Cumhuriyet'imizin 97'nci yıldönümü kut'lu olsun.
Bugün aslında dün'dü.
Nüans?!
Çağ'ın ruhu'na hitap etmek, her daim hayat memat mesele.
Hal böyleyken...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu, isim babası Atatürk, 'çağ'ın ruhu'na hitap etti.
Dönem'in "Osmanlı bakiyesi"ni, 1923'te açılan parantez üzerinden dönüştürmeye, medeni, çağdaş dünya'nın parçası yapmaya çalıştı.
Türkiye'yi, Avrupalı bir devlet yapmak için gecesini gündüzüne kattı.
Bugün'den dün hakkında ahkam kesenler için bir başka soru:
O gün'ün milletvekilleri'nin, bakan'larının, bürokrat'larının, tüccar'ının, seçmen'inin ufku nereye kadardı!?
Laik çağdaş Cumhuriyet'e, birey olmaya kaç'ı hazır'dı?!
Ya da şöyle soralım:
Biat etmeye dayalı kültür'de, eleştiri kültürü hangi cenah içinde gelişmiş!?
Atatürkçü kesim içinde bu kültür gelişmiş ise "Demokrasi"den anlamamız gereken nedir!?
Mustafa Kemal'i eleştirenlerin niyetleri neydi, 1923'teki hikayeyi daha ileri taşımak mı yoksa Saltanat, Halife vb!?
Koşulsuz, sorgusuz AB diyenleri "Demokrasi abidesi" kabul etmek mi?!
Neticede, Atatürk'ü yerden yere vuran'ın da, kul hakkı diye bir derdi yok.
Taş Devri taş'lar bittiği için sona ermedi ise içinden geçiyoruz zaman'ın.
19 Mayıs 1919, basit bir tarih değildir.
Sadece "Türk Milleti" için değil, "İnsanlık" için atılmış büyük bir adımdır.
O adım'ın ardından, 23 Nisan 1920 tarih'i geldi.
"Laik" Dünya'nın çivi'si 29 Ekim 1923'te Anadolu'da çakıldı.
Mustafa Kemal, işgal'i sonlandırdı, sonra aynı Batı ile masa'ya oturdu, Lozan'da.
Osmanlı tasfiye olurken, dönem'in münevverleri neyi ne kadar anladı!?
Mustafa Kemal'i küçümsemediler mi?!
Gazi, "Atatürk"ken dahi ordu içindeki denge'leri yakın'dan gözetirdi, Fevzi Çakmak'tan düzenli olarak bilgi alırdı!
"Asker ne diyor?" sorusunu o da sordu.
Mustafa Kemal'in devraldığı ordu, Alman'ın elinden geçen ordu idi.
Kurtuluş Savaşı denilen de 1. Dünya Savaşı içindeki bir başka savaş'tır.
1776, 1789'un ruhu'na uygun 1923 operasyonu, öncesinde 23 Nisan 1920.
Mustafa Kemal'e, "aldattı" diyenler, çağ'ın ruhu'ndan bihaber olanlar.
"Laik'lik nedir?" diye sorana, ne diyor Gazi, "Laik olmak demek adam olmak demektir hocam."
Neticede, 1776, 1789, Avrupa içindeki Aydınlanma operasyonu idi.
19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan meçhul'e adım atmadı, neyi neden yaptığını biliyordu!
Aynen Çanakkale'de olduğu gibi.
Önce tepe'de ya da derin'de "anlaşma" sağlandı, sonra sahada temizlik operasyonu başladı!
Atatürk "Tanrı" değildir.
Hiçbir zaman da Tanrıcılık oynamadı.
Şirk'e bulaşanlardan olmadı.
Birileri o'nu Tanrı gibi göstermek istese de önder'di, lider'di.
Nefis harp'i bağlamında, 3 sarı'dan uzak durdu (altın'ın sarısı, kadın baldırının sarı'sı, rütbe'nin makam'ın altın suyuna bandırılmış yaldızlı sarısı).
Şimdi utanmadan, 1 oy için "Sayın Öcalan", "Sayın Barzani"; Atatürk Türkiye'sine gelince gelince küfür kıyamet, Barzan'a gelince "aman efendim sepet efendim".
Aynı suda iki defa yıkanılmaz!
Bundan sonra Atatürk'ü, Asker'i besmele ile ağız'a almak elzem, çünkü o kirli ağızlara başka şey yakışır.
Gazi, dönem'in zor şartları içinde ne hokkabazlık'a kafa yordu, ne de olmayacak dua'ya amin dedi.
