Gazetecei Mehmet Y. Yılmaz bugünkü köşesinde, ''Bin cesur çıkıştan daha hayırlı olan'' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazısında ekonominin geldiği noktayı özetleyen Yılmaz, ''Kendisini iktisat teorisyeni zanneden Recep Tayyip Erdoğan ve tek başlarına bıraksan iki koyunu güdemeyecek çaptaki adamları, memleket ekonomisini altı ayda bu hâle getirdiler.'' ifadelerini kullandı.
Mehmet Y. Yılmaz'ın yazısının ilgili bölümü şu şekilde:
Yılın haberi İstanbul'dan geldi: İstanbul'da tedavüldeki 70 kilo madeni parayı satan ve satın alan hurdacı Türk Parası'nın Kıymetini Koruma Kanunu'nu çiğnedikleri suçlamasıyla göz altına alındı.
Bu kanunun adını en son duyduğumda Turgut Özal, 24 Ocak kararlarını açıklıyordu!
Demek ki hâlâ yürürlükteymiş, bu da haberi ilginç hâle getiren bir başka özelliği.
70 kilo madeni paranın hurda değerinin, üzerinde yazılı değerinden daha fazla olmasının yol açtığı bir "suç" bu.
Demek ki paranın değeri o kadar düşmüş ki metali kendisinden daha değerli hale gelmiş.
Bu Türkiye'de ilk kez olmuyor.
Eski Türkiye'de de ekonomi yönetimi çuvalladıkça bazı madeni paralar görünmez hale gelirdi.
Benim şahsen arkasından en çok üzüldüğüm para ortası delik 2,5 kuruşlar idi.
Ben çocukken bir şey almaya yaramıyordu ama ortasından iplik geçirip, boynumuza asmak havalı oluyordu.
Sarı 25 kuruşları da severdim, bir tanesiyle gazoz ya da simit alınabilirdi, iki tanesi bir araya geldiğinde bir pandispanya ederdi.
Ama o da tıpkı bugünkü madeni paralar gibi, satın alma gücünün metalinden daha düşük olması nedeniyle tedavülden kalktı.
Ve bu nedenle de paraları satın alan hurdacı ve satan adam aslına bakarsanız suçlu değil, mağdur.
İki yönlü bir mağduriyet var: Üç kuruş para kazanacağız derken mahkemelik oldular, yüce Türk adaleti kim bilir başlarına ne çoraplar örecek.
İkinci mağduriyeti, onlarla beraber bizler de paylaşıyoruz: Paramız pul oldu!
Kelimenin tam doğru tanımı bu.
Kendisini iktisat teorisyeni zanneden Recep Tayyip Erdoğan ve tek başlarına bıraksan iki koyunu güdemeyecek çaptaki adamları, memleket ekonomisini altı ayda bu hâle getirdiler.
Hatırlarsınız hangi iktisat okulunu, kaç not ortalaması ile bitirdiğini kimsenin bilmediği Recep Tayyip Erdoğan'ın iktisat teorisine göre faizler düşünce, enflasyon da inecekti.
Durum ortada.
İşçilik ucuzlayınca, ihracatımız patlayacak, cari açığımız azalacaktı. O da ortada.
Bu yıl cari açık 22 milyar dolar olacak diyorlardı, üç ayda 18 milyar doları yakaladık.
Ülkemizin risk puanı rekor üstüne rekor tazeliyor, 700 puanı geçti.
Savaşa girmiş, yaptırımlara uğramış Rusya ve tarihi boyunca ekonomik krizleri aşamamış Arjantin ile aynı risk puanıyla borç alabiliyoruz.
Üstelik, Türkiye ağır bir ekonomik krizin henüz başında sayılır.
Enflasyonun hiper enflasyona dönüştüğü, sermaye kısıtlamalarının başladığı dönemleri görme ihtimalimiz de çok kuvvetli.
Ve arkadaşlar burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Maliye Bakanı Nebati'ye bakarsanız, 65 bin kişi evlerin satış fiyatlarını arttırdığı için emlak sektöründe fiyat krizi çıkmış. Bakan buna göz açtırmayacağını söylüyor!
Toplam 15 milyon 500 binden fazla konuta sahip bir ülkede 65 bin konutun fiyatının artmasının piyasaya etkisinden söz ediyor. Şaka gibi!
Satılmayı bekleyen 1,5 milyondan fazla konut içinde 65 bin konut!
Sayı saymayı da bilmiyor belli ki.
Çalışabilir nüfusun sadece üçte biri bir işe sahip, gerisi evde, kahvede oturuyor.
Et, süt, yumurta, giysi fiyatları ile ilgili de içiniz rahat olsun: Bakan iş dünyasıyla görüşmüş "cesur adımlar atılması için mutabık kaldık" diyor.
Bakan gerçekten bu konuda cesur bir adım atmak istiyorsa Erdoğan'ın karşısına çıksın ve "abi sen de bu işi bilmiyorsun, gel biz bırakalım, bilen gelsin" desin.
Bin cesur çıkıştan daha hayırlı bir iş yapmış olur!