Bir şeyler yazmanın sancıları başalar bazen. Yazmanın sancısı tutar. Ne yazacağını bilemezsin. En iyisi sınırları daraltmak. İçine doğar göremezsin. Dilinin ucuna gelir söyleyemezsin. Sancıdır bu . Dinmez söylemeden yazmadan, çizmeden. Buna bir (1) demeseydi, ne derdi? Sen bilmeseydin biri (1) ,ne derdin? Bir demenin dışındaki söylemlerin tümü, bir diyen dil için kesinlik olmaz. Kesin olan, onlar için ana dilindeki sözcüktür. Gariptir, yüzlerce sözcük yalnızca parmağın tanesinin sembolü olur. Sonra kendi eline bakarsın, bir parmak, hemen ikincisini görürsün yanında. Daha sonra üçüncü, sırayla ,dördüncü beşincisini. Ve hepsini bütünleyen, yeniden bire (1) dönersin. Adı değişir el olur. Birden bir daha vardır. Birden ,tarihin derinlikleri gelir aklına. En erken insanda da böyleydi el. Böyleydi parmaklar. Kaldığı yere döner.İkinin yanında bir tane daha vardır. Oda çizim sembolü olur. Hepsini, yani olanı . yani bir elin parmaklarını çizmek istersin ,ve çizersin. Sancı diner yeni doğumlarla. Onlarda yepyeni doğumlar için sancılanmayı bekler. Ve bir yazı düşer WhatsApp'a ''Abiciğim; ''Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir.sevmeninkini yalnızlık...'' Bayramını yürekten kutluyorum. '' Ve sancı diner yeni durumlarla.''cümlesini onaylar.Seyrini değiştirir yazının. Konusu kesin olmayan, başlığı yazılmamış bir arayıştır o yazı aslında. Sancılar yer değiştirir ,sevinçle umutla. Bu sevincin ve umudun havasında inersin söylemin derinliğine. Sonra yeter dersin aradığın bir şeyi bulmuş gibi. O eylemini yapmıştır. Başka eylemler arar düşünce.Dur durak bilmezki o.Çünkü uçları akıldadır. Bir sinir hücresi üçyüzmilyon hücre ile iletişime geçer aynı anda. Bunu bilen birileri, kendi düşlerinin gerçeğine koşar ve aşağılar insanı. YAPAY ZEKA der adına , toplum düşlerinin ve onun yarattığı alanların. Ve övünmeye başlar bu zekada biriken bilginin çokluğu ile. Övünmesine övünür de kendi bedensel yapısındaki trilyonlarca hücrenin varlığından habersizdir. Bir şeyden daha habersizdir. Başka akılların kuşbakışı içinde olduğundan (Ortalama bir insan vücudunda 40 trilyon hücre vardır.) 40 trilyon hücrenin çalıştığı kendi bedensel yapıyı bilmez iken ,buna aklı ermezken, YAPAY ZEKAYI üstün kılmayı çalışır. Kendi bedenini zekasını veren gerçek TANRI'nın yerine, kendi uyduruk tanrısını, tanrılarını getirmeye çalışır. Yenmez, yutulmaz, çiğnenmez,sindirilemez bir yalandır o. Kendide inanmıştır yalanına. Düşlerini eyleme dökmektir amacı. Dökerde, dökecektir de çünkü, toplayanlar çoktur döktüklerini. Koskoca bir Dünya denilen yeryüzünde 7.9 milyar insan vardır. Bir insan içinde ,insanı insan yapan 40 trilyon hücre vardır. O ve onlar, döktüklerini toplayanlar, yalnızca hileli bir iz bırakarak yeryüzü insanlığında, istemeden bu gerçeğin bile farkında olmadan görüp giderler Ve önemlisi, bu gerçeğin farkında olamazlardı. Çünkü inandıkları Tanrı yapaydır hep. Hep ışık olsaydı yeryüzü , aranacak şey olurdu karanlık. Hep karanlık olsaydı, ışık olurdu O. 40 trilyon hücre varken bedeninde, yalnızlıkta aramak sevgiyi, başka bir şey olmalı. Bilmemek bilinci öğretir öğrenmeyi. O haliyle kutlamak gerek Can Yücel'i. O haliyle kutlamak gerek Özge Conway'ı.Yüreğine inen sevginin bilincine sarılmıştır. Genleşir o bilinç.