Bugün aslında dün'dü...
Başkan Kennedy, Küba'daki komünist rejimi devirmek için 17-18 Nisan 1961 tarihlerinde iki bin Kübalı mülteciyi kullanarak Küba adasına bir çıkarma yapmaya kalkışır.
"Domuzlar Körfezi Çıkarması" denilen bu müdahale, büyük bir başarısızlıkla sonuçlanır.
Çok sayıda mülteci ve Amerikan askeri ölür.
Oysa, The New York Times ve The Washington Post gazeteleri, 16 Nisan 1961 tarihinde operasyon başlamadan çıkarma haberini alırlar.
Kennedy'yi arayıp haberi doğrulatmak isterler.
Haberi manşetten vereceklerini bildirirler.
Bunun üzerine Kennedy büyük tepki gösterir!?
İki büyük gazetenin sahiplerini, yayın müdürlerini arar:
"ABD için büyük önem taşıyan bu askeri operasyonu daha gerçekleşmeden haber verecek olursanız, ülkenin menfaatlerini, şerefini ayaklar altına alırsınız.
Sizleri vatan haini ilan ederim.
Bu olayın başarısızlığından sizleri sorumlu tutarım.
Ölecek her Amerikan askerinin kanının hesabını sizler verirsiniz.
ABD'nin ve Amerikan halkının menfaati için bunları yazmamanız için sizi uyarıyorum."
Kennedy'nin bu "Vatan, millet tutkusu ve sert çıkışı" karşısında, "Domuzlar Körfezi Çıkarması" haberlerini iki gazete de 16 ve 17 Nisan tarihli nüshalarında yayınlamazlar.
Ancak, çıkarma yapıldıktan sonra, diğer basın organları ile birlikte bu iki gazete de "Olayı sonradan haber almışçasına" okuyucularına duyururlar...
Çıkarmanın başarısızlığı, çok sayıda mülteci ve Amerikan askerinin ölümünün ötesinde yaşananlar ABD'de büyük bir prestij kaybı ve halk üstünde şok etkisi yaratır.
Tüm bu olayların ardından Başkan Kennedy, halkı sakinleştirmek için düzenlediği ilk basın toplantısında tarihe geçen şu konuşmasını yapar:
"Domuzlar Körfezi çıkarmasındaki başarısızlıkta ABD yönetiminin sorumluluğu vardır.
Fakat bu başarısızlıkta en ağır sorumluluk iki büyük basın kuruluşunundur.
The New York Times ve The Washington Post gazeteleri bu çıkarmanın
yapılacağını önceden haber almışlardı.
Yönetim olarak biz bu haberin operasyondan önce yayınlanmamasını arzu ettik.
Korktular, bizi dinlediler.
Sorumluluktan kaçtılar, sustular.
Onlar görevini yerine getirip haberi yayınlasaydı, belki de biz durumu tekrar gözden geçirir, bu hatayı yapmazdık.
Basının sorumluluğu, gördüğü yanlışları gecikmeden ve hiçbir kimseden korkmadan, çekinmeden ortaya koyup ilgilileri uyarmaktır.
Amerika'nın iki en büyük basın kuruluşu bunu yapmadıkları, bizi hatadan önce uyarmadıkları için suçludur!"
Biz gazetecilerin temel görevi budur...
Doğruyu ve gerçeği bulmak, iz sürerek karanlık tezgahları ortaya çıkarmak...
Gerçekler ortaya çıktığında da birileri bundan yararlanabilirmiş kaygusuna kapılmamak...
Kim yararlanırsa yararlansın...
Yalandan, dolandan, kara tezgahlardan yana taraf olup, gerçeklerin gizli kapaklı kalmasından, halkın bu şekilde zarar görmesinden böylesi daha iyidir!
Ki...
Tüm bu tanımlamaların, bu tespitlerin ötesinde, bazı dönemlerde biz gazetecilerden bazı olaylara tanıklık etmemiz beklenmez...
Seyirci olmamız dahi istenmez!
İşte o zaman bazı gazeteler ve o gazetelerde çalışan bazı gazeteciler, korkutma ve sindirme yöntemiyle susturulurlar.
Susmak istemeyenler işlerinden kovulur...
Yazdıkları gazete sayfalarından uzaklaştırılırlar.
İşte o zaman bu olaya seyirci kalan diğer çalışanlar ise "Ağızları var, dilleri yok" bir hale düşerler.
Düşürülürler!
Aynen ünlü Romen asıllı Fransız oyun yazarı Ionesco'nun "Gergedan" adlı oyununda olduğu gibi...
Ionesco oyununda Romen halkının faşizme, nazizme nasıl teslim olduğunu, bir kasabada insanların birer ikişer nasıl gergedanlaştığını ironik bir şekilde anlatır.
"Gergedanlaşmak" sadece Romenlerin değil, baskılara, diktatörlere, faşizme ya da komünizme savaşmadan, mücadele etmeden teslim olanların, boyun eğenlerin ve satılanların genel, açık görüntüsünü yansıtır.
Tüm boyutları görmenin ve yansıtmanın ötesinde, halkın gördüğü ve gazetecinin yüzüne haykırdığı gerçekleri dahi telaffuz edemez hale gelirler.
Bir tür kişilik bölünmesi yaşar, eli kalem tutan yazarlar paralel zamanlar içinde...
Üç maymunu oynarlar:
- Duymadım...
- Görmedim...
- Söylemedim, demeye getirirler...
Bir bir "Gergedanlaşırlar!"
Her konu hakkında fikri olan ve devlete, millete, orduya, ekonomi bürokratlarına akıl vermekten geri kalmayan gazetecilerin kalemleri tutuluverir bir anda, yazmaz hale gelir...
