"Akılsızlara da, cahillere de kızılmaz.
Ama akılsızlığı ve cehaleti saldırganlık biçiminde meydana sürenlere kızılır."
Kemal Tahir
---
Gerçek olan'la gerçek olmayan'ın iç içe geçtiği 'alacakaranlık kuşağı'nın içinde geçiyoruz.
Temel kural; gördüklerinin yarısına, duyduklarının hiçbirine!
Doğru soruları sormadan doğru cevaplara ulaşmak mümkün değil!
Bir başka açıdan...
Hayat memat zamanlar.
Liyakat esas, tecrübe'ye saygı!
---
Soru:
Eylem’e dönüşmeyen "fikir/beyan" suç mudur?!
Şiddet içeren söz’ler eylem’e girer ise politikacılar’ın beyan’larını nereye koyacağız!
Nüans?!
Sabah’ları kapı’yı çalan sütçü ise sorun yok, polis ise diye başlayan cümle’de anlatıldığı gibi "alacakaranlık kuşağı"nın içinden geçiyoruz!
Demem o ki:
"Devlet Memuru", devlet'i ele geçiren hangi güç merkez'i ise onun memuru'dur, aksi durum söz konusu olsaydı, görürdük, not ederdik.
---
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kimler aşağılamış, kimler aşağılatmış, kimler bu aşağılama'ya seyirci kalmış?!
Birçok "ertesi gün" sınaması yapıldı, netice ortada:
Medeniyet düşmanları ile saflaşarak çürümüş sistemde ne üretildiği, İran'daki Humeyni deneyimi çerçevesi'nde ortada.
"Hangi ABD" sorusu birilerini rahatsız etse de, aynı soru Türkiye için geçerli değil mi?!
Hangi Türkiye?!
---
Siyasal Türk hareketi BOP'ta, Atatürk Türkiyesi'ne mi hizmet etti, yoksa Gülen Barzan'a mı?!
Sol'u, liberal'i, din'cisi, dinsiz'inin hali ortada, al birini vur ötekine.
Nüans?!
2007'de Atatürkçüler'e kumpas kurulurken, kazık atarken bu kadar düşünen var mıydı?!
Takkeli medya her türlü rezilliğe batmış, bulaşmış, buna rağmen ar'sızlıkta zirve yarışı survivor.
---
Bazen "söz"ü kimin söylediği önemlidir.
Bazen de söyleyen değil, söz'ün kendisi önemlidir.
Kimi zaman ne’yin söylendiği önemlidir, kimi zaman kim’in söylediği, kimi zaman da kimin neyi söylediği vb.
Bugün şikayet edilen emekli "Amirallerin Bildirisi", kendi görev alanlarını ilgilendiren konuda, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni savunma ve Deniz Kuvvetleri’ndeki FETÖ benzeri yapılanma girişimlerine dikkat çekme çabası.
Ne var ki, emekli amiraller haksız şekilde "darbe teşvikçisi" olarak suçlanmakta?!
Kaldı ki, görevdeyken, Deniz Kuvvetleri’ne komuta ederken darbeye kalkışmamış, darbecilikle suçlandıkları kumpas davalarında beraat etmiş amirallerin, hiçbir yaptırım ve zor kullanma gücüne sahip olmadıkları emekliliklerinde darbeciliğe kalkıştıklarını öne sürmek, oksimoron!
Anayasa’dan kaynaklanan Cumhuriyete sahip çıkma hak, yetki ve sorumluluklarının gereğini yerine getirdiklerini düşünüyorum.
Anayasa'nın, metne dahil olan BAŞLANGIÇ bölümünün son cümlesi şöyle:
"TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
Yani?!
Bu açıklama, Anayasa'nın yüklediği bir yurttaşlık görevinin kaçınılmaz gereğidir.
Hasılı:
Türkiye’ye, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nde tam egemenlik haklarını kazandıran Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmalı hale getirebilecek açıklamalar, TSK içinde 15 Temmuz öncesindeki FETÖ örgütlenmesini hatırlatan girişimlerin görünür hale gelmesi üzerine, 104 emekli amiralin yayınladığı ortak bildiri, iktidar çevrelerinde ve TBMM Başkanı tarafından darbeye çağrı olarak yorumlandı?!
Nitekim...
Gerek iktidar yanlısı medyada gerekse sosyal medya mecralarında imzacılar darbeci olmakla suçlanmakta, daha da ileri gidilip rütbelerinin sökülmesi, maaşlarının kesilmesi istenmekte?!
