Şimdi bana gazetecilik dersi vermeye kalkan, iktidar'a yakın bazı isimler için birkaç satır yazmak istiyorum.
Şinasi Nahit, "Gazeteci olunmaz, doğulur" derdi.
Rahmetli Teoman Erel ise "o kadar da abartmamak lazım, diğer mesleklere oranla daha keyifli ve biraz daha renkli bir iş, hepsi o kadar" demişti.
Öcal Uluç ise "Hadiseleri tek boyuttan bakarak değerlendiremezsin. Bir olayda kaç boyut varsa, o kadar boyuttan bakman gerekir. Hadiselere işine gelen boyuttan bakan adama da gazeteci denmez" demişti.
XVI'ncı Louis, 1789'da "Devletin birinci gücü 300 soylu, 300 rahip, 600 de burjuvazi" diye tanımlarken...
Fransız İhtilali'ni takiben ünlü düşünür Edmund Burke, Avam Kamarası'ndan gazeteci tribününe bakıp, "Orada oturanlar dördüncü güç ve hepsinden daha önemlidir" iddiasını ilk olarak ortaya atmıştı.
Fransız İnsan Hakları Bildirgesi'nin 11. Maddesi'nde şu ifade yer alır:
"Düşünce ve görüşlerin özgürce iletilmesi, insanın en değerli varlıklardan biridir!"
Pierre Lazareff, "Demokratik bir rejimde, basın yalan söylerse, rejim de ölüme mahkum olur" der.
Joseph Pulitzer, "Halk her şeyi bilecek" derken, Hürriyet Gazetesi'nin kurucusu Sedat Simavi de, "Bir gazete ya halka satılır, ya da devlete" diyerek, kıldan ince kılıçtan keskince çizgiyi ortaya koymuştur.
Albert Camus da "Basın hükümetin ve paranın gücüne bağımlı olmadığı zaman özgürdür" diye aynı noktanın altını çizer.
Mustafa Kemal Atatürk ise yaklaşımını "Benim en büyük yardımcım matbuattır" sözleriyle ortaya koymuş, işini doğru yapan basının rejimin sindirim sistemini harekete geçirdiğini, sistemi rahatlattığını söylemiştir...
Ali Naci Karacan da, 30 Ağustos 1930 günü, Inkılap Gazetesi'ni yayın yaşamına sokarken "Maksat ve Meslek" başlıklı başyazısında, gazetecilik mesleği üstüne şöyle bir tespitte bulunur:
"Gazi Mustafa Kemal, evvela, insanın en büyük kuvveti olan, 'ümid'ini kaybetmiş bir milleti, çelik iradesinin içinde topladı.
Harbi ve sulhu kazandı.
Vatanı kurtardı.
Saltanatçı ve şeriatçı idareyi parçaladı.
Sonra bu memleketi cihanın en mamur memleketleri ve bu milleti cihanın en medeni milletleri seviyesine yükseltmek için Cumhuriyet'i ve buna mesnet olarak Halk Fırkası'nı tesis etti.
Biz o fırkadanız.
Fırkanın parasız pulsuz, fakat candan adamıyız.
Daima büyük önderin işaret ettiği istikamete doğru yürümek ve onun fikirleri için, o fikirlere karşı olanlarla mücadele etmek.
Mesleğimiz budur.
Halk Fırkası'nın lideri İsmet Paşa hazretlerinden nasıl çalışmamız lazım geldiği hakkında, bizi irşat etmelerini rica ettik.
Müşarünileyh bize şu mektubu yazmak lütfunda bulundular:
'İnkılap Gazetesi'ne,
Bence iyi bir gazetenin hasletleri şunlardır:
İyi ve açık görmek, bir hakim gibi hükümlerinde adil olmaya çalışmak, memleketi kendisi idare ediyormuş gibi mesuliyet hissi taşımaktır, İsmet.'..."
Maalesef ki, bugünün Türkiyesi bu noktanın, bu bakış açısının da gerisindedir.
Nitekim...
Ali Naci Karacan, 1 Ekim 1954 Cuma günkü Milliyet'in başyazısında, yukarıdaki satırların devamı olarak, yeni dönemin gazetecilik ilkelerine dair şu hedefleri ortaya koyar:
"- İktidara dalkavukluk edecek misiniz?
- Hayır.
- Halk Partisi'ni tutacak mısınız?
- Hayır.
- Millet Partisi'ni?
- Hayır.
- O halde kimin gazetesi olacaksınız?
