Bugün aslında dün'dü.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1915 yılındaki Çanakkale Zaferi, 1916 yılında Irak cephesindeki Kut’ul Amare Zaferi ile Osmanlılar, İngilizlere karşı önemli zaferler kazandı.
Ancak Mart 1917'de, Irak cephesinde ve Ekim 1917’den itibaren de Filistin cephesinde İngilizler ile yapılan ve başarısız olunan savaşlar sonucunda, Orta Doğu'nun en önemli şehirleri olan Bağdat ve Kudüs’ü kaybetti?!
Nitekim...
31 Ekim 1917’den itibaren kırk gün devam eden savaşlar sonucunda, Kudüs İngilizlere teslim edildi?!
Başka?!
Yahudiler, Yahudi devletini kurmaya giden yolun açılabileceği düşüncesiyle İngiliz işgalini memnuniyetle karşıladı.
İngilizler, 2 Kasım 1917’de "Balfour Deklarasyonu"nu yayınladı.
Yani?!
Kudüs'ü işgal ettikten sonra burasını mandanın başkenti olarak ilan etti, şehrin kutsal yerlerini koruyacaklarına dair garantiler verdi?!
Nüans?!
Deklarasyonla, İngiliz hükümeti, Filistin'de bir Yahudi yurdu (devleti) kurulmasını desteklediklerini bildirmiş ancak bunun şartı olarak, Filistin'deki "Yahudi olmayan halkların" haklarına halel gelmemesini öne sürmüştü?!
Hal böyleyken...
Balfour Deklarasyonu'nda Yahudilerin "Yahudi Devleti" olarak yorumladığı bir "ulusal yurttan" bahsedilirken, nüfusun neredeyse yüzde 90’ını oluşturan Arap halkının ismi zikredilmeyerek, bunlar "Yahudi Olmayan Topluluklar" olarak geçiştirildi.
Demem o ki:
Bu durumun, Birinci Dünya Savaşı sonrası tartışılan ulusların ya da halkların kendi geleceklerini tayin etmeleri ilkesi ile bağdaştığı da ayrı tezat.
İngiliz yönetimi boyunca, dünyanın dört bir tarafına dağılmış halde yaşayan Yahudilere, Filistin ve Kudüs’ün kapıları açıldı.
Yani?!
Bu dönemde, Araplarla "paylaşılmış bir yurt"tan ziyade, Yahudiler için oluşturulacak "ulusal yurt"un zemini hazırlandı.
Demem şu ki:
İngilizler, Kudüs için ilk kent planını 1918 yılında yürürlüğe koydular.
Bu planla Kudüs, dört bölgeye ayrıldı.
Birinci bölge, duvarların içinde kalan eski kentti.
Burada yeni bina inşa edilmesi yasak'lanmıştı.
İkinci bölge, eski kenti çevreleyen, inşaatın yasak olduğu yeşil alan'dı.
Üçüncü bölge, eski kentin kuzeyine ve doğusuna doğru, inşaatın özel izne tabi olduğu bölge'ydi.
Dördüncü bölge, eski kentin kuzeyine ve batısına doğru, modern yapılaşma için ayrılan alan'dı.
Hülasa:
Bu planlama, eski kenti, Kudüs’ün geri kalanından ayırıyor'du.
Modern yapılaşma için ayrılan dördüncü bölge, ilerde "Batı Kudüs" olarak anılacak olan bölge.
Bu planın etkileri, bugünkü Kudüs’te halen büyük ölçüde görülmekte.
Yeni kent, Yahudilerin yerleşimi için ayrılan alan'dı.
Nitekim...
1920’li yıllarda, duvarların dışında kalan bölgede, Yahudi göçmenler için yeni yerleşim yerleri kuruldu.
Netice:
Bu yerleşim politikası sonucu, manda döneminin sonuna gelindiğinde, yeni kentteki Yahudi sayısı yaklaşık 100.000’e yükselirken, Arapların sayısı 30.000 kadar'dı?!
Sözün özü:
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Filistin’de manda yönetimini sürdüren İngiltere’nin politikasında bir ikilem doğdu?!
Yani?!
İngiltere, bir yandan Birinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere, Filistin'de "ulusal yurt" sözü vermişti.
Diğer yandan, petrol çıkarları ve bölgenin stratejik önemi, Araplara karşı bir politika yürütmesine engel oluyordu?!
Bu nedenle de, Filistin’e göç edecek Yahudi sayısına kota koymak istedi.