Çağ'ın ruhu'na hitap etti.
Laik, çağdaş, ulus devlet Türkiye Cumhuriyet'ini kurdu, yüceltti.
Bugün'ün hikayesi geçmişte yazıldı ise bugün'ün hikayesi "sürpriz" değil!
Çanakkale'de "tarih" yazdık, destan!
(Damat Paşa) Enver'de o "stratejik" akıl olsaydı, üç yıl sonra tek kurşun atmadan, İstanbul teslim olmazdı.
O da Alman denizaltı ile terk etmek zorunda kalmazdı payitaht'ı.
Diğerleri İngiliz denizaltı ile daha sonra...
VATAN demek, NAMUS demek.
Türk'ün bakış açısı, Nükleer KIYAMET ise KIYAM'et!
Geçmiş'ten her şey alınır, bugün'ün sorun'ları için kopya çözüm alınmaz!
Bugün'ün sorunlarını çözmek için çağ'ın ruhu'na uygun düşen stratejik akıl şart.
Mustafa Kemal aynı zamanda bir Osmanlı Subayı idi.
Mümkün olsaydı, Osmanlı kurtulurdu.
Ne var ki, içeriden o kadar derin çürümüş ki, tasfiye oldu.
Sykes-Picot denilen de, dönemin BOP'u kapsamında, Osmanlı pastasından ve/veya şark pastasından alınan dilimler.
Hasılı:
Sevr'in altına imza konuldu ise kim koydu, neden koydu!?
Bu soruyu sormadan lafı Lozan'a getirmek, Galatasaray Lisesi'nde de okumuş olsa fani, kafa kurnazlık'a çalışıyor.
Sevr metni bir matematik, devlet'in nasıl bitik halde olduğunun göstergesi.
Sevr'in altına imza koymak nasıl bir tükenmişlik ise Lozan da real politik üzerinden hakikat aynamız!
Mustafa Kemal "Süperman" değildi, öyle olmuş olsaydı, Osmanlı'yı kurtarırdı.
Ölüyü diriltmek sadece Yaradan'a mahsus bir özellik ise Osmanlı'nın hikayesi ortada!
Mustafa Kemal'in dehası, o çökmüş, çürümüş yapıdan, laik, çağdaş, çağ'ın ruhu'na hitap eden bir devlet'i çıkartması.
Asla pes etmemesi, ufkun ötesini görmesi.
Sevr'den Lozan'a nasıl gelmişiz, hangi şartların içinden geçerek gelmişiz, bu sorunun cevabı sır değil.
Mustafa Kemal'in Türkiyesi, İslam'ın emrettiği hiçbir evrensel değer'le uğraşmadı, hurafeleri içinden ayıkladı.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Laik'liğe içinde yaşadığımız dünya'nın gözü ile "ulusal" bir pencere açtı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçülük'ü de laik'tir, milli'dir, aynı zamanda yereldir.
Günümüz kavramı üzerinden söyleyecek olursak, "Global"dir.
Hem global hem de yerel!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, II. Dünya Savaşı öncesinde "enformasyon zehirlenmesi"ne maruz kaldı, yanlış yönlendirildi.
Hitler ve Mussolini'yi doğru okudu ama Avrupa'nın içindeki sert çekişme'yi yanlış değerlendirdi.
Olmaz denilen ne varsa oldu.
Mareşal Mustafa Kemal Atatürk hiçbir zaman "süperman" olmadı.
Ne teorisyen ne de akademisyen, realist pragmatik pratisyen.
Geçmişi olmayan fani.
1776, 1789 real politik'i üzerinden yükseldi, hiçbir zaman romantik politik olmadı.
II. Dünya Savaşı'nda Avrupa içindeki hikaye'yi doğru okuyabilmiş olsaydı, 57 yaş'ında aramızdan ayrılmazdı.
Mustafa Kemal Atatürk bugün hayat'ta olsaydı, dün nasıl yaptı ise bugün de aynısını yapar, çağ'ın ruhu'na hitap edip sorun'u ilmek ilmek çözerdi.
Batılı partner'i ile tango yapardı, halay'a durmazdı.
Zeybek oynardı.
Süreç’te, "Enformasyon zehirlenmesi" işin bir boyut’u.
Diğer husus; "herkes çevresi ile tutsaktır"!
Nüans?!
Kimi zaman ne’yin söylendiği önemlidir, kimi zaman kim’in söylediği, kimi zaman da kimin neyi söylediği vb.
