Başlığı görünce lütfen aldanmayın sanatsal, kültürel ya da sinemamızın tarihi ile ilgili bir yaz yazmayacağım. Yalnızca çocukluğumdan bu yan izleyip aklımda kalan bazı filmlere ve oyunculara değinmek istiyorum.
İlkokul beşinci ve orta birinci sınıflardayken anımsadığım, Türk sinemasında bir “Ayşecik” furyası estiğiydi. Dünya şekeri bir küçük kız hep çileli bir yaşamda ya annesini kaybeder ya babasını bulamaz, bu arada gözyaşları içinde, hıçkırıklarla karışık bilmiş, bilmiş konuşur herkesin içine taş gibi otururdu. Ama biraz fazla bilmiş konuşurdu ve o yüzden bizler bu tür yaklaşımları olan arkadaşlarımıza “Mayşecik oldun” diye takılırdık. Ayşeciğin annesi anımsadığım kadarıyla çoğu zaman Belgin Doruk, babası ise genellikle Ayhan Işık olurdu. Arada da bir yığın kötü adam, kötü kadın, sevecen ev personeli falan rol alırdı.
Belgin Doruk ve Ayhan Işık’ın romantik fantezileri, “Küçük Hanım” çeşitlemeleri pek beğenilirdi. Sonraları bu filmlerin ikinci, üçüncü versiyonları da çok tutundu. Bu iki oyuncu dönemlerinin en beğenilen, adeta efsane olmuş yıldızlarıydı. Her ikisi de ışıklarda dinlensin.
O dönem ve sonraki yıllarda şimdi sonsuza göçmüş olan çok değerli sinema sanatçılarımız vardı.
Dört yapraklı yonca diye tanımlanan sanatçıların ilki olarak ünlenen Fatma Girik, ergenlik yaşlarında sinemaya adım atmış son derece güzel, çok yetenekli, aydın fikirli ve yaratıcı bir sanatçımız olarak ölene kadar saygınlığını, ve öz güven yüklü kişiliğini yitirmeden yaşamını sürdürmüş adeta bir kahramandır.
Kendisini tanıma ve birlikte zaman geçirme şansını ve onurunu yaşamış olduğum ve artık bir fenomen durumuna gelmiş olan Türkan Şoray da Fatma Girik’ten birkaç yıl sonra (Türkan Şoray bin dokuz yüz kırk beş doğumludur) yine ergenlik döneminde Türk sinemasına bir bomba gibi düşmüştür. Sanırım ilk filmlerinde Ayhan Işık’la birlikte rol almıştır. Yakın zamanlarda öğrendiğim bir bilgiye göre dünya üzerinde bir rekor kırarak iki yüz yirmi filmde rol almıştır.
Benim için artık “Dört Yapraklı Yonca” içinde yer almayı hak etmeyen üçüncü isim Hülya Koçyiğit’tir. Sanırım ilk filmi olan “Susuz Yaz”da hakkıyla büyük ödülü kazanmış, daha birçok önemli filmde usta oyunculuğunu sergilemiş olan bu oyuncu ne acı ki ailevi çıkarları uğruna seçmiş olduğu yolda öylesine hatalara düşmüştür ki, ne yazık ki bazılarının kalbinde kurmuş olduğu tahtı koruyamamıştır. Bir de nedense eski yıllarda para kazanmak uğuruna şarkıcılığa soyunup güzelim Türk müziği parçalarında zor yerleri kendi beceremeyip başkemancısına söyletince o zamanlarda da gözden düşmüştü.
Sıra geldi Filiz Akın’a. Her zaman zarif, güzel ve karizmatik olmuştur. Oğlu ile çevirmiş olduğu “Yumurcak” filmi çeşitlemelerinin birçoğumuz tiryakisi olmuştuk. Bu filmleri ben iki ayağım bir pabuçta olsa illâki izlerdim. Ediz Hun’la birlikte oynadığı Ankara Ekspresi’ndeki güzelliğini bugün bile anımsıyorum.
Öztürk Serengil çok yetenekli bir komedyendi. “Yeşşee” söylemiyle bizim zamanımızın gençlerinin ağzından hiç düşmezdi.
Hulusi Kentmen hep sert baba, tatlı dede ama sonunda yumuşayan anlayışlı bir ihtiyar rollerini üstlenirdi. Onu kötü adam olarak kimse görmemiştir sanırım.
