“İnsanın insana emanet edildiği” gerçeğinden yola çıkarak “İnsanın kainattaki en önemli kutsal olduğunun” farkındalığını sağlamak amacıyla Eylül 2017’de temellerini attığımız ve 19 Şubat 2018 tarihinde de aldığımız onaylarla start verdiğimiz “İnsan İnsana Emanettir” projemiz çerçevesinde gençlerimizin algılarını keşfederek, yakalanamayan frekansları ve anlaşılamamanın ortaya koyduğu hedef sapmalarının idrakini kendimize bir görev telakki ederek şu ana kadar 17 il, 178 ilçemizi geride bırakarak 408 bin gencimize ulaşabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu yıl da ortaya koyacağımız çaba ve gayretle mümkün mertebe bürokrasi engelini aşarak 20 İl ve takribi 103 ilçe bünyesinde bu farkındalığı yaymaya çalışarak ulaşabildiğimiz genç sayısını 1 milyona çıkarmayı hedefliyoruz.
Siz de takdir edersiniz ki eğitim ve öğretim süreci asla boşluk kabul etmiyor, bizim sahip çıkamadığımız, bağrımıza basamadığımız gencimize bir başkası farklı yollar kullanarak sahip çıkıyor.
Çıkmış olduğumuz bu zorlu ve uzun yolculuğumuzda gözlemlerimiz ve edinimlerimiz milli ve manevi dinamiklerimizle temas etme fırsatını yakalayamamış gençlerimize öğretmiş olduğumuz “çaresizlik” girdabı içinde artık tehlike sinyalleri verdiğini gözler önüne seriyor.
Biliyorum azıcık vicdanı olan ve özellikle de buluğ çağına ermiş çocuk sahibi olan herkes gelecek adına büyük bir endişe taşıyor. Zaman zaman bu konudaki endişe dolu yazılar okusak da bu endişenin toplumun tümüne yansımadığını görmek bu konuda sancı çeken herkesi daha da endişelendiriyor!
Çünkü özellikle gençlerimizle aramızda çok yüksek duvarlar var.
Sanki sırf onlarla birbirimizi görmemek, anlamamak, duymamak için; önyargılarımızdan, kabullerimizden, egolarımızdan, aidiyetlerimizden, zaaflarımızdan, ideolojilerimizden, anlama biçimlerimizden, yorum farklılıklarımızdan, kibrimizden, ezberlerimizden ve daha bilmem nelerimizin hepsinden birden duvarlar örmüşüz. Duvarlar; kullanılan her kelime, anlaşılamayan her cümle, yaşanan her öfke nöbeti ile biraz daha yükselmiş ve gençlerimizle duvarın öbür tarafından iletişim kurar haldeyiz. Böyle olunca da ne anlatmak sağlıklı bir şekilde mümkün oluyor, ne de onları anlamak.
Ama işin ürkütücü boyutu; biz onları anlamamakta direnirken, onlar artık kendilerini anlatmaktan yazık ki vazgeçmiş durumda. Yanisi gençlerimizin sağırı ve onları kendimize benzetemediğimiz, ideallerimizi dikte ettiremediğimiz için körüyüz maalesef.
Biz bize emanet edilen bu hazineleri tıpkı altın gibi cürufundan ayırıp işlemek yerine daha çok yerin dibine gömüyoruz ve bu “gömme” mücadelemiz de onlar doğar doğmaz başlıyor.
“Yapma, dokunma, koşma, gitme” gibi sayısını ziyadesiyle artırabileceğimiz ama hep bir olumsuzluk sarmalı içinde kendi doğrularımızı, yaşam biçimimizi; onlar büyüdükçe de ideallerimizi, olmak isteyip de olamadıklarımızı “ben yapamadım o mutlaka yapmalı” dediklerimizi adım adım empoze etmeye başlıyoruz gençlerimize. Bu durum da büyüklerimizin dizinde oturup onları dinlemeye can atan bizler yerine; kendi anne, baba ve ebeveynlerinden kaçan, mutluluk ve huzuru hep başka yerde arayan, özgürlüğü elinde kölesi olduğu cep telefonunda arayan bir nesil çıkardı önümüze.
Evet, elin oğlu üç asrı bulmayan tarihine kahraman icat etmek için bilgisayar marifetiyle çizgi karakterler uydurup bunu farklı yollarla tüm dünyaya yayarken müthiş bir manevi mirasın varisleri olan bizler, gençlerimizin önünü tıkıyor, geleceklerini istediğimiz gibi şekillendiriyor; henüz hayatın başlangıcındaki evlatlarımızın öğretmiş olduğumuz “çaresizlik” girdabı içinde geleceğe güvenle bakmalarını sağlayamıyoruz.
