"Eski Meslekler” başlıklı yazımı okuyunca sevgili okul arkadaşlarım takdirleri ile birlikte bu konudaki önerilerini de esirgemediler. Bunun üzerine aynı konuyu irdeleyen ikinci bir yazı yazmağa karar verdim. Dikkatli okurlarım belki anımsarlar, bazılarına daha önce de değinmiştim ama arkadaş önerileri her şeyin başında…
Hallaçlar vardı; aklımda kaldığı kadarı ile hafif eğimli upuzun bir kalın sopanın iki ucundan bir tel bağlanıp, sopanın elle tutulan tarafına ellik diyebileceğimiz bir kontrplak konmuştur. Büyük bir alana kümelenmiş olan pamukları hallaçlar ellerindeki büyük bir tokmakla havalandırır, uçuş uçuş yapardı. Sonra bunlar yorganların içine yerleştirilir ve yerlerini sabitleştirmek için, bu yorganlar baklava samsaları oluşturacak biçimde dikilirdi. Havalandırılmış artan pamuklar da yastıklara doldurulurdu. Eskiden yalnızca pamuk yorgan ve yastıklar kullanılırdı. Hallaç pamuğu gibi atmak diye bir deyim vardır; insanları itibibarsızlaştırma anlamında kullanılır. Umarım yakın zamanda hak edenler hallaç pamuğu gibi atılır.
Faytonculara oldum bitti bayılırım. Fakir faytoncuların gösterişsiz, konforsuz faytonlarına binmek hiç hoşuma gitmezdi. Ama varlıklı olanlar atlarını püsküllerle süslerdi. Onların arabalarında maroken koltuklar, gösterişli tekerlekler, süslü püslü tenteler olurdu. İçinde kendimi kraliçeler gibi hissederdim.
Sokaklarda ayı oynatıcılar dolaşırdı. Kocaman hayvanın burnuna bir halka, halkanın ucuna zincir bağlanır; oynatıcılar ellerindeki sopayla ayıyı dürter, zinciri çekiştirir sonra da çemberine ziller takılmış bir kasnağa gerdirilmiş deri ile yapılan bir def çalarak ayıları oynatırdı. Zavallı ayılar işkenceler altında ne kadar eğitim görürse görsün, bugün bazı insanların yaptığı gibi güzel kıvırtamazdı ama ellerinden geleni de ardına koymazdılar.
Küçük kentlerde kanalizasyon henüz yaygınlaşmadan, sokaklarda lağım temizleyiciler dolaşırdı.
Pazarlarda küfeciler vardı; sırtlarına bağladıkları kocaman küfelerle, alış verişe gelenlerin aldıklarını taşır, evlerine kadar götürürdü. Tren istasyonlarında, otobüs terminallerinde de hamallar bavulları taşırdı.
Gündelikçi terziler vardı. Hanımlar evlerine çağırdıkları zaman dikişten anlayan bir, iki hanım daha gelir birlikte hummalı bir çalışmayla mümkün olduğu kadar çok giysi dikmeyi hedeflerlerdi.
Sinemalarda film arasında gazozcular dolaşırdı. Yazlık sinemalarda ise gazoz yanı sıra ayçiçeği çekirdeği de satılırdı. Açık havada çitleme sesi fazla duyulmasa da film bitip herkes dağılırken yerler, kabuklardan sanki bir halı gibi kaplanmış olurdu. Nasıl temizlenirdi bilemem.
Ankara’da Büyük Sinemada Frigo satılırdı. Satıcı çocuklar “Frigo Buz” diye bağırarak dolaşırdı. Ben, oynayan film beni fazla sarmasa da, frigo yemek için gittiğimi anımsıyorum.
Değnekçiler vardı. Dolmuş kuyruklarında, insanları sırayı bozmamaları için uyarır, onları acele etmeye çağırırken dolmuşların da birbirlerinin önüne haksız yere geçmemelerine dikkat ederdi.
Daha önce de değindim mi bilemedim. Otobüslerde biletçiler olurdu. Kendilerine ayrılmış yanları camlı, önü açık bir bölümde tek kişilik bir koltukta, önünde bir tabla ile otururdu. Tablanın üstünde, fiyatına göre renklendirilmiş biletler sıralanırdı. Ellerindeki ucu lastikli kalemle biletleri ayırır, yolculara satarlardı. Tüm yolcular tamamlandıktan sonra yerinden kalkar, aynı biletlerin sıralandığı ve bir kenarında bütün ve bozuk paraları koyacağı bir tahta kutu elinde, bilet almayanlar varsa diye dolaşır, yine aynı kalemin lastik kısmıyla bileti seçtikten sonra üzerine bir çarpı işareti koyarak yolcuya satardı. Çarpı işareti, aynı biletin tekrar kullanılmaması için konurdu. Biletçilere çok özenirdim. İlk seçtiğim meslek biletçilikti.
Otobüslere bazen “kontrollar” biner, herkesin bilet alıp almadığını denetlerdi. O yüzden onlara “kontrol” denirdi. Şimdilerde insanlar otobüs bileti almamaktan çok daha kapsamlı hırsızlıklar yapıyor; bazılarımız da çalıyorsa çalsın, hizmet ediyor ya diye düşünüp, yapılan hizmetten hiç de yararlanmadığına aldırmıyor.
Büyük bir tahta tepsi düşünün, üstü çarkıfelek gibi üçgenlere bölünmüş; her bir üçgenin içinde farklı renk ve lezzette macunlar bulunurdu. Satıcılar çapraz bir ayağın, daha doğrusu rahlenin üstüne yerleştirilmiş bu tepsiden, tornavidayla, isteğe göre macunları kanırtır, tahta bir çubuğa dolayarak satardı.
Meslek grubuna girmez ama yine de değinmek istedim. Çok işlevsel, çevre dostu, gereksiz torba tüketimini engelleyen filelerle insanlar alışverişe çıkardı. Alınan şeyler içine konur, öyle taşınırdı. Sonra bir naylon torba furyası başladı. Denizler, karalar, ormanlar, yer gök naylonlarla kaplandı. Böylece doğayı katletmek için tarihsel bir adım atılmış oldu.