Türk Lirası’nda görülen değer kaybı giderek hızlanıyor. Bugün itibariyle 8 TL’yi aşan dolar kuru tarihi zirvelerine her gün yeni birini ekliyor.
Uzun zamandır toplum olarak kur şoklarını o kadar kanıksadık ki, artık şaşırıyor muyuz? Açıkçası ben hiç şaşırmıyorum.
Hâlbuki en ufak bir artış enflasyondan faizlere, ihracattan ithalata ve istihdama kadar her bir makroekonomik dengeyi bozuyor.
Aslında bu gidişatın kısmen inişli çıkışlı ve son yıllarda ise sürekli bir yükselişte olduğu 15 yıllık bir geçmişi var.
2005 yılında AKP Hükümeti’nin yüksek enflasyonla mücadele etmek amacıyla para biriminden 6 sıfır atması Yeni Türk Lirası’na itibar kazandırmıştı.
O yıl, 1 dolar=1,34 YTL idi.
2005 yılı dış politikamız açısından da parlak bir yıldı çünkü Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakereleri 3 Ekim 2005’te başladı. Müzakereler AB ekonomisiyle bütünleşme sürecini hızlandırarak başta ticaretten eğitime kadar birçok alanda bir değişim ve gelişim sürecinin ateşini de yakmıştı. Piyasalarda olumlu bir gelişme olarak görülen bu süreç kısa zamanda etkilerini göstermeye başladı.
İleriki yıllarda kamu borcunun azaltılması, yabancı yatırımcılara uygulanan stopajın sıfırlanması gibi hayata geçen uygulamalar piyasaları daha da cazip hale getirmişti.
2007 yılının sonlarında 1 dolar=1,17 YTL’ye kadar inmişti. Şimdiki adıyla Borsa İstanbul’a yabancı ilgi artmış ve ülkeye döviz girişi hızlanmıştı.
2008 yılında ise kendini gösteren Küresel Finans Krizi birçok ülkeyi olumsuz etkileyen bir gelişmeydi. Türkiye de bu durumdan nasibini almıştı. 2008 yılı sonlarında 1 dolar=1,70 YTL sevilerine kadar yükselmişti.
Gelişmiş ülkelerin küresel krizden çıkış için uyguladığı ucu açık parasal genişleme politikaları gelişmekte olan ülkeleri farklı boyutlarda etkilemişti. Yatırımcıların daha cazip olan gelişmekte olan piyasalara yönelmesi bu sefer TL’nin avantajına olmuştu. 2010 yılında 1 dolar= 1,39 TL seviyelerine kadar indi.
2011 ve 2012 yılları doların 2 TL’nin altında seyir ettiği yıllardı. Hatta o yıllar TL’nin aşırı değerlenmesi tartışmaları başlamış, ihracatta rekabet gücümüzün azaldığı konuşuluyordu. Düşünün o günlerde bu günlerin tam tersini yaşıyoruz.
2013 yılına geldiğimizde, Gezi Parkı olaylarının başlamasıyla 2 TL bandına yaklaşan dolar kuru, 17-25 Aralık operasyonları ile 2 TL bandını aşmaya başlamıştı.
2014 yılına geldiğimizde Erdoğan artık Cumhurbaşkanı’ydı. O yıl 2 TL bandının üzerinde seyreden kur yıl sonunu 2,30 TL seviyelerinde kapattı.
2015 yılında ise 7 Haziran- 1 Kasım arası Türkiye’yi derinden sarsan beş ay olarak tarihe geçti. Genel seçimlerin yenilenmesi ülkedeki siyasi atmosferi bir anda değiştirmiş, toplumsal hayattan ekonomiye kadar birçok alan bu kritik dönemden etkilenmişti. 3 TL’yi aşan dolar kuru nedeniyle Erdoğan, Merkez Bankası’nın faiz politikasını gündemine alıp sert bir şekilde eleştirmeye başlamıştı. Hatta o dönem ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da bu faiz polemiğinden nasibini almıştı. Üstüne yaşanan terör olayları yatırımcıların TL’ye ilgisini olumsuz etkilemişti. 2015 yıl sonunda dolar kuru 2,90 TL seviyelerinde gidip geliyordu.
2016 yılında, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı tartışmaları sürerken aynı yıl yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan OHAL süreci yatırımcıları ülkemizden uzaklaştırıyordu. Aynı zamanda, 2008 krizinde FED’in piyasalara sürdüğü likidite geri çekilmeye başlanınca, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gelen para miktarı da azaldı. Sonuç olarak, bu tartışmalar hem dövizi hem de faizleri yükseltti. Dolar kuru artık 3 TL seviyesinin üstünde seyir ediyordu.
2017 yılı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi referandumunun yapıldığı, yani siyasi tartışmaların yine zirve yaptığı bir dönemdi. Nitekim yıl sonunda döviz kurunun 3,95 TL sevilerine kadar çıktığını görebiliyoruz.
2018 yılına geldiğimizde, dolar kurunun düşeceğine dair seçim vaatleri, seçim sonrası Brunson kriziyle de birlikte tam tersine 7 TL’ye varan bir kur şokuna dönüşmüştü. Ağustos ayında yaşanan bu kur şokuyla TL’nin yaklaşık olarak % 131 değer kaybettiğini söyleyebiliriz. Amerikalı Papaz Brunson’un tahliyesiyle 2018 yıl sonunu kur tarafında 5,30 TL, enflasyon tarafında ise yeniden çift haneli yüzde 20 sevilerinde kapatarak yeni bir yıla girdik.
2019 yılında Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon netice” söylemlerinin yeniden alevlenmesiyle Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya görev alındı ve yerine atanan Murat Uysal ile birlikte hızlı bir şekilde faiz indirimine gidildi. Ancak, yıl sonunu yine artışla 5,95 TL seviyelerinde kapattık.
Gelelim 2020’ye…
Kuru 7 TL’nin altında sabit tutmak için Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini eritmesi kısa vadede işe yarasa da pandemi ile birlikte Ağustos ayında 2. kur şokunu yaşadık. 7,40’a kadar yükselen kur Merkez Bankası’nın sıkılaştırma adımlarına rağmen yükselişine devam etti ve bugün itibariyle 8 TL’yi aştı.
2005 yılında 1,34 TL ile başlayan kur yolculuğumuz 2017 yılına kadar yavaş bir ivme ile artışa geçse de 2017 yılı sonrası hızlı bir yukarı tırmanmayla her gün rekor seviyesini yeniliyor.
Bu süreçte, Rahip Brunson ve Kovid-19 krizi kur şoklarını tetiklemiş gibi görünse de asıl faktörleri görmezden gelmek benzer şokların yeniden yaşanabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Nitekim izlenen politikaların ve yapılan müdahalelerin hem iç hem de dış piyasada yeterli güveni sağlayamaması, gün geçtikçe TL’nin değerini düşürüyor.
Sonuç olarak sizlere TL’nin geçtiğimiz 15 yıllık yolculuğunu kısaca özetlemek istedim. Yorumu sizlere bırakıyorum. Ancak şuna eminim ki hiçbir vatandaş, kendi ülke parasının diğer ülkelerin para birimleri karşısında değer kaybetmesini istemez. Güçlü bir TL hem bu ülkenin hem de her bir vatandaşın ortak çıkarlarına hizmet edecektir. Bunun için de Türkiye’nin artık yeni bir yaklaşıma ve yeniden bir güven ortamına ihtiyacı var.