İnsanlar arasında iletişim, teknolojide gerçekleşen her yeni icatla biçim değiştiriyor. Telefon devreye girmeden önce birbirlerine yakın yaşayan insanlar yüz yüze görüşmek zorundaydı; uzaktakiler için uzun yıllar iletişim imkanı mektup ve telgrafla sınırlıydı.
Telefon yepyeni bir iletişim yolu açtı.
Hayatımın iki ayrı döneminde uzunca sayılabilecek sürelerde iki ayrı ülkede yaşadığımda yakınlarımla bağlantımı telefon ve mektup sağladı. Londra’da eve yakın kulübeden görüştüğüm telefon memurundan ertesi gün belli saatte bağlanma randevusu alırdım. ABD’de evimizde telefon vardı, ancak aşırı masrafını düşünerek Türkiye’yi zırt fırt arayamıyorduk.
Oralardan gönderdiğim mektup ve kartları yakınlarım saklamış, ara sıra bakar o günlerde yaşadıklarımızı hatırlarım.
En son ne zaman mektupla haberleştiğim belleğimden silinmiş. Artık biriyle görüşeceksem telefonu, yazışmam gerektiğinde de e-postayı kullanıyorum.
Akıllı telefonlar internet üzerinden ücretsiz ve yüz yüze görüşme imkanı da sağlıyor. Zoom üzerinden topluca da görüşülebiliyor.
Siyasi hayat ve diplomasi de bu gelişmelerden etkilendi elbette; ancak yine de zihinlerimiz eski kalıpların etkisinde.
Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki parti ile dört partinin geçmiş seçimlerde birlikte hareket ettiği, sonradan kurulmuş iki partinin de ilgi duyduğunu belli ettiği Millet İttifakı’nın liderlerinin birbirlerini ziyaretleri önemseniyor.
Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin birbirlerini ziyaretleri…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Meral Akşener’in, Temel Karamollaoğlu’nun, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun ikili görüşmeleri…
Abdullah Gül’e ziyaretler…
Bunlar üzerinde spekülasyonlar yapılıyor, neden görüşüldüğü, neler konuştukları uzun uzadıya yorumlanıyor.
Nedense kimsenin aklına “Bu liderler arada birbirlerini telefonla aramaz mı, akıllı telefonların yüz yüze izlenimi veren görüntülü konuşma özelliğinden yararlanmazlar mı?” sorusu gelmiyor.
Oysa ziyaretle yüz yüze bir kere görüşüyorlarsa, muhtemelen bir çok kez telefonla da birbirlerini arıyorlardır.
Yüz yüze gelmek, araya üçüncü kulakların girme ihtimali yüzünden mahrem konular görüşülmesi gerektiğinde başvurulan bir yöntem olmalı.
Teknoloji başkalarının telefon konuşmalarını gizlice dinleme imkanı da sağlıyor. Konuşanlar bunu aşmak için ne tedbire başvururlarsa başvursunlar alınan her tedbiri geçersiz kılmayı sağlayan teknoloji devletlerin elinde bulunuyor. Bundan mahrum devletler de yüksek bedeller ödeyerek bunu sağlayan programları satın alıyorlar.
İsrail firması NSA bu alanda öncü.
ABD ile Almanya’nın uzaydaki uydularıyla birbirlerinin liderlerinin telefon konuşmalarını dinlediklerini iki ülkenin gazeteleri yazdıkları ve taraflar da bunu kabul ettikleri için biliyoruz.
İki ülke aynı imkanı kullanarak başka ülkelerin liderlerini de dinliyordur.
Rusya ile ABD’nin, Çin ile ABD’nin birbirlerinin diplomatik temsilciliklerinin telefonlarını dinledikleri de yine gazetelere birkaç kez haber konusu oldu.
Ülkeler liderlerinin birbirlerini ziyaretleri de bu bilgilerle ilintili olmalı.
Liderler daha hafif, dinlenmeleri sakıncasız konuları telefonla görüşür, başkalarının bilmesini istemedikleri başlıklar için ise karşılıklı -yüz yüze- görüşmeyi tercih eder.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Katar’ı ziyaretine de bu gözle bakabiliriz.
İki ülke -Türkiye ile Katar- son 20 yıl içerisinde bölgede birbiriyle en iyi anlaşan ülke haline geldiler… Türkiye’nin Katar’da askeri üssü var, Katar’ın da Türkiye’de hayati sayılabilecek alanlarda yatırımları… Katar’ın doğal üyesi olduğu Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın (KİT) diğer altı üyesi, Türkiye ile araları bozulunca, 2017 yılında, Katar’ı hedef alan bir dizi girişim başlattı.
Katar KİT üyelerinin ambargo kararına rağmen Türkiye ile ikili ilişkilerini sürdürdü.
Trump döneminin Ortadoğu’daki dengeleri bütünüyle değiştirme sonucu doğuran ‘İbrahim Mutabakatı’ (The Abraham Accords), pek çok Körfez ülkesinin İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişki kurmasını sağladı.
Başını Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan’ın çektiği bu yeni gelişme Katar’ı -bir dereceye kadar Türkiye’yi de- etkiledi.
En son, Katar, dönem başkanı Suudi Arabistan’da bu ay içerisinde yapılacak 42. KİT Zirvesi’ne Suud Kralı tarafından davet edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar’ı ziyaretinden bir gün önce Suud dışişleri bakanı davetiyeyi Katar Emiri’ne elden takdim etti. [Kendisinden kısaca MbS diye söz edilen Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman da dün oradaydı. Ne tesadüf… Tabii bu bir tesadüf ise…]
Türkiye’de de etkili ve yetkili ağızlar uzun süredir diplomatik temsilin en düşük düzeyde yürütüldüğü İsrail ile yeniden aranın düzeltileceği yolunda açıklamalar yapmakta.
Katar kendisine ambargo konulmasını getiren, diğer Körfez ülkelerinde ‘terör örgütü’ muamelesi gören Müslüman Kardeşler’e arka çıkma itirazını ortadan kaldıracak tedbirler aldı; Türkiye de Müslüman Kardeşler ile irtibatlı bilinen İstanbul merkezli televizyonlara bir süredir yayınlarında belli konulardan uzak durmaları telkininde bulunuyor.
Diğer Körfez ülkelerinin Katar’dan bekledikleri, ülkelerindeki Türkiye’nin askeri üssünü kapatmasıydı.
Bu kez, Cumhurbaşkanı Erdoğan oraya gitmişken, Katar’daki Türk askeri birliğini de ziyaret etti ve orada bir konuşma da yaptı.
Acaba liderler arasındaki görüşmelerde neler konuşulmuştur?
Medyamız ziyaretten Katar’ın Türk ekonomisine ne tür katkılarda bulunabileceği yolunda spekülasyonları gündeme taşıdı.
Katar dışişleri bakanının Türk mevkidaşıyla birlikte yaptığı basın toplantısında sarf ettiği “Türkiye’nin yaşadığı ekonomik zorluklardan çıkacak fırsatlara baktıkları” cümlesine odaklanıldı.
Orada yanında götürdüğü gazetecilerle buluşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulmuş sorulara göz attığımda görünenin ötesinin kurcalanmadığını anladım.
Telefonla da konuşulabilecek konu başlıkları dışında bir ayrıntı bulamadım.
Mutlaka vardır ve -olumlu veya olumsuz- etkileri mutlaka görülecektir.