Böylesi bir dönemde "Kalemini kırmak ya da kırmamak" çelişkisi bir yana "Gergedanlaşan" gazetecinin halet-i ruhiyye-si şöyledir:
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!"
Ne sütunlarda, "Bugün canım yazı yazmak istemiyor" türünden yazılara rastlanır, ne "Kuru fasulyenin nimetlerinden" bahseden yorumlar göze çarpar, ne de "kalemini kırmaktan bahseden onurlu tavırlar" sergilenir?!
Çünkü dönem, 1983 yılına dek Arjantin'i idare eden askeri hükümetin basının iktidarı eleştirmesini yasakladığı ve adına "Lap-dog basın" denilen türden bir dönem de değildir.
Çünkü dönem, siyasetçi her ne kadar medyayı holding sarmalıyla etkisi altına almış olsa da, Ankara'nın kurulu düzen üzerinde baskı ve sansür uygulamaya çalıştığı bir dönem hiç değildir...
Çünkü dönem, gazete yönetimlerinin yanlış kararlarının, girift ilişkilerinin sonucunda düştüğü sarmaldan kurtulmaya çalıştığı bir dönemdir.
Nobel ödüllü meslektaşımız Gabriel Garcia Marquez, günümüz gazetecilerini tanımlarken bu çelişkiyi şu kelimelerle ortaya koyar:
"Gazeteciler bir teknoloji labirentinde dolaşarak, mesleği hiçbir kontrolün olmadığı bir geleceğe doğru son hızla sürüklediler.
Bir başka deyişle, gazetecilik mesleği maddi modernizasyon konusunda çok hızlı bir rekabete girerek, mesleki ruhu güçlendiren, eski paylaşımcı mekanizmayı terk etti.
Aseptik laboratuvarlara dönen haber merkezleri, okuyucunun kalbinden çok dünya dışı olgularla iletişim kurdu."
Oysa ki...
Her ne kadar yazılı ve görsel medyayı zapt-u rapt altına almaya çalışsalar da, dünyadaki mevcut gelişmeler buna izin vermiyor.
İnteraktif ortam, kendi demokrasisini, kendi doğal yaşam biçimini yaratıyor.
Enformatik devrim, hızla, "Bilgi toplumu olma yoluna soktuğu" gezegenimiz için yepyeni bir dönemin kapılarını aralıyor.
Bundan bir kuşak önce sosyolog iletişimci Marshall Mcluhan çağdaş iletişim araçlarının ülkeler arasındaki sınırları kaldırarak, dünyayı sınırlan olmayan bir "Global village", yani "Küresel bir köy" haline getireceğinin müjdesini vermiş ve bu durumda "zaman"ın duracağını, "mekan"ın ise yok olacağını söylemişti.
2000'li yılların dünyası bu kehanetlerin hayata geçtiği bir dönemin ipuçlarını veriyor...
News International'ın sahibi Murdoch'un bir zamanlar biraz kaba bir biçimde söylediği "infotaintmen" yani az bilgi, az eğlence iddialarının da bu yeni dönemle birlikte geride kaldığını, her iki unsura da genişçe ve bol miktarda yer ayırma imkanının bulunduğunu görüyoruz.
Demokratik yönetim anlamında da adına "Siber Demokrasi" denilen yeni bir
dönemin kapıları aralanıyor.
Milyonlarca mesaj, gazete, tv, radyo, faks, internet yoluyla interaktif bir şekilde seçilmişler üzerinde baskı kurmamıza, tepkimizi açıkça ifade etmemize olanak sağlıyor.
O halde bu suskunluk niye?!
Az bilgisi olan doktorun hastayı canından, güvenilir medyası olmayan bir toplumun da demokrasi yolundan, hedefinden, özleminden uzaklaşacağı unutulmamalıdır.
Bir dönemin kalem kıranlarını...
Fasulyenin nimetlerini yazanlarını...
Uğradıkları baskı neticesinde "Ankara Hilton" diye tanımlanan hapishanelerde gün sayanlarını...
Bu mesleğe gönül vermiş herkesi, kendi kapısının önündeki pisliği süpürmeye "Gergedan"laşmamaya davet ediyorum...
Son olarak...
Boston Herald Gazetesi, 1847'de yayına başladığı dönemde çıkış amacını "Çağın ruhuna hitap etmek" diye açıklamıştı.
Merkez Medya'nın anlı şanlı isimleri bugün hangi durum'dalar, neden yazamıyorlar, niye korkuyorlar, lüküs yaşam peşindeki gazetecileri "karşı darbeciler" nasıl t'avladı?!
Karşı darbeci'lere yaltaklanarak Türkiye'yi, Avrupa'yı, özetle dünya'yı güvenliksiz ortam'a sürükleyenlerin baş'ları önlerine eğik ise "utanma duyguları" olduğu için olmasa gerek.
Mal korkusu, mabad korkusu.
"Stratejik" aklı olmayan 'dik duruş'lu gazeteci'lerin baş'ı önüne eğilmiş ise sebep sadece siyasi iktidardan kaynaklı olmasa gerek!
Postmodern savaş'a, 'Nefis Harp'i diye boşuna ek isim takmadık.
Allah şaşırtmasın.
Laik çağdaş yaşam'dan yana taraf olanların, Atatürkçüler'in hakkını savunmayı reddedip, Yamyam'ın, Vampir'in özgürlüğünü savunan yüksek demokrat gazetecilerin kanlarını kim'ler içti, itibarlarını kim'ler yedi?!
Ezcümle:
"Dördüncü gücü" olmayan bir ülkenin, ne "Birinci", ne "ikinci", ne de "Üçüncü" güçlerinin var olabileceğine inanmıyorum...
Merkez medya’da dönüşüm elzem.
Cüneyt Şaşmaz