ESKİ TİYATROLAR

Çidem Ayözger Ergüvenç

Kendimi bildim bileli tiyatro bana hep çok büyülü ve çekici gelmiştir. Küçüklüğümde Ankara’da Küçük Tiyatro’da haftanın belirli bir gününde öğleden sonra, Pazar günleri ise saat 10:30 da çocuk oyunları sergilenir ve ailemden kimin durumu uygun olursa beni götürürdü. Şimdilerde Küçük Tiyatro hâlâ açık mı bilemiyorum. Sonraları çocuk oyunları oynayan özel tiyatrolar açılmıştı ama hâlâ duruyorlar mı yoksa birçok yer gibi onlar da pandemi nedeniyle kapandı mı kim bilir.

Küçük Tiyatroya gitmek benim için çok heyecan veren bir etkinlikti. Ama en sevdiğim kısmı salonda yerlerimizi aldıktan sonra ışıkların yavaş, yavaş kararması, tavanda ise aynı yavaş tempoda küçük ışıkların teker, teker yanıp giderek büyüyen ve parlayan yuvarlak, çok güzel, rengârenk bir motif oluşturmasıydı. Sonra, hepsi birbirinden güzel oyunlar için perde ağır, ağır açılır ve ben artık tavanı izlemeyi bırakırdım. Çok güzel çocuk oyunları izlemişimdir ama beni en çok etkileyen ilkokuldayken gördüğüm Pollyanna oyunu olmuştu. Tiyatro çıkışı eğer vaktimiz varsa genellikle Ulus Meydanına kadar yürür Akman’da ünlü Akman bozası içerdik. Bazen de bozayı satın alıp, yandaki kuruyemişçiden de tuzsuz sarı leblebi alarak eve giderdik. Boza ile birlikte mutlaka bir külâh içinde tarçın da verirlerdi. O zamanlar plastik şişeler olmadığı için parası ödenerek geri verilebilen cam şişelerde boza satılır sonra bazen o şişeler geri götürülür bazen de ya kırılır ya da evde alıkonurdu.

Opera Meydanında Üçüncü Tiyatro diye adlandırılan bir tiyatro binası vardı. Tarihî bir yapıydı, oraya da gitmeyi çok severdim. Sonraları asıl nikâh salonu onarıma girdiğinde kısa bir süre için burada evlenme törenleri gerçekleşmişti. Üçüncü Tiyatroda izlemiş olduğum oyunları ne yazık ki anımsayamıyorum.

Üçüncü Tiyatrodan biraz daha Ulus’a doğru gidildiğinde karşı kaldırımda Opera Binası vardır. Devlet Tiyatrolarının en önemli oyunları, baleler ve operalar burada sergilenirdi. 1947 yılında Sergievi’nden opera binasına dönüştürülmüş olan yapı son derece zarif ve ince bir zevki yansıtırdı. Kırmızı maroken koltukları, salonun arkasındaki locaların olduğu bölüm, Fuayesi ve balkonu ile sanki bir soyluluk abidesiydi. İzlemeye gelenler özel ve güzel giysileri ile boy gösterirlerdi. Hiç kimse paspal giysilerle gelemezdi. Orada izlediğim oyunların birçoğunda İsmet İnönü’yü görme şansına erişmişimdir. Kendileri, Mevhibe Hanımefendi ile birlikte korumaları olmaksızın, sade vatandaşlar gibi gelirlerdi. Fuayeyi doldurmuş olan izleyiciler büyük bir saygı içinde kendilerine yol açmak için ikiye ayrılır, rahatsız etmemek için kimse yanına yaklaşıp elini falan öpmeye kalkışmazdı. Bazen bir kişi alkışa başlarsa herkes cesaret alır ve bu değerli büyüğümüzü içtenlikle alkışlardık. Son derece zarif, sevimli ve saygıdeğer bir çifttiler. Sanata, klasik batı müziğine çok önem verirler. Bu alandaki etkinlikleri kaçırmazlardı. Hey gidi günler…

Büyük tiyatroda izlediğim eserlerin birçoğu bugün bile belleğimdedir. Benim çocukluğum ve yetişme çağlarımda ailem Ankara’da oynanan hemen, hemen tüm eserlere gider, bizleri de illâki götürürlerdi. Ortaokula geçtikten sonra tiyatro oyunlarına götürülmeğe başladıysam da bale ve operaları çok daha küçüklüğümden başlayarak izlemişimdir. Baleye büyük keyifle giderken operalarda çok içim sıkılır, uyumamak için adeta savaş verir, bir an önce bitsin diye dualar ederdim. O yıllardaki opera sanatçılardan Ferhan ve Doğan Onat çiftini anımsıyorum. İkisi de biraz kiloluydular ve harikalar yaratırlardı. Dört perdelik Otello Operasında neler çektiğimi tahmin edersiniz. Tüm ailemin yine hayranlıkla izlediği Aida Operasında çektiklerim ondan kalır gibi değildi. Bugün bütün bu operaları zevkle dinlemem, çocukluğumda kulağıma girmiş olan kaliteli müzik birikimimden olsa gerek. Her şeye karşın, yine de izlemiş olduğum Karmen Operasına ise hayran olmuştum.

