Öte yandan...
Hz Muhammed dönemi anlatılırken, hep atlanan bir ayrıntı vardır:
O da Yüce Peygamberimizin, aynı zamanda bir devlet yöneticisi olduğu gerçeği!
Yani yaptıklarının bir kısmı Peygamberlik’ten, bir kısmı da “beşeri şart”lardan kaynaklanan uygulamalar!
Yani “İslamiyet”te farz olan şeyler değil!
Neden?!
Çünkü, devlet adamlığı görevi başka, Peygamberlik yani “tebliğcilik” görevi başka!
Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor!
Karışınca, bunları birbirine karıştırınca Vatikan’a, İsrail'e, İran’a dönüyorsun o vakit!
O dönemin şartlarını anlamayıp, “Peygamberlik vasfı” ile “devlet adamlığı vasıfları”nı birbirine karıştırınca, kafalar da karışıyor.
Bu kadar satırı niçin yazdım?!
Samimi olarak sorduğunuz için yazdım.
Özü itibari ile iyi bildiğim ve anladığım bir din olduğu için yazdım.
Size de süzdüklerimi aktarmak için yazdım.
Örneğin yansıtıldığı gibi Hz İsa’yı özel olarak çarmıha germediler!
O dönemde tüm suçluları “çarmıha geriyorlardı” da; bu yüzden Hz İsa'yı da çarmıha gererek cezalandırma yoluna gitmişlerdir.
Yani “beşeri şartları” bilmeden, anlamadan, dönemin sosyal yaşamı üzerine kafa yormadan bir dini anlamak ve anlatmak mümkün değil!
Anlamayınca da özden kopulup, “Türban” örneğinde olduğu gibi böyle şekle itibar ediliyor!
Bu anlattıklarıma göre ya ben İslam değilim; çünkü, “siyasal İslamcı”ların yaptığı hiçbir şeyi yapmam, yapmamaya özen gösteririm, yapanı da tasvip etmem ya da benim anlattıklarıma göre onlar “İslam” değil!
Bilmenizi isterim ki “İslamiyet”, o dönemde tefessüh etmiş, iyice ipi koparmış bir topluluğa geliyor!
Bu ayrıntı da çok önemli!
Çünkü biz Türkler, hiçbir zaman ipi koparmış, raydan çıkmış bir kavim olmadık ki!
Kadının yeri daima obamızda vardı, başköşedeydi!
O yüzden “Araplar özel bir kavimdir” kısmı da, İngiliz İstihbaratı’nın Osmanlı'yı parçalamayı kafaya koyduğu zaman uydurduğu, içimize sokuşturduğu bir başka fitne-fesat boyutudur!
...
Halk arasında, Hz Adem için babamız, Hz Havva için de anamız deriz.
Her ikisi de defne yaprağı ile resmedilir!
Bu tür konuları dönemin şartları içinde değerlendirip anlatmadıkça kafalar karışıyor.
O zaman İslamiyet'in kainata tebliğ edildiği dönemin sosyal şartları içinde yaşama konusunda ısrarcı olan mümin kardeşlerimize sormak gerekmez mi:
Madem Hz Muhammed de Peygamber, o vakit O da neden defne yaprağı ile dolaşmadı?!
Ezcümle:
“Siyasal İslamcı”lar hadiseyi saf Müslüman kardeşlerimizin duyguları ile oynayıp, kasten “Türban”a dolayıp, İslam’ı rayından çıkartmak, özünden uzaklaştırmak istiyorlar!
Oruç da, kurban da, namaz da, sünnet de İslam’dan önce zaten vardılar.
İslamiyet ile gelmediler.
Misal, “Nuh Tufanı” tüm kutsal kitaplarda ve mitolojide farklı yönleri ile anlatılır.
Dört kutsal kitap da Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı kadarı ile varlar.
Hepsi ve daha ötesi bu!
…
İslam olmak demek; “Allah’a teslim olmak” demektir.