Beyan esas, ne var ki, her daim itimat da kontrol’e mani değil.
Atatürk, Misak-ı Milli sınırları içerisinde, batı tipi bir ulus devlet ile cumhuriyet rejimini birlikte ilan etmiştir.
Atatürk ilkeleri olarak adlandırılan "altı ok"un üçü Rus devriminden, üçü de Fransız devriminden alınırken, Türkiye’ye özgü sentezci bir yaklaşım ile ulusal cumhuriyet yapılanmasına gidildi.
Ne var ki, ulus devlet kurulmasına rağmen sadece milliyetçilik ilkesi ile yetinilmiyor ve aynı zamanda halkçılık ilkesine de temel prensipler içinde yer verilerek farklı alt kimliklerden gelen Anadolu ve Trakya halkının aynı ulus devlet çatısı altında halkçılık politikası çizgisinde bir araya gelmelerine giden yol açılıyordu.
Anadolu halkının büyük çoğunluğunun Müslüman kökenli olmasına rağmen, yeni kurulan devletin laikliği esas alması da farklı din ve mezhep anlayışından gelen insanların ortak bir çatı altında bir araya gelmelerini hedefleyen ve İslam dünyasında ilk kez ortaya çıkan farklı bir siyasal yapılanmanın sonucu olarak öne çıkıyordu.
Böylece farklı din ve etnik kökenden gelen insanların beraberce aynı devletin çatısı altında bir araya gelerek yaşamaları mümkün hale getiriliyordu.
"Devrim" yapan "kurucu liderler"; insanlığa kazandırdıkları değerlerle, "Devrim Kanunları"yla, getirdikleri "ilkeler"le anılırlar.
Önderlik ettikleri toplumun içinde neyi değiştirmişler, insanları hangi yöne sevk etmişler, isimlerini hangi "mücevher taş"a yazdırmışlar, ona bakılır.
Bu açıdan bakıldığında, Mustafa Kemal bizim için dilimiz, dinimiz, bayrağımız, el sanatlarımız, ünlü yazarlarımız, kompozitörlerimiz, şarkıcılarımız, milli sporcularımız gibi bir "değer" değildir.
Kurucu İrade’dir.
Bu irade, laiklik ilkesiyle bütün İslam alemini aydınlatarak ümmet kültürü yerine yurttaş kavramını getirmiş, modern ulus-devlet düşüncesini Müslümanların kafasına nakşetmiştir (emperyalizm bu yüzden hala onunla uğraşıyor!).
Bu "Aydınlanma", dün olduğu gibi gelecekte de bütün İslam alemini dönüştürmeye devam edecektir.
"Devrim Kanunları" konjonktürel değil, yapısaldır; bu ülkenin kemiklerine işlemiştir.
Bugüne kadar etnik ve dini boğazlaşmalar içinde bu ülke parçalanmadıysa, bunu "Devrim Kanunları"na, özellikle de laiklik ilkesine borçluyuz.
Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti, "Anafartalar’ın yenilmez komutanı" olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı.
Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içerir.
Türk halkı için, yurdu kurtaran, "ölümden korkmaz" kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, "kurşun işlemez" bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve "güvenilir bir komutan"dır.
Dönemin aydınları, Çanakkale’den haberler geldikçe, yalnızca iyi yetişmiş bir komutanla değil, çok gereksinim duydukları ve belki de yıllardır bekledikleri, ulusal bir önderle karşılaşmakta olduklarını düşündüler..
"1915 de, İstanbul’un kurtuluşunu büyük ölçüde ona borçlu olduklarını" öğrenmişler, onun ülke geleceğinde önemli bir yeri olacağını anlamışlardı.
Bu anlayış, ilerdeki Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet Devrimleri’nin dayandığı inanç ve güvenin temelini oluşturacak, o'nu "vatan kurtarıcılığından yeni bir devletin kuruculuğuna" götürecektir.
Çanakkale’de ortaya çıkan Mustafa Kemal imgesinin nasıl oluştuğunu anlamak için, orada nelerin yapıldığını ve neler yaşandığını bilmek gerekir.
Nüans?!
Türk'üz, tarihte yaşayan Atatürk'lerin emanet'inin bekçisi'yiz!
Neticede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk kitapları yazılarak, açık artırmada satılarak inşa edilmedi.
Kişisel doğum günleri bir yana, bu Vatan'ın bölünmez bütünlüğü ve laik rejim'i adına 29 Ekim, 23 Nisan ortak doğum günümüz...
Ezcümle:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!