Bunun üzerine, İngiliz birliklerle çatışmaya başlayan Yahudi örgütler, yasal olmayan yollarla Filistin’e göç faaliyetlerini yoğunlaştırdı?!
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise İngilizler, Filistin’deki manda yönetimine son vererek, sorunu Birleşmiş Milletler’e (BM) devretti'ler.
Nüans?!
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra MC’nin yerini alan Birleşmiş Milletler (BM), 1947 yılında Filistin’e Özel bir Komite (UNSCOP) gönderdi.
BM Filistin Özel Komitesi, Filistin’e ilişkin bir bölme planı geliştirdi.
Hülasa:
Genel Kurul, iki aylık yoğun müzakerelerin ardından, 29 Kasım 1947’de Filistin Özel Komitesi tarafından sunulan "Ekonomik Birlik ile Bölünme Planı"nı, küçük değişiklerle 181 sayılı karar olarak kabul etti?!
Söz konusu karar, Filistin’de manda yönetiminin kaldırılmasını, İngiliz ordusunun Filistin’den aşamalı olarak çekilmesini, iki ayrı devletin kurulmasını ve Kudüs’ün sınırlarının çizilmesini öngörüyordu.
Plan özetle şöyle:
- En geç 1 Ocak 1948’e kadar Arap ve Yahudi Devletlerinin kurulması
- Filistin’in sekiz parçaya bölünmesi:
Üç parça Arap Devleti’ne, üç parça Yahudi Devleti’ne tahsis edilecek; Yahudi bölgesinin içindeki Yafa kentinde bir Arap yerleşim bölgesi oluşturulacak.
- Sekizinci kısım olan Kudüs ise, BM Vesayet Konseyi tarafından uluslararası bir yönetim şekli ile idare edilecek.
Plan ayrıca, bağımsızlıktan önce atılması gereken adımları içeriyordu.
Vatandaşlık, transit geçişler, ekonomik birlik ve her iki Devletin geçici hükümetlerince kutsal mekanlara erişim ve dini ve etnik azınlıkların hakları konularında her iki tarafın bir bildiri yayınlamalarını öngörüyordu.
181 (II) sayılı karar ile Genel Kurul, kararın uygulanması için bir Filistin Komisyonu kuruyor ve Güvenlik Konseyi’nden taksim planının uygulanması için gerekli önlemleri almasını istiyordu.
Yahudi temsilciliği, önerilen sınırlar konusunda hoşnutsuz olsa da kararı kabul etti.
Ancak, Filistinli Araplar ve diğer Arap Devletleri planın, BM Antlaşması’nın "halkların kendi kaderlerini tayin hakkını"nı içeren hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle reddetti.
Bu reddedişin aslında ne kadar büyük bir hata olduğu, giderek kayıpların sürekli arttığını söylemek mümkün.
Bu karar, Kudüs’ü bir "corpus separatum"/"bölünmüş bütün" olarak BM Vesayet Konseyi’nin yönetimi altında uluslararası bir kent haline getiriyordu.
Yani?!
Yahudilerin ayrı bir devlete sahip olmaları, Kudüs’ü uluslararası bir yönetim altına bırakmalarına bağlıydı.
Yahudi temsilciliği, bu öneriyi kabul etmişti.
BM Genel Kurulu'nda 181 (II) sayılı kararın kabulünün ardından, İngiltere güçlerini Filistin’den çekti.
Nitekim...
14 Mayıs 1948’de Yahudi temsilciliği, Taksim Planı ile Yahudilere tahsis edilen bölgede İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.
Filistin’de, Arap ve Yahudi halkları arasında şiddetli çatışmalar başladı.
Ertesi gün, komşu Arap Devletleri'nin (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak) askeri birlikleri, Filistin Araplarına yardımcı olmak için bölgeye girdi.
Böylece, ilk Arap-İsrail Savaşı başladı.
Hal böyleyken...
11 Mayıs 1949’da Genel Kurul'un 273 (III) sayılı kararıyla İsrail, BM üyeliğine kabul edildi.
Nüans?!
İsrail’i BM üyeliğine kabul eden kararda, İsrail’in, "barışsever bir devlet olarak, BM Antlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getirmeye istekli olduğu ve Genel Kurul'un 29 Kasım 1947 ve 11 Aralık 1948 tarihli kararlarını kabul ettiklerine dair İsrail temsilcisinin bildiri ve açıklamalar sunduğu" belirtiliyor, İsrail’in BM üyeliğine kabul edildiği bildiriliyordu.
Ezcümle:
Savaş sonunda imzalanan Mütareke Anlaşmaları'yla İsrail, Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 80’ini ve Kudüs’ün yarısını ele geçirmişti.
