Soğuk Savaşın bitmesi sonrasında günümüze kadar yansıyan tek kutuplu dünya düzeninin artık çok kutuplu eksene doğru kaydığı konusunda yaygın bir kanaat oluşmaya başladı.
ABD, Çin, AB, İngiltere ve Rusya bu yeni oluşan çok kutuplu dengeler sisteminde pozisyonlarını almak üzere daha uzun vadeli politik ve finansal yaklaşımlar geliştirmeye başladılar.
2008 Küresel Mali krizi sonrası FED’in başlattığı para genişlemesinin, bir noktada faizleri geri arttırarak sona ereceği belliydi. Borçlanmış birçok ülke için Amerikan Doları’nın aşırı değerlenmesi gibi bir riskin olduğunu en başından beri diğer ülkeler zaten biliyorlardı.
Ancak tüm ülkelerin daha az ihtimal verdikleri konu, sanırım, FED’in faizleri yükselttiği bir dönemde ABD’nin başına Trump gibi birinin geçmesiydi.
Öyle ki, Amerikan dolarının değeri yükselirken, Trump da yeni gümrük tarifeleriyle borçlanmış ülkelerin işini daha da zora sokacak hamleler yapıyor.
Bir bakıma, çok kutuplu dünyaya geçiş döneminde ABD politik, askeri ve ekonomik gücünü koruma çabası içine girmiştir. Yöntem ve uygulamaları başarılı sonuç vermekten çok, müttefiki ülkeleri ve onların kamuoyunu teker teker kaybederek yalnızlaşma yolunda hızlandırıcı etki yapabilir.
Geçen hafta Türkiye’ye attığı tweetlerle piyasalara yönelik müdahalesini, yarın bir başka ülkeye de yapabilir. Avrupa Birliği ülkeleri içinde kırılgan ülkeler var ve her an hedef olabilirler.
Türkiye ile tırmanan gerilim hükümetler arası tansiyon yükselmesi düzeyinde kalmadı. Trump ve yardımcısı, tüm Türk halkını etkileyecek ve piyasaya müdahale sayabileceğimiz tweetler atmaya ve açıklamalar yapmaya başladı.
Hatırlarsanız, Rusya ile ilişkilerin çok gerildiği “uçak düşürme” krizinde dahi, Putin ve diğer Rus yöneticiler “bizim derdimiz Türk milleti ile değil” diye defalarca vurgulayarak Türk halkını karşılarına almaktan kaçınmışlardı. Kriz zamanında bile kamu diplomasisini elden bırakmadılar.
Başkan Trump, müttefiki bir ülkenin bütün toplumunu karşısına alma pahasına hareketler yapıyor. Bizimle yakın bir tarihi olan İngilizler, Ruslar, Fransızlar, Almanlar ve diğer Avrupa ülkeleri; Türk kamuoyuna yönelik daha dikkatli hareket ediyorlar.
En son Angela Merkel’in “Türkiye’nin krize girmesinin sakıncaları” hakkındaki açıklamaları da kamu diplomasisi konusunda iyi bir örnek.
Trump yönetiminin hükümetler düzeyindeki atışmaya, topyekün bir ülkenin insanlarını zora sokacak adımlar atmasının sonuçlarını iyi hesaplayamadığı ortada.
Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, Türk halkının Amerikan devletine pek de sempati ile bakmadığını söylemekteydiler. Bu durumu düzeltmek yerine Türk halkının tepkisini daha da arttırmak, ABD’nin kısa, orta, uzun vadeli her türlü menfaatine aykırıdır.
Umarım Beyaz Saray’da, Türkiye’yi ve Türk halkını tanıyan ve devlet aklı bilincindeki sorumlu yöneticiler gerekli tavsiyeleri yapıyorlardır. Gelinen durum, kimsenin kazanmayacağı köşeye doğru gidiyor.
Kendimizi doların artışı ve ekonomik baskılarla fazlaca meşgul ettik, ancak olan bitene Amerikan kamuoyu açısından da baksak iyi olacak.
Türkiye’nin Amerikan halkı gözündeki imajı karalanmak isteniyor. Belki de ülke olarak ilk kez böylesine yüksek bir seviyede Amerikan kamuoyunun algı alanına taşınmış olduk. Özellikle inanç özgürlükleri alanında büyük bir anti-propaganda yürütülüyor.
Amerikan toplumunun önemli ölçüde dindar bir toplum olduğunu gözardı etmeyelim. Zaten Amerikan yönetimi de yaklaşan Kasım ara seçimleri için bu oy tabanının üstüne oynuyor
Bu algıyı kırmak adına, Amerikan kamuoyuna yönelik iletişim atağına geçilmesi lazım.
Türkiye’nin böyle bir imaj ile hafızalarda yer almaması için yapılacak çok şey var. Öncelikle Türkiye’nin inanç özgürlükleri alanında kendini ifade edebilmesi adına, iletişim araçlarını harekete geçirmek şart.
İnanıyorum ki, Türkiye’deki hristiyan ve musevi cemaat liderleri de Türk halkının bu konudaki hassasiyetlerini ve hoşgörü iklimi konusundaki mesajlarını ileteceklerdir.
Dijital iletişim çağında ve çok kutuplu bir dünyaya doğru giderken yabancı kamuoyuna yönelik iletişim daha da önem kazanmış durumda.
Yazarın Notu: Burada yazmış olduklarım kendi fikirlerim olup, çalıştığım kurum veya kuruluşları bağlamaz. Ekonomik analizler yatırım tavsiyesi değildir.