Zira yaşanmışlıklarımızdan, bildiğimizden, gördüğümüzden, ezberimizden, zanlarımızdan, zaaflarımızdan, olmak ve oldurmak istediklerimizden bir mevzi yapmışız. Eşyayı, insanı, düşünceyi oradan seyredip var olanın bizim gördüğümüz gibi olduğunu ve ötesinin de gördüğümüzden ibaret olduğunu iddia ediyoruz. Ama böyle yapmakla hem mevzunun diğer tarafları bizim için karanlık kalıyor; hem de aynı tabloyu bir başka pencereden, düşünceden seyredip farklı bir şey gören evlatlarımızı bilmemekle, görmemekle, anlamamakla itham ediyoruz. Kendimizi anlatamadıkça da sesimiz yükseliyor, öfke seline kapılıp gidiyoruz. Gençlerimizle kavgamızın en büyük sebebi bu.
Hâlbuki sesimizi duyuramamaktan şikâyet etmeyi terk edip evlatlarımıza gerçekten kulak kesilmenin zevkine bir erebilsek; anlatma ihtirasından kurtularak anlaşılmamaktan müşteki olmaktan vazgeçip onları anlama derdine bir düşebilsek, onların gözündeki çöple uğraşmayı bırakarak kendi gözümüzdeki dal budakla meşgul olabilme hassasiyetine bir erişebilsek mesele kalmayacak!
Kısacası günümüz gerçekliğinin gereği gibi okunamamasından kaynaklanan temel bir sorun var karşımızda.
Durumu irdeleğinizde ise en önemli sorunun aslında bizim “değişime” kapalı olma ve gençlerin ise “örnek model bulamama”dan kaynaklı olduğunu görebiliyorsunuz.
Farsça bir kelime olan ve bizdeki kelime anlamı “hazine” olan genç; doğası gereği tepkisel ve aceleci, mantığından çok duygusuyla hareket eden bir varlık. Hele aldığı eğitim akletme, sorgulama merkezli değil, ezberci, taklit merkezli ve içinde yaşadığı çevre tasavvuru da daha çok duyguların yönlendirmesi sonucu oluşmuşsa, bu durumdaki bir varlığın önünde “itaat” veya “isyan”dan başka bir seçenek de kalmıyor. Çünkü biz batılı gibi yaşarken atamız dedemiz gibi düşünüyor; gençlerimizi onların zihniyle yetiştirmek istiyoruz. Eylemlerimiz söylemlerimizi yalanladığı için de gençler itaat yerine “isyan” yolunu seçiyor. Sevdiremememizin, müjdeleyici olamayışımızın, kucaklayamamamızın ve en önemlisi de örnek olamayışımızın karşılığında ektiğimizi biçiyoruz kısacası.
Tüm makale ve yazılarımda ısrarla andığım gibi;
Bilinmeyen bir zamanda bilinmeyen bir mekânda toplanmış ve bir anlaşmaya bilmeden imza atmış gibi son iki asrın bütün değişimlerine hazırlıksız yakalandığımız gibi, hız çağının getirdiği dijital dünya çağına da hazırlıksız yakalanmış olmanın şaşkınlığıyla bu konuyla ilgili iki temel sorun ile karşı karşıyayız:
Birincisi; batılı bir paradigma (değerler dizisi) ile düşünerek yeryüzüne ve yeryüzündeki her şeyin bizim için yaratıldığını, onların sahibinin insan olduğunu, onu elde etmek için her yolu kullanabileceğimizi, elde edince de onu sınırsızca tüketebileceğimizi söyleyen; böylelikle insanı sorumsuzlaştıran ve alabildiğine yücelten, yani merkezinde insanın bulunduğu seküler (dünyevi) bir zihne sahip olmamız.
İkincisi; zamanın, eşyanın, düşünce ve fikirlerin durağan, hakikatin geçmişte bir yerde sabit olduğu, değişmediği, değişmeyeceği, kişinin her dönemde bu sabiteye göre kodlanması gerektiğini söyleyen bir hafızaya ve din tasavvuruna sahip olmamız.
Bu tasavvurla çivisi her geçen gün biraz daha çıkan dünyada mukaddeslerimizi, aidiyet hislerimizi, referanslarımızı, sabitelerimizi, mesuliyet duygumuzu, suallerimizi bir bir yitiriyor; kendimize, fikrimize, insanımıza, tarihimize, coğrafyamıza yabancılaşıyoruz.
Evet, zaman değişti ve değişirken bir şeyleri alıp götürdü bizden ve yerine bir başka şeyler getirdi. Ne götürdüklerine mâni olabildik ne de getirdikleriyle nasıl başa çıkabileceğimize dair net bir teklif ortaya koyabildik.
Bu, özellikle ergenlik çağını bitirmiş ve gençliğe adım atmış bireylerimizde gayet net bir şekilde ortaya çıkıyor. Henüz hayatın başlangıcındaki evlatlarımızın geleceğe dair endişelerinin yansımasıyla öğretmiş olduğumuz “çaresizlik” girdabı içinde onlara yeniden umut aşılamak ve geleceğe güvenle bakmalarını sağlamak zorundayız.
