“Ben Malezyalıyım. 18 yaşında, Norveç’teki uluslararası bir değişim bursuna katıldığımda yaşıtım Eiolf ile tanıştım. Bütün geceyi konuşarak geçirdik. Malezyayı’yı haritada gösterebilecek bir kaç Norveçli’den biriydi. O geceden sonra karşılaşırız diye kütüphanenin etrafında doluşmaya başladım, neyse ki o da aynı şeyi yaptı.
Çok okuyordu ve çok bilgiliydi. Çok da kibardı.
Burs bitince Malezya'ya döneceğimi sanıyordum ama onunla olmak için yanına taşındım. Norveç ülkemden çok farklıydı ama antropolog olarak doyurucu bir kariyere sahip oldum, Eiolf mimardı. 32 yıl birlikte yaşadık.
Her sabah iş yerine en erken Eiolf giderdi ve herkese kahveyi önceden hazırlardı. Bir yaz sabahı saat 07.30’da yine erkenden işe gitti. O gün 54 yaşındaki kocamı canlı gördüğüm son günmüş, bilmiyordum. İş arkadaşları yere düştüğünü görmüşler.
Duştan yeni çıkmış, kahvaltı hazırlarken telefon çaldı. Hastaneden bir doktor arıyordu ve “Korkarım kötü haberlerim var” dedi. Donup kaldı. “Çok üzgünüm ama kocan öldü” diye ekledi.
Eiolf aniden kalp yetmezliğinden ölmüştü.
Bunu anlamama imkan yoktu, içimden hala doktorlar yanlış anlamış olabilir, belki uyanır diyordum. Bu fantezi düşünceler cenaze töreniyle uçtu, gitti.
Yıkılmıştım. Acı çekiyordum: Sabah uyanıyordum ama içimde kalkma arzusu yoktu. Kayıp çok ağırdı ve dünyaya sadece bu kaybın acısıyla bakıyordum. Hayatımda büyük bir dönem sona ermişti.
Eski hayatımı özlüyordum ve saati geri almak için hafifçe basabileceğim bir düğme olmasını diliyordum. Bunun da ötesinde, bir Norveçli yüzünden Norveç'te kalan bir göçmen olarak kendimi şunu soruyordum:
“Burada mı yaşasam, yoksa ülkeme mi dönsem.”
Hiç beklenmedik bir yerden teselli buldum. Eşimle ölümünden önce yaptığım son şeylerden biri Büyük Oslo Mantarları ve Faydalı Bitkiler Topluluğu ile bir yiyecek toplama kursuna kaydolmak olmuştu. Bunu daha çok eşim istiyordu, artık o olmadığına göre katılmak için nedenim kalmamıştı ama gitmemek için de bir nedenim yoktu.
Kursta her yaştan, her sınıftan pek çok kişi vardı. Mantar toplumu sınıfsızdı. Zenginler de vardı, yoksullar da... Burada saatler geçirebiliyordum. Günlerinizi nasıl geçireceksiniz diye düşünürken, hakkınızda sorular sormayan insanlarla zaman geçirmek, insanı özgürleştiriyordu. Mantardan bahsetmek her şeyi dışarıda bırakıyordu, yaşam, ölüm, din ve politika gibi önemsiz konular arka koltukta kalıyordu.
İlk derste kurs lideri “Mantar nedir?” diye sordu. Herkes öğretmenin gözünden kaçınmaya çalıştı. Elbette cevap açıktı ama kısa sürede cevabın göründüğünden çok daha fazla olduğunu keşfettim.
Mantarlar her yerdeler. Norveç'te kaydedilen 44.000 türün neredeyse % 20'sini mantarlar oluşturuyor. Buna karşılık, memeliler sadece kaydedilen türlerin % 0.2’si.
Toprağın üzerinde büyüdüğünü gördüğümüz şey mantarın meyvesi, tüm organizma elma ağacı gibi. Koşullar uygun olduğunda, yabani mantarlar topraktan yukarı doğru hareket eder ve asfaltı bölebilecek bir güç uygular. Mantarlar sadece ormanda değil, her yerde yetişiyor. Sadece nasıl bakılacağını bilmek gerekiyor.
Ormanda yürüyüş yapmak çok farklı bir deneyim oldu. Birdenbire her yerde mantarları görüyordum; bana 3B gözlük verilmiş gibi üzerime fırlıyorlardı. Oslo çevresindeki ormanlık alanlarda dolaşırken, Eiolf’ün ölümünden bu yana ilk kez çevremi tam dikkatle gördüğüm izlenimini edindim.
Günlük ıvır zıvır ve müdahaleci üzüntü ya da stres düşüncelerinden vazgeçtim. Avcı-toplayıcı içgüdülerim harekete geçti ve konsantrasyonum keskinleşti, artık bir amacım vardı: Bu hazineyi, yani mantarları bulabilecek miyim?
Atletler başarıya giderken “patlama anı”ndan söz eder. Doğu Asya’da ise “Zen Anı” konuşulur. Bu deyim kendinizi bir tecrübeye teslim etme anınızı anlatmak için uzun zamandır kullanılır. “Patlama anı” veya “Zen anı” birçok açıdan birbirleriyle ilgili durumlardır. Ve bu an benim orman huzurunda hissedebildiğim şeydi. Mantar bulmak istiyorsanız, cep telefonunuzu kapatmanız, mantar moduna geçmeniz ve sadece orada olmanız lazım.
Kendimi tekrar tekrar o koyu yeşil ormanlara atmak için can atıyordum. Orada bulduğum odaklanma hissi ve yeni arkadaşlarla birlikte avlanmam her şeyi unutturdu. Şimdi, dokuz yıl sonra, sertifikalı bir mantar uzmanı oldum. Bir kez daha tatmin edici ve bana her şeyi daha anlamlı hissettiren hayat yaşıyorum.”
Yukarıda özetlediğim yazı İngiliz Guardian Gazetesi’nde dün çıktı. Yazıya konu olan Malezyalı Long Litt Woon yaşadıklarını kaleme almıştı. Bir de kitap yazmıştı. “The Way Through the Woods: of Mushrooms and Mourning” adındaki kitap İngiltere’de geçtiğimiz Temmuz ayında yayımlandı.
Öykü çok hoşuma gitti, belki siz de seversiniz.