Taksim kararıyla, Filistin’in Araplara bırakılan kısmı da savaş sonunda, İsrail ile Ürdün arasında paylaşılmıştı.
Savaşın bir diğer sonucu, günümüze kadar sürecek bir "Filistin mültecileri" meselesini ortaya çıkarması.
Başka?!
1950’li yılların sonuna gelindiğinde, Filistinli mültecilerin sayısı 1.000.000’u geçmişti.
Diğer yandan İsrail, 1950 yılında çıkardığı "Geri Dönme Yasası" ile dünyanın farklı yerlerindeki Yahudilerin İsrail’e yerleşebileceğini hükme bağladı.
Demem şu ki:
Bu yasa ile İsrail, Filistin ve Kudüs’te Yahudi çoğunluğu oluşturmaya çalışıyordu.
1948 Savaşı’nın çıkmasıyla, 1947 Taksim kararı anlamını yitirmişti.
Taksim kararından önce, manda döneminde gerçekleşen göçlerle Filistin’deki Yahudi nüfusun oranı yüzde 31 olmuştu.
Yahudilerin sahip oldukları toprakların oranı ise yüzde 6-7 dolaylarındaydı.
Oysa "taksim kararıyla" BM Genel Kurulu, ABD’nin de baskılarıyla Filistin’in yüzde 56’sını Yahudilere bırakmıştı.
Dolayısıyla bu karar, Arap halkı tarafından adil bulunmayarak reddedilmişti.
İsrail'e "taksim kararıyla" verilen topraklar bile tartışmalıyken, 1948-49 Savaşı’nda İsrail bu toprakları yüzde 78’e çıkardı.
İsrail, savaşta işgal ettiği Kudüs topraklarını kendi egemenliği altına almak için hızlıca adımlar attı.
Eylül 1948’de İsrail Yüksek Mahkemesi'ni Batı Kudüs’e taşıdıktan sonra, Şubat 1949’da Knesset’i (İsrail Parlamentosu) de buraya nakletti.
6 Nisan 1949’da Ürdün ile İsrail arasında imzalanan ateşkes anlaşması, de-facto olarak sınırları çizmişti.
23 Ocak 1950’de Knesset, 1949 İsrail-Ürdün ateşkes Antlaşması ile çizilen sınırlar kapsamında Kudüs’ün kendisine düşen kesimini, Batı Kudüs’ü İsrail devletinin başkenti ilan etti.
1951 yılında da Bakanlar Kurulu'nu ve Bakanlıkları buraya nakletti.
1967 Arap-İsrail Savaşı, Filistin meselesinde bir dönüm noktası oldu.
Yaşanan yenilgiden sonra Arap tarafı için mesele artık İsrail devletinin ortadan kaldırılması meselesi değil, 1967 Savaşı’nda kaybedilen toprakların geri alınması olacaktır.
İsrail savaş sonunda Gazze’yi, tüm Sina yarımadasını, Golan Tepeleri'ni, Ürdün’ün elinde olan Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’nın tamamını ele geçirdi.
Böylece, iki bin yıldan sonra ilk kez Kudüs’ün tamamı tekrar Yahudilerin eline geçiyordu.
Demem o ki:
1967 Savaşı ile Kudüs’ün tamamının İsrail’in eline geçmesi sonucunda İsrail’in Kudüs’ü bir İsrail şehrine çevirme, bu kutsal kentin İslam dünyasıyla bağlantısını kesme tehlikesi doğmuştu.
Türkiye’nin o dönemde Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil, 22 Haziran 1967’de yaptığı açıklamada, Türkiye’nin kuvvet yoluyla toprak kazanılmasına karşı olduğunu, Türk milletinin Kudüs’teki kutsal yerlere karşı büyük bir ilgisinin olduğunu, İsrail’in bölgede birtakım oldu bittiler yaratmaması gerektiğini belirtmişti.
Amerika'nın, 1967 Savaşı’ndan sonra açıkladığı Kudüs’le ilgili görüşleri ise şöyleydi:
"Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik hiçbir önlem kabul edilemez.
Kudüs meselesi; geniş kapsamlı, adil ve sürdürülebilir bir Orta Doğu barışının bir parçası olarak ele alınmalı ve çözülmelidir.
İsrail’in aldığı bu önlemler yalnızca geçici mahiyettedir ve Kudüs’ün gelecekteki daimi statüsünü etkilemez.
Bölge, diğer işgal altındaki bölgeler gibi uluslararası hukukun hükümlerine tabidir."