Aynı yerde sergilenen bale eserlerini de unutmam mümkün değil. Giselle balesi, Kuğu Gölü, Fındık Kıran, Faust Operasındaki bale sahnesi ve daha birçokları tüm güzellikleriyle sanki karşımda. Meriç Sümen ve Sait Sökmen harikalar yaratırlardı.

Devlet Tiyatrosu Opera binasında ayrıca müzikaller de oynanırdı. Öp Beni Keyt, My Fair Lady ve daha birçokları. İlk saydığım bu iki oyunda Cüneyt Gökçer’in çok başarılı oyununa değinmem gerekir. Bu büyük usta pek çok trajedide de rol almıştı. Kral Lear ve diğer sayısız oyunlardaki performansı ile izleyenlerini büyülemişti.

Oda Tiyatrosu vardı. Küçük bir salonda oyunlar sergilenirdi. Daha sonra Beşinci Tiyatro açıldı.

1963 yılında Ankara’da bir özel tiyatro açıldı. Kızılay Meydanına üç dakika uzaklıkta. Genco Erkal’ın oynadığı Bir Delinin Hatıra Defteri, sonra birçok başka değerli sanatçıdan izlediğimiz Durdurun Dünyayı İnecek var, Turgut Özakman’ın Duvarların Ötesi adlı oyunu ve daha birçokları. Ankara Sanat Tiyatrosunda birbirinden güzel eserler yorumlanmıştır. Kurcusu değerli tiyatro oyuncusu Asaf Çiğiltepe idi.

Yaz aylarında Kenter tiyatrosu turneye çıkar, Ankara’ya da gelirdi. Salıncakta İki Kişi, Mikado’nun Çöpleri, Fadik Kız ve daha birçok oyunlarını bu sayede izleyebilmiştim. Kenter Tiyatrosu ve Yıldız Kenter pek çok ünlü tiyatro sanatçısı yetiştirmiştir. Yıldız Kenter’in Güngör Dilmen tarafından yazılmış olan Ben Anadolu adlı oyunundaki muhteşem performansı parlayan yıldızlarından yalnızca bir tanesidir. Kardeşi Müşfik Kenter’le paylaştıkları sahneler birçoklarımızın belleğinde yer almıştır. Daha sonra Talat Halman tarafından İngilizceye çevrilen Ben Anadolu oyunu yine aynı sanatçı tarafından sergilenmiş ve dünya çapında başarıya ulaşmıştır. Güngör Dilmen deyince Midasın Kulaklarını anımsamasak olmaz.

Dormenler Ankara’ya geldiklerinde onları da mutlak izlerdik. Şahane Züğürtler oynadıkları birçok çok oyun yanı sıra harika bir komediydi.

O günlerin diğer ünlü oyuncularından Gazanfer Özcan- Gönül Ülkü ikilisi, Nisa Serezli, Haldun Dormen, Ayfer Feray, Ayten Gökçer, Macide Tanır, Nedret Güvenç, Haluk Kurtoğlu, Esin Afşar ve daha birçok değerli sanatçıyı şükran duyguları ile anımsıyorum.

1967 yılında Haldun Taner Devekuşu Kabare’yi kurdu. Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile birlikte birçok değerli sanatçı politik taşlamalarla dolu harika oyunlar sergilediler. O zamanki Türkiye’de gerçekten yaşadık mı ve şimdi bir kâbus mu görüyoruz, yoksa o günler güzel bir rüyadan ibaretti de şimdi uykumuzdan mı uyandırıldık siz karar verin. Devekuşu Kabare kurulduğu yıl İstanbul’a gittiğimizde dillerden düşmeyen ilk oyunlarını izlemeye gittik ve bu grubun tiryakisi olduk. Gerek İstanbul’da gerekse Ankara turnelerinde hiçbir oyunlarını kaçırmamaya özen gösterdik.

Tiyatro ve sanatın tüm dalları olmasaydı biz insanlar ot gibi yaşardık. Sanata değer vermeyen insanlara yalnızca acımıyorum, onlar için gerçekten üzülüyorum. Neler kaçırıyorlar bir bilseler.

(Değinemediklerim için beni bağışlayın, daha pek çokları var biliyorum.)

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.