Yeni yıla saatler kala sosyal medya ağlarında 2010’lu yılların özeti tadındaki derlemelerle karşılaşıyoruz, eminim en az bir tanesine siz de rast gelmişsinizdir. Kimisi 2010’lu yıllara damga vuran sosyal medya fenomenlerini, kimisi 2010’lu yıllara damga vuran şarkıları kimisi de 2010’lu yıllara damga vuran akla zarar olayları içeriyor. İddia ediyorum ki 2010’lu yıllar Türk siyaseti ve Türkiye için epey alengirli günler oldu, incelenmesi icap eden günler oldu. ‘’How can I get to Taksim ?’’ sorusuna bilişsel sürecinin nadir bir örneği olan o nadide tümceyle yanıtlayan amcamız zannımca Türk siyasetinin 2010’lu yıllardaki özeti olarak kayıtlara geçebilir. Konuşanın ne konuştuğunu bilmediği, dinleyenin neyi dinlediğini bilmediği trajikomik yıllar…
Bildiğiniz gibi 24 Haziran ve 31 Mart’a giderken memleketin başta ekonomi olmak üzere epeyce bagajı vardı. Bu bagajları sırtından atmayı beceremeyen iktidar, bagajların nasıl hafifleyebileceğine dair en ufak bir fikri olmayan iktidar, koltuğunun istikbalini milletin istikbali olarak gören iktidar kampanyasını beka söylemi üzerine inşa etmişti. İktidar, demokrasinin şöleni olan seçimleri sanki cihan harbine giriyormuşçasına manipüle etmeye çalışıp vatandaşları oy verdikleri adaylardan yola çıkarak milli ve hain ilan etmişti. Millet İttifakı adaylarını desteklemenin bu memlekete ihanet olacağını ve bu adayların seçilmesi takdirde teröristlerin kentlerde kol gezeceğini ciddi ciddi iddia etmişti. Bu kampanyaları büyük üzüntüyle takip ediyor ve siyasetimizin ne denli ucuzladığından yakınıyordum, beka söyleminden iğreniyordum.
Ne zaman ‘’Daha kötü ne yapabilirler ki ?’’ diye sorsam bin beterine şahitlik ediyorum. Ne zaman bundan sonra bu zihniyete hiç şaşırmam desem, tüylerim diken diken olmuş şekilde kalıyorum. Bu iktidar beka söyleminden tiksinen beni, bir beka meselesini, hakiki bir beka meselesini yazmak zorunda bıraktı ne denir ki helal olsun. Bu sefer bundan kötü ne olabilir ki demeyeceğim, demeyeceğim ki Allah esirgesin daha beterlerini HD kalite, 1080p izlemeyelim. Zavallı kaymakam Ali Rıza Bey bile, dengesiz evlatlarından bizim bu iktidardan çektiğimiz kadar çekmedi.
Tüm samimiyetimle söylüyorum, bazen ciddi ciddi bu düşünceler, bu projeler nasıl bir halet-i ruhiyenin ürünü diye sorgulamaktan kendimi alamıyorum. 17 Senedir 2-3 seçim hariç girdiği tüm yarışlardan istediği neticeyi elde ederek çıkan, ülkedeki rejimi değiştirecek güce erişen bu iktidarın içinde bir yerlerde hiç mi sağ duyulu birileri yok ? 17 Senedir memleketi idare eden bu kadronun kıyısında köşesinde hiç tarih bilen, fen bilen, coğrafya bilen, uluslararası hukuk bilen, uluslararası ticaret bilen, bilişim çağının gereklerine ayak uydurmuş birileri yok mu ? Meselelere oya odaklı popülist bir anlayışla bakmaktan öteye geçebilecek birileri yok mu ? İnanın bu sorularıma ‘’Yok !’’ cevabını almayı temenni ediyorum. Eğer bu yapılanlar bilinçli ve planlı şekilde hayata geçiriliyorsa işte bu, vaziyet çok daha vahim demektir.
Millet açlıktan kırılırken, işsizlik ve enflasyon tarihi rekorlara koşarken iktidar kafayı Kanal İstanbul’la bozmuş durumda, Kanal İstanbul ile yatıp Kanal İstanbul ile kalkıyorlar. Çünkü millet %50 küsür oyu bu iktidara sorunları çözmesi için değil, çılgın yatırımlarla coşsun diye verdi. Çünkü millet %50 küsür oyu bu iktidara asgari ücreti 2,324 lira yapsın, vatandaşını açlığa terk etsin diye verdi. Çünkü millet %50 küsür oyu bu iktidara, Atatürk’ün bundan 83 sene elde ettiği boğaz egemenliğimizi çılgın projelerle uluslararası arenada tartışmaya açsın diye verdi.
Kanal İstanbul’a nereden yaklaşırsak yaklaşalım bu memlekete atılacak kallavi bir kazık olmanın ötesine geçemeyeceğini görebiliriz. Kanal İstanbul’un maliyetinin yaklaşık 80-90 milyar lira olduğu iddia ediliyor, bu para ile yoksulluğun pençesindeki kaç insanın hayati iyileştirilebilir, bu para ile yokluktan bir baraka gözünde donup yiten kaç bebeğin kaderi değiştirilebilirdi farkında mısınız ? Farkında olamazsınız, çünkü sizler itibardan tasarruf olmaz diyerek altından saraylarınızda otururken, duyamazsınız evladının karnını doyuramadığı için intihar eden anaların ve babaların feryadını. Çünkü sizler yandaşlarınızın evlatlarını yağlı ballı makamlara oturtmaktan zerre utanmıyorken duyamazsınız, kardeşini giydirmek için çalışmak zorunda kalan ve çalışmak zorunda kaldığı için hayallerinden içi yana yana vazgeçen gençlerin çığlığını.