İsrail Parlamentosu Knesset ise; İsrail hukukunu, yargısını ve idaresini 27 Haziran 1967’de mevcut yasalarında yaptığı değişikliklerle Doğu Kudüs’ü, Kudüs belediye sınırları içine dahil etti?!
1967 Savaşı’ndan sonra modern tarihte ilk kez Kudüs’ün tamamı Yahudilerin egemenliğine girdi.
1967 Savaşı’ndan sonra İsrail, Doğu Kudüs’te kontrolü ele geçirmek, burayı Yahudileştimek için çok sayıda idari ve yasal tedbir uyguladı.
Bu önlemler, İsrail’in işgal ettiği Kudüs’ün Arap kesiminden çekilmeyi düşünmediğini göstermekteydi:
- 1948 yılından beri görev yapan Doğu Kudüs’teki Filistinli Belediye Başkanı'nı görevden alarak, sınır dışı etti ve belediye meclisi dağıtıldı.
- 8 Haziran 1967’de İsrail hükümeti, Ağlama Duvarı’nın önündeki Mağribi (Fas) mahallesini, Ağlama Duvarı’nda ibadet edenlere yer açmak gerekçesiyle yıktı.
Oysa, 1930’daki Araştırma Komisyonu'nun inceleme sonuçları, Ağlama Duvarı’nın Harem-i Şerif’in bir parçası olduğunu teyit ediyordu.
- Knesset, 26 ve 27 Haziran 1967’de Kudüs’ün belediye sınırlarını Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’nın bazı bölümlerini de içine alacak şekilde genişleten üç yasa çıkarttı, İsrail’in idaresini, hukukunu ve yargısını buralara genişletti.
Başka?!
Temmuz 1980’de Knesset, Kudüs’ün, İsrail’in "bölünmez ve ebedi başkenti olduğuna dair yasa"yı kabul etti.
Hal böyleyken...
BM Genel Kurulu, 21 Ekim 2003’te aldığı ES-10/13 sayılı kararla, bölgede yan yana yaşayacak iki devletli çözümü yeniden teyit etti.
Başka?!
Doğu Kudüs’ün içinden ve etrafından geçen işgal altındaki Filistin topraklarında inşa edilen duvarın uluslararası hukukun ihlali olduğunu bildirdi.
Başka?!
Söz konusu duvar inşaatının, Filistinlileri insani açıdan daha da zora sokacağını, gelecekteki müzakereleri etkileyebileceğini, iki devletli çözümü fiziki olarak imkansız hale getireceğini belirtti.
Başka?!
Duvar inşaatının fiili ilhak anlamına geldiğini ifade ederek, inşaatın derhal durdurulmasını, inşa edilen kısımlarının yıkılmasını istedi.
Başka?!
Tarafların "Yol Haritası" kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerektiğini ifade etti.
Başka?!
BM Genel Kurulu ayrıca, ES-10/14 sayılı kararında, konuyu Uluslararası Adalet Divanı’nın ele almasını istedi.
Nitekim...
Konuyu ele alan UAD, 9 Temmuz 2004’te danışma görüşünü açıkladı:
"İşgal altındaki Filistin topraklarında inşa edilen duvarın ve beraberinde getireceği rejimin, zamanla daimi hale gelecek bir oldubitti, emrivaki haline dönüşebileceği, de facto (fiili) olarak ilhaka eşdeğer sonuçlar yaratabileceği yönündeki endişesini" dile getirdi.
Duvar inşasının, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını kullanmalarını ciddi şekilde engelleyebileceğini ve bu nedenle, İsrail’in bu hakka saygı gösterme vecibesini ihlal ettiğini bildirdi.
Başka?!
Filistinlilerin bir kısım haklarını şiddetle ihlal ettiğini, İsrail’in uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları belgelerinden kaynaklanan çeşitli sorumluluklarını ihlal ettiğini dile getirdi.
Sonuç olarak UAD, İsrail tarafından Doğu Kudüs dahil olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında inşa edilen duvarın ve buna bağlı rejimin uluslararası hukuka aykırı olduğuna karar verdi.
Hasılı:
UAD, İsrail’in duvar inşaatine son vermesini, inşa ettiği duvarı yıkmasını, zarar görenlere tazminat ödemesi gerektiğini belirterek, BM Genel Kurulu'nu ve Güvenlik Konseyi'ni İsrail’e karşı yaptırım uygulamaya davet etti.