---
2018 Cumhurbaşkanı seçimi öncesinde, Genelkurmay Başkanı’nın muhtemel bir adayı helikopterle ziyaret edip adaylıktan vazgeçirmesini alkışlayan egemen medya ve siyaset aktörlerinin, bugün emekli amirallerin bildirisini demokrasiye ve sivil siyasete parmak sallamak olarak yorumlamaları manidar?!
Yerli yersiz her bahaneyle 15 Temmuz edebiyatı yapan aynı egemen medya ve siyaset aktörlerinin, 15 Temmuz felaketinin araştırılması için TBMM’de kurulmuş komisyonun çalışmasının engellenmesi karşısında suskun kalmaları da ibret verici bir ikiyüzlülük?!
---
Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER) de konuya ilişkin bir bildiri yayınladı:
"Anayasal hakların kullanılması karşısında gösterilen tahammülsüzlüğü, tehdit dolu demeçleri kınıyoruz; her eleştiriyi milli iradeyi hiçe saymak şeklinde yorumlayan baskıcı anlayışı reddediyoruz.
Asker şahısların yanı sıra tüm kamu görevlilerinin siyasetle ilişkisi ilgili yasalarda tanımlanmıştır.
Emekli askerlerin söz söyleme, görüş bildirme hakları, halen görevi başında bulunup da her gün görev alanları dışında açıklamalar yapan Diyanet İşleri Başkanı’ndan, Ayasofya Baş İmamı ya da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’ndan daha az değildir.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı iken (Anayasa’ya aykırı olarak) İstanbul başkent ve resmi dil Arapça olmak üzere İslam Ülkeleri Konfederasyonu kurulmasını öneren emekli general ne kadar düşünce özgürlüğüne sahipse, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmalı hale getirilmesine karşı görüş bildiren amiraller de en az o kadar düşünce ve ifade özgürlüğüne sahiptir.
15 Temmuz darbe girişimini 'Allah’ın lütfu' sayıp kendi sivil darbesini yapanların, darbe girişimini aydınlatmaktan kaçınanların, Anayasa’yı tanımamayı alışkanlık haline getirenlerin, Meclis’i itibarsız ve işlevsiz hale getirip Anayasa Mahkemesi’ni bile kapatmakla tehdit edenlerin millet iradesinden söz etmeye hakları yoktur!"
---
Hal böyleyken...
Emekli Albay Ömer ERBIYIK, 24 Şubat 2018 tarihinde yayınladığı makalesinde; "Bizler Harbiye ruhu ile yetiştirildik" diyor:
"Kalplerimize vatan sevgisi kazındı Harbiye'de.
Bayrağımız için vatanımız için yeri geldiğinde ölmeye yemin ettik.
Evladından uzak babalarla meslektaş babalarından uzak kalmış çocuklarla arkadaş olduk meslek hayatımız boyunca.
Çocuklarımızı eşlerimizi bırakıp bir çok memurun gitmemek için devreye torpil sistemini soktuğu hatta istifa ederek gitmediği yerlere bizler gideriz.
Hatta oralarda canımız pahasına terörle mücadele ederiz.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı gibi harekatlarda vatan için milletimizin güvenliği için şehit olanlar da bizleriz.
Şehitlik ve gazilik bizler için onurdur.
Ödenmesi mümkün olmayan bazı haklar vardır.
Evet, bu ifadenin altını çizmek isterim.
Bizleri dualar ederek bekleyen, arkamızdan her gün gözyaşları döken sadece eşlerimiz, çocuklarımız ve de birkaç sevenimiz vardır.
Genel olarak sahipsiz ve yalnızdır biz askerler.
Yeteri kadar önemsenmeyiz.
Sakın bunu kimse inkar etmesin.
Kaçınızın çocukları, eşleri haberlere bakarlarken; 'Babam şehit mi oldu?!', 'Kocam şehit mi oldu?!' diyerek ölüp ölüp dirilmiştir?!
Sahi, kaçınızın eş ve çocuğu bu duyguyu anlayabilir?!
Eşlerimiz dul, çocuklarımız yetim, analarımızın gözleri yaşlıdır, bizlerin...
Şehit haberleri her gün olağan hale geldi değil mi?!
Kaçan bir gole üzüldüğü kadar üzünülmüyor artık şehitlere.
Hatta konuşulmuyor, çoğu kez kayda değer haber dahi yapılmıyor, bu ülkede.
