Biraz benim hayatımda tiraji komik ama en son geçtiğimiz yaz İzmir’de Karşıyaka’da Suat Taşer Sahnesi’nde Ferhangi Şeyler oyununu izledim. 67 yaşındaki Ferhan Şensoy’un sahnede ne kadar muhteşem olduğunu ve nasıl aynı heyecan ile yıllardır oynadığı oyunu güncelleyebildiğini gördüm.
Haldun Dormen 89 yaşında ve hala sahnelerde, Derya Baykal 61, Ali Poyrazoğlu 71 yaşında ve hala sahnede. Ayşen Gruda 73 yaşında , Yıldız Kenter 89 , Metin Akpınar 76 yaşında, Müjdat Gezen 74 yaşında….Hepsiyle ilgili sahnede anılarımız var. Onlardan kesitler var hayatımızda. Ve onların çoğu perdeleri yırtarcasına sahnede bizler ile buluşmaya çalışıyor.
Peki ya yeni dönemde? Hatırladığınız yeni biri ve sahnelenen oyunlar var mı? Dikkat Türkiye! ‘Perde’ kapanmak üzere. Perdeleri açmak, hepimizin görevi ve sorumluluğu! Sahne boş….Oysa sahneleri dolduramazsak, başkaları kendi sahnelerinin oyunlarıyla bizi uyuşturup uyuturlar…
Tarihiyle nam salmış bir milletin en büyük zenginliği kültürdür. Bunun için perdeler kapanmasın! Bütün yetkilileri ve aydınları bu konuda perdeleri açmaya davet ediyorum.