Derin Gerçekler
Kahtı rical dönemlerinde, toplum her yönden çöker, siyaset, bürokrasi, sivil toplum, topyekun bir dönem yaşanır. Bu gün de öyle değil mi? Din ve ahlak çökünce geride zaten fazla bir şey kalmıyor. Geçmiş bilgisi ile birlikte Gelecek hayali, tasavvuru da çöker.
Çocuklarımıza isim verirken ne güzel isimler veriyoruz. EbuBekir adını verdiğimiz çocuklarımız Hz. Ebu Bekir’in hayatından habersiz. Ömer adını taşıyan ismi ile müsemma mı? Yusuf adını verdiklerimiz ne kadar Hz. Yusuf’a benziyor. Hasan-Hüseyin derken Hz. Hasan ve Hüseyin hakkında ne biliyoruz ve çocuklarımıza onların hayatını öğrettik mi, anlattık mı? Onları öyle mi yetiştirdik.
Anneler çocuklarının elbisesinin temizliğine gösterdiği özeni çocuklarının kalbinin temizliğine gösteriyor mu? Çocuklarının karnını doyurmaya gösterdiği özeni çocuklarının kafasını doyurmaya göstermiyor. Milli Eğitim dediğimiz eğitim de bu konuda faydalı değil, din tarih, tefekkür olarak da fayda değil zarar veriyor. Anlama yerine ezbere dayalı bir “eğitim” söz konusu.
Sormak gerek bizim kızlarımız, kız kardeşlerimiz, hanımlarımız, annelerimiz ne kadar Hz. Hacer’e benziyorlar. Ne kadar Hz. Meryem’e, Hz. Hatice’ye, Hz. Ayşe’ye, Hz. Fatıma’ya, Hz. Asiye’ye, Hz. Maşite annemize benziyorlar. Ya da ne kadar bunlara benziyorlar. Onların hayatlarını örnek alarak bir yaşıyorlar?
Bizim asıl sorunumuz bu. Başımıza gelen musibetlerin sebeplerini hem başka yerlerde, başkalarının yaptıkları şeylerde arıyoruz. Bir türlü kendimizi değiştirmek konusunda bir çaba göstermiyoruz. Gazze’de yaşananlar bir kere daha bu gerçeği acı bir şekilde suratımıza çarptı.
Evet, evet biz zalimler karşısında sessiz kaldık, hatta, onlara dünya menfaati umarak yardım ettik, ortak olduk onlarla, onlara yaklaşmaya çalıştık ve Allah da onları başımıza musallat etti. Cahillerden, zalimlerden olduk. Unutmayalım ki Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez! Şeytan ve onun dostları ise azapta gerek. Onların şerrinden emin olmak için onlara şirin gözükmeye çalıştık. Allah buyurmadı mı, “zalimlere yardım etmeyin, sonra onları yakacak ateş size de dokunur” diye. Sonunda biz Allah’ın ipini bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Bugün bizim başımıza gelen felaketlerin dini açıdan sonucu bu. “İman ettik demekle yakamızın bırakılmayacağı” gerçeğini görmezden geldik.
Şeytan’ında Rabbi Allah’tır. Hayır da, şer de Allah’ın iradesi içindedir. ABD, İngiltere, AB Rusya, Çin, Vatikan da öyle, HABAT’da öyle. Allah onlar eli ile, Gazze halkının üzerinde bize bir hakikati. Allah dilerse bukağılı Şeytanlara kendi Mabedini yaptırır, dinine hizmet ettirir. Onları başımıza musallat ettirir ki, bizim ellerimizle zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. Ya da onlardan korkup, ya da dünya malından, ya da can olarak zarar edeceğiz endişesi ile, ya da onlardan menfaat umarak onlara karşı çıkmazsak, bu defa onlar eli ile bizi cezalandırır. Onlar bu fiilleri ile bir yandan kendileri haksızlık ettikleri için cezalandırılmayı hak ederken, Aynı zamanda Allah’ın gazabının tecellisinin vesilesi olurlar.
Bakın, eğer Gazze halkının, o kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastalara yapılan haksızlıklara karşı Allah rızası için ve Onun yolunda direnenlerden olmazsak, Allah (cc) bizim korumadığımız kullarını ya korumaya alır ve onlara zafer ihsan eder ve onlara izzet ve ikram ihsan edilir ya da Allah onları Şehadetle ödüllendirip katına alır ve ölümsüz kılar. Gün gelir, böyle gidersek, Gazzeli çocukların başına gelen ümmetin diğer çocuklarının da başına gelir. Dahasını da söyleyeyim, O koruyamadığımız Mescid-i Aksa’yı da elimizden alır Allah, o Gazze’de bunlar yaşanırken, dünyanın sayılı eğlence festivallerinden birini ülkesinde yapan Suud’ların eline de bırakmaz Kabe’ yi. Birilerini başlarına musallat eder, yoksa, yer mi depreşir, Rüzgar mı savurur yaptıklarını, sel mi basar, bedenlerini mikrop mu yer bitirir, başlarına meteor mu yaşar, şimşek mi patlar beyinlerinde bilemem ama geçmişte helak olan kavimlerin başına gelenler zalimlerin ve onlara yardım edenlerin, sessiz kalanların da başına gelir.
Dün Belfaur Deklerasyonu’nun yıl dönümü idi. Kim bunun farkındaydı. Hafızamızı kaybettik adeta.. Türkiye bu gün yeni yüzyıla bu gerçekler ve bu tartışmalarla giriyor.
Tekrar söylüyorum: Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Asıl değişmesi gereken biziz biz. Müslümanlar olarak bizler sadece Müslümanlardan, mukaddes mekanlardan değil, yeryüzünden sorumluyuz. Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu gelir adl-i İlahi sorar Ömer’den onu. Hiçbir Müslüman dünyada olup bitenleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Biz Müslümancı da değiliz. Görevimiz Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı durmaktır. Zalim babamız, mazlum düşmanımız da olsa. Yeniden iman etmekten başka çaremiz yok!
Allah (cc) zalimlere, cahillere, korkaklara, fasık’lara, müşriklere, Mütrefin’lere, müstekbirlere, münkirlere yardım etmeyecek.
Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir-çevirir. Birileri bu sünnetullah’ın unutmuş gözüküyor. Ezel ve ebed’den söz edenler, haddi aşan, fahşa anlamında sözler söylüyorlar, vaatlerde bulunuyorlar. Bu sarhoşlu içinde kaderi değiştirmekten söz ediyorlar da bu sözleri ile Allah’ın gazabına davetiye çıkarttıklarını akletmiyorlar. Birileri de bunları alkışlayarak ve bunları düzeltmek yerine bunlara yardım ederek kendilerini aynı akıbete mahkum ediyorlar adeta.
İsterseniz Gazze olayını bu gözle yeniden gözden geçirin.
İçimizdeki, ıslah edici rolü üslenen bozguncuların işledikleri yüzünden bizi helak etme Allah’ım, Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizim ellerimizle cezalandır zalimleri ve bizim ellerimizle yardım et mazlumlara. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. (Amin)
Selam ve dua ile.