- Halkın gazetesi.
- Halkın gazetesi ne demek?
- Halkın gazetesi şu demek:
Hiçbir siyasi zümreye, hiçbir ecnebi sefarete, hiçbir mali müesseseye kiralanmış veya satılmış olmayan gazete.
Hadiseler karşısında peşin hükümlere kapılmayan, kendisini memleket ölçülerine göre ayarlayan gazete."
Zaman tünelinden süzülüp gelen bu sözlerin hepsi, bugün için de geçerliliğini, Gazeteyi gazete yapan değerler olarak güncelliğini korumaya devam ediyor...
Hal böyleyken...
Bugün gelinen noktanın ötesinde gazete, daima birilerini rahatsız eden, araştıran, soruşturan, kuytularda kurulan kirli tezgahlan ortaya koyan bir yayın organıdır.
New York Post gazetesinin eski yayın yönetmenlerinden Pete Hamill, "News as a Verb: Journalism at the End of Twentieth Century" adlı kitabında bu gerçeği şu kelimelerle dile getirir:
"Bir gazetenin veya Tv kanalının iş olarak, business olarak hızlı gelişmesi ancak gazetecilik ve yayıncılık kalitesinin yükselmesi ile mümkün olur.
Yayın organları esas kazançlarını ilandan elde ederler.
Ancak okurlar, izleyiciler, yayın organındaki haberlere inanmıyorlarsa, ilanları da inandırıcı bulmazlar.
Okurlar yayın organlarının içeriğini zayıf, haberlerini abartılmış bulurlarsa, reklamı yapılan ürünler için de aynı şeyi düşünür.
Gazete olarak kalitesini koruyamayan, geliştiremeyen bir yayın organı iş olarak da verimliliğini karlılığını ve performansını yükseltemez."
Araştırmacı gazetecilik denilen hadisenin bir yönünde de, işte bu gerçek vardır.
Halkın zararına, karanlık tezgahların izlerini sürmek ve onları gün ışığına çıkarmak; bunu yaparken de gazeteci olarak herkesten bilgi toplamak...
Gecekondu işçisinden ceylan derisiyle kaplı koltuğunda oturan patrona, polisten evrak memuruna, MİT'inden KGB'sine, ClA'sına dek her yerden, herkesten, içerden ve dışardan bilgi toplar gazeteci...
Bu anlamda, Fransa'dan bir başka örnek...
Fransa'nın en saygın gazeteleri arasında gösterilen Le Monde'un Yazı işleri Müdürleri'nden Edwy Plenel, "Köpek Zamanı" adlı eserinde, gazeteciler için Amerikalılar'ın "Domuzlar" benzetmesine paralel bir benzetme yapar.
"Köpek Zamanı", Sosyalist Başbakan Pierre Bérégovoy'un bir bankacı arkadaşından faizsiz kredi aldığını ve bunu ödemediğini ortaya çıkartan gazeteci tarafından kaleme alınmıştır.
Bu haberler yayınlandıktan sonra Beregovoy, 1994 yılının 1 Mayıs günü intihar eder.
Mitterrand, Başbakan'ın mezarı başında yaptığı konuşmada, onun katilinin gazeteciler olduğunu söyler ve gazeteciler için "Köpekler" yakıştırmasında bulunur.
İşte Plenel de kitabına bu yüzden "Köpek Zamanı" adını vermiş.
Gazetecinin görevinin gerçeği ortaya çıkarmak, yani "Havlamak" olduğunu belirtiyor.
Plenel, kaynaklarla yakın dostluk ilişkilerini de gazeteci için tehlikeli bulduğunu belirtiyor ve bu ilişkinin getirdiği "dikey gazetecilik" kavramının karşısına, "yatay gazetecilik" kavramını, yani araştırmacı gazeteciliği koyuyor ve onu savunuyor.
Kaynağın istediği bilgilerin sızmasının yaratacağı sessizliğe, gazetecinin kendi araştırmasıyla ortaya çıkarılan gerçeklerin gürültüsünü tercih ediyor.
Demem şu ki:
- Gazeteci, politikacı değildir!
- Gazeteci, sanayici değildir!
- Gazeteci, işadamı değildir!
- Gazeteci, asker de değildir!
Gazeteci, bunların hiçbiri olmadığı içindir ki, "Bu gerçeği ortaya koymakla, kime ya da kimlere yarar sağlıyorum" diye düşünmez.
(Arkası Yarın)
Cüneyt Şaşmaz