Nedim Şener’in, Ayasofya’nın câmiye çevrilmesi vesîlesiyle yaptığı konuşmada, “Kendimi Fâtih’in yeniçerisi gibi hissettim.“ sözlerini eleştirenler var. “Abdülnedim”, “Nedim Şener, hidâyete erdi.” gibi dalga geçmeler, hoş değil. Üslûb ve kullanılan kelimeler, eleştirinin kalitesini yok edip magazinleştiriyor. Maalesef, Şener’in cevapları da kaliteyi düşürdü.
Nedim Şener’deki değişim, benim de dikkatimi çekti. Eleştirdim de. Kızdı. Bilmem hatırlar mısınız, mültecilere sâhip çıkmada ikiyüzlü davranan Angelina Jolie’ye seslendiği yazısı sebebiyle, “Lindsay Lohan’ı niye görmüyorsunuz?” diye sormuştum. Lindsay Lohan gibi sapık bir stara dokunmak, onu Türkiye’ye getirip kamp kamp dolaştırarak Amerikan merhametini övenlere dokunmaktı. Hilâl tekme, Helâl Tekme’ye benzemiyordu.
Helâl Tekme, Nedim Şener’in 2014’de yazdığı kitabı. Yusuf Yerkel’in Soma’da vatandaşa attığı tekme sebebiyle kaleme almıştı. “Nedim Şener’den isyan kitabı” diye piyasaya sürülmüştü. Kitabın tanıtım bültenindeki şu ifâdelere dikkatinizi çekmek istiyorum:
14 Mayıs 2014 günü, Başbakan bir vatandaşı tokatlarken, birkaç dakika sonra Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel de Başbakan’ın konvoyundaki cipe tekme atmaya çalışan madenci Erdal Kocabıyık’a benzeri görülmemiş bir hırs ve kinle tekme üstüne tekme atmaya başladı.
O tekme on yıldan beri türlü çeşitli hakaretlerle ötekileştirilmiş olan insanları aşağılamanın en rezil biçimiydi. O tekme yalnız Erdal Kocabıyık’a atılmıyordu, o tekme her itiraz edene ve her sesini çıkarmaya yeltenene atılıyordu. Ey halkım, o tekmeyi unutma!”
Nedim Şener, o tekmeyi unuttu. Dedim ya Yusuf’un tekmesi, Hilâl’in tekmesine benzemiyor.
Yine de “Fâtih’in yeniçerisi” ifâdesinde bir hikmet gördüm.
İstanbul’un fethinde Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olan askerlere “ni’melceyş” denir. Güzel asker demektir. Zannetmeyin ki fethe katılan askerlerin hepsi ni’melceyştir.
Bir şâir Türk milletini tasvir ederken şöyle diyor: “Peygamber müjdesine vatan bırakıp gelen millet” Ni’melceyş, İslâm’ı kabul edince fetih rüyâsı görmeye başlayan Horasan erenlerinin rûhunu taşıyan askerlerdi. Onlar muhâsara esnâsında bu rüyâdan vazgeçmezken, daha yedi sene evvel yarım akçe bahânesiyle genç Mehmed’i tahtından indirip Haçlıların ekmeğine yağ süren yeniçeriler, homurdanmaya başlamıştı. Netîcede şehrin yağmasına izin çıkınca gayrete geldiler. Elde edecekleri dünyâlığın hatırına, yedi sene evvel “istemezük” dedikleri Mehemmed Hân’ın sâdık bendesi oldular.
Maalesef, fetihteki yeniçeri rûhu böyleydi. Keşki Nedim Şener, “yeniçeri” yerine “ni’melceyş” deseydi diyeceğim ama demeyene değil, dedirtmeyene bakmak lâzım.
CUMHURBAŞKANIMIZA HAYRANLIĞIM ARTTI
Paranın gücüne inanan bir adamdan, şöyle bir şey duymuştum:
“Çok param olsa dört kadın alır; dördünü de birbirlerinden haberi olmadan aynı binâda oturturum.” “Almayı anladım da haberleri nasıl olmuyor?” diye sorunca, “Başlarından yağdırırsan olmaz.” demişti.
Şimdi anlıyorum ki olmadığından değil, paranın susturma kuvvetindendi.
2011’de birisi deseydi ki, “Erdoğan, Ayasofya’yı câmiye çevirecek ve şu içeri atılan gazeteciyle onu içeri attıranların emrindeki gazeteciye birlikte namaz kıldıracak.”, “Hadi canım!” derdim. Suyun kaldırma kuvvetine kuvvetle inanıyordum ama paranın susturma kuvvetiyle henüz tanışmamıştım.
2020’deyiz.
Nedim Şener, 2011’de kendisini hapse tıkanların safında yer alan gazeteciyle birlikte Ayasofya’da saf tuttu. Sorsanız, “Haberim yok” diyeceğinden eminim.
Yeniçeri olmak, böyle bir şey işte!
Dün isyan ettiğini, bugün göklere çıkarırsın.
“Ayasofya’da ruhlar buluştu.” diyen Nedim Şener’e, Yahyâ Kemal’i okumasını tavsiye ediyorum. Türk-İslâm medeniyetinin büyük şâirinin niye Ayasofya için şiir yazmadığını; niye Süleymâniye’nin vârisi olmakla mağrûr olduğunu anlamasını diliyorum.