Öylesine geçiştiriliyor, unutulup gidiyor.
Ağlayan bir anne veya bir eş, yetim kalan çocuklar.
Sahi, bunlar kaç kişinin umurunda?!
Cenazeleri siyaset malzemesi yapılır.
Defnedildikten sonra unutulurlar.
Hayatlarının baharında göçüp giderler.
Arayanları, soranları olmaz, artık.
Şehitlerin, eş ve çocuklarına bıraktıkları malları, katları, yatları, gemicikleri yoktur.
Ama millete bıraktıkları 'vatan toprakları' vardır.
Sizler, sıcacık yuvalarınızda huzur içinde yatınız diye şehit oluruz, bizler.
Milletimizin çocukları gülsün diye yetim kalır, bizim çocuklar.
Ateş de sadece düştüğü yeri yakar, öyle değil mi?!
Ne demişti, siyasi iradenin eski bir milletvekili;
'Askerin görevi ölmek, bunun için maaş alıyor.
Bana ekstra bir iyilik yapmıyorlar ki?!'
Bizler bu ifadeleri de unutmadık, unutmayız.
Ama hepiniz bu ifadeleri unuttunuz.
Bu ifadelere tepki gösteren, sahi kaçınız olmuştu?!
Evet olmamıştı.
Ankara'dan, İstanbul'dan bir çok kişi ahkam keserek, malum TV kanallarında atıp tutarak, masa başında sözüm ona ülkeyi kurtarırlar.
Soruyorum sizlere; kaloriferli evlerinde sıcacık yatarken, kaç kişi, dağlarda yorganı kar olan, yağmur olan, dondurucu soğuklarda günler süren operasyonlardaki askerlerin halini düşünmüştür, acaba?!
Kaçınız bir ayı, bir haftayı bırakın, bir gece dahi o bölgede dağlarda, o dondurucu havalarda kalma cesaretini gösterebilir?!
Bırakın dağlarda mücadele etmeyi, o bölgede seyahat etmekten dahi korkar bir çok kişi.
Bütün bunlara rağmen bir çok memurdan dahi düşük olan maaşımız; 'Askerlerin maaşları çok yüksek' diye konuşulur, utanmadan toplumda.
Evlatları askere gidince, dönünceye kadar geceleri kabuslar görenler, evlatları askerden döner dönmez, hemen her şeyi unutmaz mı?!
Hatta 'O bölgeye çocuğum, eşim gitmesin' diyerek, bilmem kaçınız torpil bulmaya çalışmıştır, şimdiye kadar?!
Açık yüreklilikle söyler misiniz, lütfen.
Ama söz konusu vatan olunca mangalda kül bırakmayanların, kendi çocuklarının askere gitmesi söz konusu olunca; 'Bedelli askerliği' seçtiklerini ve/veya 'Çürük raporu' alarak, çocuklarını askere göndermediklerini herkes biliyor.
Yeri geldiğinde; 'Allah bize de şehit olmak nasip eylesin' diyen siyasetçilere bakıyoruz, bir çokları çocuklarına askerlik yaptırmamak için ya çürük raporu almışlardır ya da bedelli askerlik yaptırmışlardır.
'Allah size de şehit olmak nasip eylesin', öyle mi?!
Vallahi, masa başında oturarak, askerlikten kaçarak şehit olunduğunu, hiç duymadık?!
Unutmayınız ki, terörle mücadele etmek herkesin işi değil, 'er kişilerin' işidir.
Evet; 'Terörle mücadele etmek, iman ister. Yürek ister. Vatan ve Bayrak sevgisi ister. Kahramanlık ister.'
Dikkat ediniz, 'Dantelli Kefenler' giyerek meydanlarda gezmek birilerine, kanlı üniformalarıyla defnedilmek askere nasip oluyor.
Allah, şehitlik mertebesini herkese nasip etmiyor, efendim.
'Kumpas Davaları' sürecinde 'evlatlarımız göz yaşları dökerken, analarımızın, babalarımızın, eşlerimizin gözyaşı pınarları kururken', kahpece iftiralara maruz kalarak hapislerde biz askerler çürürken, vatandaşlarımızın büyük bir kısmı tarafından destek görmeyenler de bizlerdik?!
'Müslümanlığı alet ederek güç sahibi olmak isteyenlere' inananlar ise sizlerdiniz.
Sakın bunu inkar etmeyiniz.
