Gazetelerde 'İzmir'de üç heykele saldırı' diye bir haber vardı. İzmir Büyükşehir belediyesi sorumluluğundaki parklarda bulunan üç heykel Vandalların hedefi olmuş. Üçü de hasar görmüş, bu yüzden biri kaldırılmış, Her üç olayda da heykellere saldıran Vandallar meçhul.
Benzer bir haber de Paris'ten geliyordu. Ünlü müzisyen Ahmet Kaya'nın Paris'teki Pere Lachaise Mezarlığı'ndaki bulunan anıt-mezarı da saldırıya uğramış, taşları ve üzerindeki yazılar kırılmış.
'Vandal' ilginç bir sözcük. Eski kültür ve sanat yapıtlarını yıkan, bunların değerini bilmeyen insanlara verilen isim 'Vandal.' Ancak sözcüğün bir de geçmişi var. 5'inci Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun değişik eyaletlerindeki yağmalamasıyla tanınan Doğu Cermen kavmine bu isim veriliyor.
Kısaca eski kültür ve sanat yapıtlarını yakıp yıkmak yeni bir şey değil, bunun son örneklerinden birini, Afganistan'da Taliban iktidara gelince görmüştük, top atışları ile antik heykelleri parçalamışlardı. Yakın tarihte de IŞİD militanları 'din' adına Suriye ve Irak'taki tarihi yerleri yağmaladı, kırıp döktü.
Heykellere saldırı olaylarının Irak'ta, Afganistan'da yaşanması şaşırtıcı gelmiyor ama İzmir'de de aynı olayla karşılaşınca insan nedense şaşırıyor. Hele içimizdeki Vandalların, bunu Paris'e kadar taşıyıp, 21 yıl önce ölmüş birinin mezar taşıyla uğraşmaları daha bir üzücü. Üstelik mezara saldırı, tam da Ahmet Kaya'nın 16 Kasım 2000'deki ölümünün yıldönümüne rastlıyor. 21'inci yüzyılın bu döneminde bile hala Vandallığın kötü bir şey olduğunu öğretememişiz demek ki.
Ve ne yazık ki, bazıları, ülkesinden kaçmak zorunda kalmış, belki de bu yüzden genç yaşta hayata veda etmiş bir müzisyenin, kendisine başka ülkelerde tahsis edilen özel bir mezarlıktaki 'anıt-mezarı'na tahammül edemiyorlar.
Geçenlerde, yeniden camiye dönüştürüldükten sonra ilk kez Ayasofya'ya gittim.
Ayasofya 1500 yıllık bir geçmişe sahip. Yaklaşık bin yıl boyunca kilise idi, 800 yıl boyunca, dünyanın en büyük tapınak yapısı olarak hizmet verdi. Fatih'in İstanbul'a fethetmesinden sonra bir kaç asır boyunca cami oldu, sonra uzunca bir süre müze kaldı ve şimdi tekrar camiye dönüştürüldü. 1500 yıllık emekle bugüne gelmiş, milyarlarca insanın kutsal saydığı bir yapı orası.
Fatih 1453 yılında İstanbul'u fethettikten sonra, ilk iş olarak Ayasofya'yı ziyaret etmişti. İstanbul'da fetihten sonraki bir kaç gün ganimet savaşı yaşandı, herkes bir yerleri yağmalıyordu. Bu hızla, bir yeniçerinin Ayasofya'nın taşlarını da sökmeye başladığını tarihçiler kaydediyor. Ve bunu Fatih'in gördüğü ve olaya müdahale ettiği de bilinen bir olay. Fatih Sultan Mehmet'in müdahalesi ve Ayasofya'yı kendi mülkü olarak ilan edip, dokunulmasını yasaklaması sayesinde Ayasofya kurtuldu ve günümüze kadar geldi. Hatta Ayasofya'nın tavan ve duvarlarındaki fresklerin günümüze gelmesi de Fatih sayesinde ve onun verdiği 'üzerlerini kapatın' emriyle mümkün olabildi. İstanbul'u fethettiğinde 21 yaşında bir genç olan Fatih, o gün toyluk edip 'Yıkın' dese, bugün ne Ayasofya kalmıştı, ne de freskleri.
İzmir'deki heykel saldırılarını ve Paris'teki mezar saldırısını duyunca, Fatih Sultan Mehmet'in, bundan 568 yıl önce bile ne kadar ileri görüşlü, aydın olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Fakat maalesef Fatih'in torunları arasında, aradan 568 yıl geçmesine rağmen, onun ferasetine ulaşmamış insanlar var. Yazık, çok yazık...