Öte yandan Kanal İstanbul senelerdir türlü eziyetlere maruz kalan güzel İstanbul’un hançer dolu sırtına bir hançer daha indirmektir. Ona buna peşkeş çekebilmek için ekosistemin canına okumanın nelere mal olduğunu hala göremiyor musunuz ? Elbette göremezsiniz, bir gün İstanbul’u yanınıza binlerce koruma almadan gezin lütfen, gezin ki görüşünüz engellenmesin ve görün bu kenti ne hale getirdiğinizi. İnsanların betondan, demirden yığınların içine hapsolduğu, çocukların gövdesine başını yaslayacağı ağaçları bulamadığı İstanbul’u bir görün. Daha sonra da oturup Kanal İstanbul’un doğada meydana getireceği tahribatı düşünün, Karadeniz ile Marmara sularının karışarak yer altı su kaynaklarını nasıl etkileyeceğini düşünün, buna paralel olarak doğacak kirlilik sorununu düşünün, kanalın açılması ile etrafındaki yerleşim patlamasının demografik yapıyı nasıl zedeleyeceğini düşünün. Düşünün, lütfen bu kez oturun ve atmaya niyetlendiğiniz adımın sonuçlarını bir düşünün.
En beteri ise Kanal İstanbul’un ülkemizi dış politikada ve milli güvenlik sahasında dara düşürebilecek potansiyeli taşıması. ABD’nin senelerdir sinsice yürüttüğü Büyük Ortadoğu projesinin son rötuşlarını yapabilmesi için Karadeniz’e yerleşmiş olması gerekiyor, ABD’nin dünya egemenliğini kudretle perçinleyebilmesi için boğazlarımızdan geçip hedefinde olan devasa bölgenin kuzeyini kontrol ederek bölgeyi boyunduruğu altına alması gerekiyor. Kanal İstanbul’un hayata geçmesi boğazlarımızdaki hakimiyetimizin tapusu Montrö Sözleşmesi’nin kritik bazı maddelerinin veya tamamının tartışmaya açılmasına neden olabilir. Proje doğrudan Montrö Sözleşmesi’nde revizyona yol açmasa dahi yine ABD’nin yeni kanaldan faydalanarak kanını emmek için senelerdir beklediği coğrafyaya konuşlanmasını sağlayabilir. Böyle bir durumda yalnızca ülkemizin değil, ABD’nin karanlık projesine dahil ettiği toprakların tamamının geleceği fevkalade olumsuz etkilenebilir.
Kanal İstanbul lüzumsuz, manasız ve son derece riskli bir projedir. Bu projeden ancak milleti söğüşlemeye doyamayan rantçılar, ABD’nin çıkarlarını savunanlar ve bir de Araplar karlı çıkabilir; kesin kaybedense Türk milleti olur. Kanal İstanbul, memleketin ve milletin daha da zora girmesi dışında hiçbir zerre vadetmiyor. Bu gerçekler ve olası bu sonuçlar pek çok insan tarafından anlatılıyor, pek çok insan tarafından dillendiriliyor. Bugüne kadar bildiğinizi okumaya kalktınız, her defasında bizi daha beter bir ateşin içine attınız. Ben milletimizin bekası, Türk ulusunun istikbali için siz saygıdeğer yetkililerimizi ikaz ediyorum, kuru muhalefet etmenin peşine düşmüyorum. Ne olur, bir kez olsun söylediklerimize kulak verin. Bir kez olsun meseleye devlet ciddiyetiyle, devlet adabıyla yaklaşın. Bir aile şirketinin önüne süs havuzu yaptırmıyorsunuz veya parti genel merkezinizi boyatmıyorsunuz. Türkiye’nin gözbebeğiyle oynamaya kalkıyorsunuz, yapmayın, yapmamalısınız.
Nasıl ki 2 sene önce başkanlık sistemini öve öve bitiremeyenler, ülkenin şahlanışını sadece bu sistemle mümkün görenler iş işten geçtikten sonra bugünlerde o ucube sistemi desteklediğine pişman olduğunu dillendiriyorsa, şimdi bu proje için kampanya yapanlar maazallah projenin hayata geçmesi durumunda üzerinden 2 sene bile geçmeden pişmanlıklarını sıralayacaklar. Bu millete mahcup olacaklar, insanların yüzüne bakamayacaklar lakin olanlar olmuş olacak. Ve mahcup olanlarla beraber biz de mecburen ‘’Son pişmanlık neye yarar, olmadı yar !’’ diyen şarkıyı dinleyeceğiz. Ama bilmenizi isterim ki bu millet arabeskten bıktı artık, bıktı yav, illallah etti.
2020 Herkese sağlık, mutluluk, huzur, şans, bereket, sevgi ve aşk; memleketimize de aydınlık günlerin müjdesini getirsin diyorum. Herkese İzmit’ten selamlar ve mutlu yıllar !