ABD planının destekçileri; 'Ülke bağırsaklarını temizliyor' nidalarıyla, PKK'lı teröristlerin tanıklıklarıyla biz askerleri hapislere atarlarken, hapse atanlar için; 'Bu arkadaşların hepsi dürüst, alnı secdeye giden arkadaşlar' diyenler ise sizler değil miydiniz?!
'Alınları secdeye gedenler' diyerek destek verdiklerinizin ülkemize yaşattıklarını, ülkemize yüzlerce milyar zarar verdirdiklerini, güzide ordumuza da verdikleri onarılmaz büyük hasarı, 15 Temmuz 2016 tarihinde gördünüz.
Kumpas davalarının savunucuları ve de siyasi destekçileri; 'Ne Allah'tan korkmuşlardı ne de kuldan utanmışlardı.'
Ülkemizde bugün yeterli adalet olmasa bile, 'İlahi adalet'in bir gün mutlaka tecelli edeceğini hiç kimse unutmasın.
PKK'lı teröristlere dahi yapılmayan, sabahın 4'ünde evlerimiz basılarak çocuklarımızın gözyaşları içerisinde ve de 'babaa babaa' diyen haykırışları ile götürülenler de, yine biz askerler idik.
Çocuklarımızın oyun CD'lerine varana kadar el koyanları, getirdikleri 'kendi üretimleri olan suç delillerini' evlerimize yerleştirerek; 'İşte bulduk! İşte bulduk!' diyerek, ağızlarından köpükler saçanları, ne de çabuk unuttunuz, değil mi?!
FETÖ'cülerin devlet kurumlarına, özellikle 'Türk Silahlı Kuvvetleri ve de Yargıya' sızdırılmalarının esas sorumluları kimlerdi?!
FETÖ'cü alçaklar, hainler, kimlerin siyasi desteği ile biz masum askerlere, kader arkadaşlarımıza alçakça operasyonları yaptılar?!
Bunu asla dile getirmezsiniz!?
'Bunun bir vebali yok mu sizce?!'
Orduyu milletten ayırmaya çalışanlara, evet, bir çoğunuz ses çıkarmadı.
Yandaş medyanın; 'Zalim Ordu', 'Dinsiz Ordu', 'Darbeci ordu' iftiralarına da ses etmeyenlerdiniz.
Gücün haklı çıktığı yerde, güya adalet bekleyerek, susarak, güce tapan kişiler oldu bir çoğunuz.
Hadisi Şerif'te; 'Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır' dendiğini hepinize hatırlatır, 'Haksızlığı görüp müdahale etmeyenlerin, o haksızlığı yapan kadar suçlu' olduğunu biliniz, isterim.
Ama 'lafta' hepimiz müslümanız, öyle değil mi?!
Müslümanlıkta iftira atmak var mıdır?!
Müslümanlıkta adaletsizlik var mıdır?!
Müslümanlıkta adaletsizlere, yalan söyleyenlere, toplumu Allah'la kandıranlara biat etmek var mıdır?!
Ama ilahi adalet mutlaka vardır.
Ve de tecelli edecektir de.
Silahlı Kuvvetler'in o dönem aldığı yara, bugün hala devam etmektedir.
Bu yaranın iyileşmesi de onlarca yıl alacaktır.
Bunu hiç kimse aklından çıkarmasın.
Bu çirkinlikler yaşanırken, çirkin iftiralara maruz kalan 'kumpas mağduru silah arkadaşlarımıza sahip çıkmayan komutanların' kimler olduğunu da gayet iyi biliyoruz.
Kumpas mağduru olup hapse atılan arkadaşlarımızın ailelerine nasıl sahip çıkılmadığını, sadece moral için dahi olsa ziyaret dahi edilmediklerini yaşayarak bilenlerdeniz.
Bu mu silah arkadaşlığı, bu mu kader arkadaşlığı?!"
Netice:
Her ne yaşandı ise tarih'in kara kaplı kaydına geçiyor.
Gidin Ankara'ya, Mustafa Kemal'in kaldığı kulübe'yi görün, bakalım, kaç metrekare?!
Nedir bu sizdeki nefis?!
Beş vakit namaz'a, oruç'a, kurban'a, hac'ca rağmen ıslah olmuyor!
Hayat'ı kocaman bir şaka zannedenler, güldürmeyen son şaka'yı hiç akıl'dan çıkartmasın.
Ezcümle:
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!
Cüneyt Şaşmaz