“Kul hakkı yememek” demektir.
“İçki”, “domuz eti”, “sigara”, “kumar” bunlar senin kişisel problemlerin!
İster ye, ister yeme faydası da zararı da sana!
Allah ile aranda bunları çözebiliyorsun.
Ama “kul hakkı” girdi mi devreye işte o vakit hukuk giriyor.
Yani senin içkin, sigaran, kumarın, zinan yüzünden Allah’ın bir başka kulu zarar görüyorsa, hesap vereceksin demektir!
O yüzden “Helalleşmek” zordur bazı yanlışlarla, bazı yanlışa bulaşanlarla!
Her nedense “Siyasal İslamcı”lar, domuz etini, içkiyi çok konuşur da “zekat”ı hiç konuşmazlar.
Çünkü bunların “malvarlıkları”na baktığınızda, ne kadar “İslam” oldukları çok net anlaşılır!
“Oruç” bile açın halinden anlamak için tutulması gerekirken, artık bir hava atma aracı haline dönüşmüş, dönüştürülmüştür!
Yani amacından sapmıştır.
Mesajı anladın ise tutman da gerekmez.
Yeter ki, açın halinden anla, onun açlığını gider!
Hac da öyle!
Yardıma ihtiyacı olan birine yardım et, daha da hayra geçersin!
Fukara varken çevrende, Hac mecburi değil ki!
Ama kurnazlar ya, hacca gidip ölecekler, Allah da anlamıyor ya bu işlerden, onları hemen Cennet’e Hasan Sabbah’ın yanına alacak!
Ne acı değil mi?!
Ne diyelim böylelerine, Allah akıl fikir versin demekten başka bir şey gelmiyor elden!
Kaç kişi sofrasında, iftarda bir açı ağırlıyor Allah aşkına?!
Sen ben, bizim oğlan görsün, konu komşu tutmuş desin diye bazıları tutmuyor mu orucu!
Hülasa:
Aç yine aç kalıyor!
Ben ne anladım bu oruçtan şimdi!
Benim “İslamiyet”ten anladığım bu!
Ben bu anlamda İslam’ım!
Diğer anlamda değil!
...
“İslamiyet” üzerine gerçek anlamda araştırma yapan ve kalbi ile düşünerek okuyan herkes bilir ki, İslam'da reform olmaz!
“Ilımlı İslam” da olmaz!
Bu Allah’a şirk koşmakla eşdeğer bir şeydir!
Çünkü “İslam” son derece basit ve çağlar ötesi bir dindir.
Allah'ın kainatı yönettiği sistemin adıdır.
Şekle değil, öze yönelik olarak bakmak gerekir hadiseye!
Benim diyeceğim budur!
Hülasa:
Allah, insanın aklı kadardır!
“İslam” coğrafyasındaki manzaraya bakınca, ne demek istediğimi siz de çok iyi anlamışsınızdır sanırım.
İslamiyet’in çok ciddi bir temsil problemi var!
Hülasa:
Gerçek “İslam”, benim anlattığım kadar basit, sade ama gereğini yerine getirmesi de bir o kadar zor bir din!
Çünkü kesinlikle “kul hakkı” yemeyeceksin!
Allah adına yanlışa yanlış, doğruya doğru diyeceksin!
Allah'tan başka hiçbir güç tanımayacaksın!
Tüm mümin kardeşlerinle yardımlaşacaksın!
Ruh bedenden ayrıldığında her şeyin bu dünyada kalacağını bileceksin!
Özetle, benim İslam’dan anladığım bu!
Nefsin coştukça, azdıkça, onu her defasında “bir avuç toprak”la terbiye edeceksin!
Ezcümle:
Sizlere çiğnediğim yüzlerce keçi boynuzundan, yani kitap, dergi vb kaynaktan, dimağımda geriye kalan “bir gram bal”ı anlatmaya çalıştım.
Faydalı olabildiysem ne mutlu bana!
(Devamı Yarın)