İsrail ise, ABD’nin desteğine güvenerek, BM kararlarını ihlal etmeye ve Kudüs dahil işgal altındaki Filistin topraklarının statüsünü değiştirmeye yönelik önlemler almaya devam etmekte.
Filistin tarafının, barış müzakerelerinde Batı Kudüs’ün İsrail’e ait olduğunu önceden kabul etmesinin bir hata olduğu değerlendirmesi yapılabilir.
Oysa ki, BM Genel Kurulu'nun 181 No’lu corpus separatum kararında öngörüldüğü şekilde Kudüs bir bütün olarak müzakere masasında kalmaya devam etmeliydi.
BM Güvenlik Konseyi'nin 478 sayılı kararı, BM Güvenlik Konseyi'nin 20 Ağustos 1980 tarihinde aldığı kararla İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgal etmesi ve Kudüs'ü başkent ilan ettiği kanunu kınandı.
Kudüs'te diplomatik temsilciliği bulunan ülkelerden temsilciliklerini kutsal şehir Kudüs'ten Tel Aviv'e taşıması istendi.
BM Güvenlik Konseyi 20 Ağustos 1980 tarihinde yaptığı 2245 numaralı oturum sonucunda, İsrail'in Kudüs'ü İsrail Devleti'nin "tam ve birleşik" başkenti ilan eden 30 Temmuz 1980 tarihli Kudüs Yasası'nı uluslararası hukukun ihlali olarak kınadı.
Kararda, konseyin bu yasayı tanımayacağı belirtilerek üye ülkeler de konseyin kararını kabul etmeye çağrıldı.
Bu karar, aynı zamanda BM üyesi ülkeleri, diplomatik misyonlarını Kudüs'ten Tel Aviv'e taşımaya davet etmektedir.
Karar, Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden dördü olan Birleşik Krallık, Çin, Fransa ve Sovyetler Birliği ile on geçici üyenin evet oyu ile onaylandı.
ABD oylamaya katılmadı ancak kararı veto da etmedi.
İsrail kararı kategorik olarak reddetti.
İsrail Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada; "Kudüs bir daha asla parçalanmamak üzere birleşik bir şehir olarak kalacak ve egemen bir devlet olan İsrail'in başkenti statüsünü zayıflatmayacaktır" ifadelerine yer verdi.
BM Güvenlik Konseyi'nin 478 sayılı kararı kabul etmesinin ardından Kudüs'te büyükelçiliği bulunan Bolivya, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, Guatemala, Haiti, Hollanda, Kolombiya, Panama, Şili, Uruguay ve Venezuela diplomatik temsilciliklerini Tel Aviv'e taşımaya başladı.
2006'da El Salvador ve Kosta Rika'nın da elçiliklerini Kudüs'ten Tel Aviv'e geri taşımasıyla şehirde hiçbir büyükelçilik binası kalmadı.
6 Aralık 2017'de ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs'ü resmi olarak İsrail'in başkenti olarak ilan etti, Tel Aviv'de bulunan Amerikan Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınması talimatı verdi.
Aynı gün Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, "Çek Cumhuriyeti, İsrail-Filistin barışının imzalanmasından önce Kudüs'ün 1967 sınırları çerçevesinde İsrail'in başkenti kabul edilmesini tanıyor" ifadeleri kullanıldı.
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD'nin altında imzası olduğu BM Güvenlik Konseyi'nin 478 sayılı kararını bu adımla yok saydığını belirtti, hiç kimsenin hukukun üstünde olmadığını ve hiçbir ülkenin de pazusuna güvenerek uluslararası hukuku yok sayamayacağını söyledi.
İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye ve Arap Ligi Dönem Başkanı sıfatıyla Yemen, ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığı kararı reddetti, yasa dışı ve geçersiz kabul etti.
Ayrıca, BM üyesi tüm devletlere Kudüs'te diplomatik misyon kurmaktan kaçınma çağrısı yapıldı.
Tasarının kabulü için oylamaya katılan ülkelerin üçte ikisinden fazlasının lehte oy kullanması üzerine karar tasarısı kabul edildi.
BM'in diğer organları tavsiye niteliğinde kararlar alırken, Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlar devletler için bağlayıcı nitelikte'dir.
BM Antlaşması’nın 25. maddesine göre Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları kabul edip uygulamak zorundadır.
Ezcümle:
Kudüs, günümüzde resmi olarak İsrail'in başkenti olarak kabul edilmemekle birlikte, 1947 yılında kabul edilen BM Paylaşım Planı uyarınca, "Corpus Separatum"/"Bölünmüş Gövde" statüsü devam ediyor.
(Derleme)