Necdet Tosun, adile Naşit, Sami Hazinses, Suna Pekuysal, ve diğer pek çokları o naif komedi filmlerinin ayrılmaz parçalarıydı ve kuşkusuz ünlüler ünlüsü Münir Özkul.
Dönelim yine eski filmlere, ilk filminde oynayan aynı okuldan mezun olduğumuz Filiz Akın ve yine ilk filmiyle parlayan Göksel Arsoy “Akasyalar Açarken” adlı filmle fırtınalar estirmişlerdi. Film özellikle Ankara’da gerçekten bir olay olmuştu, özellikle Ankara Koleji öğrencileri arasında.
Öyle güzel filmler izledik ki. Metin Erksan’ın bence en güzel filmlerinden olan “Kuyu”da iktidar, güç ilişkisi ve aşkın tüm açmazları irdelenir. Metin Erksan gibi büyük bir ustayı yorumlamak kuşkusuz benim haddimi aşar.
Çok etkisinde kaldığım, her gördüğümde izlediğim, birçok repliğini sanki ezbere bildiğim “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmine değinmesem olmaz. Türkan Şoray’ın güzelliği, yakışıklı kadir İnanır’ın hercai aşkı, filmin özverili gerçekçiliği pek çok insanın belleğine kazınmıştır. Kadir İnanır da benim için büyük bir düş kırıklığıdır.
Bilmem bilir misiniz Türkan Şoray aynı zamanda çok da iyi bir komedyendir. Ediz Hun’la oynadığı ve o filmlerde canlandırdığı tipler insanları kahkahalara boğardı. Bir sekreter tiplemesi vardır ki hâlâ gözümün önündedir.
Derken bir Tarık Akan çıktı; romantik komedilerin prensi. Ona kimler âşık olmadı ki tüm genç kızlar ve rol gereği, Gülşen Bubikoğlu, Filiz Akın, Emel Sayın ve daha niceleri. Sonra birden Tarık Akan’ın içindeki cevher fışkırdı. “Eylül Fırtınası” ve diğer pek çok toplumsal iletiler taşıyan filmleri. Atıf Yılmaz’ın Tarık Akan ve Türkan Şoray’ı oynattığı güzeller güzeli “Berder” filmi ve daha birçok sosyal mesaj içeren filmler.
Üzülürüm, üzülürüm Cüneyt Arkın’a üzülürüm. O dünyalar güzeli adam dünyanın en kötü filmine imza atacağına bari doktor olarak kalsaydı.
Ölünün arkasından konuşulmaz. Kartal Tibet sinemada ünlü olmadan önce tiyatro oyuncusuydu. Ankara’da oynamış olduğu Albert Camus’un “Kaligüla” adlı tek kişilik oyununda harika bir performans sergilemisti. O ne görkemli bir yorumdu. Sonra sinemaya geçti, önce romantik filmlerde oynadı sonra saçma sapan bir “Karaoğlan” tutkusuna kapıldı; kendini harcadı.
İzzet Günay da bir zamanların jönleri arasındadır. Çizgisini hiç değiştirmeyen, saygınlığını hep korumuş olan bir oyuncu.
Film çevirmiş olanlar arasında günümüzün fenomeni haline gelmiş Ajda Pekkan da var. Oyunculuk yeteneğini bilmem ama bugün bile bir idol gibi sahneleri dolduruyor ya, helâl olsun dememek mümkün değil.
Ediz Hun tam bir beyefendi, Salih Güney pek yakışıklı, Selma Güneri yerini dolduran bir sanatçı, Hale Soygazi ve diğerleri… Daha kimler var kimler.
Genç oyuncuların, yeni filmlerin içinde o kadar çok beğendiklerim var ki, hangisinden söz etsem bilemedim. İyisi mi bizi onurlandıran, dünya film platformlarında adımızı yücelten Nuri Bilge Ceylan ve Ferzan Özbetek’e duyduğum hayranlık ve sevgilerimle yazımı sonlandırayım.
Burada söz etmediklerim unuttuğumdan değil yazımı uzatıp okurlarımın sabrını zorlamak istemediğimdendir. Bir başkası daha neler, neler yazabilir bu konuda. Hepsini dört gözle bekliyorum.