Onlara sesimizi duyuramamaktan şikâyet etmeyi terk edip evlatlarımıza gerçekten kulak kesilmenin zevkine ermek; anlatma ihtirasından kurtulup, anlaşılmamaktan müşteki olmaktan vazgeçip onları anlama derdine düşmek, onların gözündeki çöple uğraşmayı bırakıp kendi gözümüzdeki dal budakla meşgul olabilme hassasiyetine erişebilmek zorundayız!
Çünkü ilkokul yılları boyunca ödev yapmaktan oyun oynamaya fırsat bulamayan evlatlarımız, ortaokul ve lise seviyesine geldikçe adı her geçen gün değişip, sayıları sürekli artan o meşum sınavlarda bir soru daha fazla yapabilmek için biteviye test çözmekten, açıp birkaç kitap okumaya fırsat bulamıyorlar.
Bu anlamsız ve bütün bir çocukluğa kast eden maratonun akabinde bir üniversite kazanılıyor, orada başarılı olabilmek için öncekinden çok daha fazla çalışmak gerekiyor ve iş bulmaya yaramayacak bir diploma uğruna, canım gençlik yılları heder ediliyor.
Âşık olduğu kıza okumak için lâzım olan şiirden fazlasını bilmeyen tarihçi, sınavı geçmek için gerekenin ötesinde tarih bilgisi olmayan doktor, dini kültür, ahlâkı bilgi zanneden ve onları da kopya kâğıtlarıyla mâziye gömen mühendis, şartlar icap etmedikçe mâzisini merak etmeyen bürokrat, okuma yazma bilmeyen çobanların gözyaşlı ibadetlerinin aşk ve zevkinden mahrum ilahiyatçı, Google'dan aparılan malumatla başımızdan aşağı ukalalık boca eden aydın, hülasa medeniyetimizin estetik, zarafet ve muhabbetinden zerre nasibi olmayan bizden habersiz bir dolu “biz” yetişiyor böylece.
Kısaca toparlamaya çalıştığım tüm bu tespitlerden yola çıkarak bu yanlışlara yokmuş gibi yapmaya devam edip yanlışın bir parçası olmak; doğruyu söylemeden, doğruca eylemeden sadece yanlış var diye bağırıp vicdanımızı sahte bir teselliyle avutmak; “birileri artık bu yanlışları düzeltmeli” deyip kenara çekilerek yükü omuzlamanın külfetinden eleştirmenin kolaycılığına kaçmak yerine İl il, İlçe ilçe, okul okul dolaşarak gençlerimizi yeniden bu milli ve manevi dinamiklerle buluşturabilmenin gayreti ve mücadelesi içinde insanlığın önünü açacak, hem kendini hem dünyayı iyi tanıyan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıma şuuruyla nefes alıp veren; aldığı nefesi hakikatin sesine, hakikatin sesini insanlığın nefesine dönüştürebilecek diriltici bir ruha sahip insanları yetiştirecek; dünya çağında fikir adamı, sanatçı, bilim adamı armağan edecek insanlara ve kurumlara ihtiyacımızın olduğu farkındalığı içindeyiz.
İnanıyoruz ki; yaşımız, görevimiz, konumumuz, şartlarımız ne olursa olsun yaşadığımız dünyada hepimizin ortak misyonu ve gayesi; insan denen en önemli kutsalın ve dolayısıyla da insanlığın daha yaşanılır bir dünyada hayatını idame ettirebilmesi için toplum ruhuna sevgi, şefkat, rahmet ve merhamet tohumlarının gelecek nesiller yoluyla sağlam atılmasıdır. Bu yönüyle de öncelikli amacımız; sahip olduğumuz manevi mirasın aydınlığı altında güçlü temellere oturtulmuş kültürümüzü, bugünün teknolojisine entegre ederek kutsallarından ve öz kültüründen ödün vermeden çağdaş yaşamın baş döndürücü hızına ayak uydurabilecek yaşam sistemi kurmak olmalıdır.
Bu bağlamda klasik kalıpları yıkarak; konumu ne olursa olsun insan denen en büyük kutsalı hayatın merkezine alarak modern-vizyoner modelleri hayata geçirebilen; sorgulayan, araştıran, gelişmelere ve evrensel değerlere açık, teknolojik ve bilimsel kapasiteyi özümsemiş, istikrarlı, yere sağlam adımlarla basabilen daha güçlü ve ekonomik bağımlılığı olmayan hem ülkesine hem de insanlığa yararlı; donanımlı, kalifiye bireyler yetişmesini sağlamak ortak paydamız olmalıdır.
İnsanımızı üzerinde oturduğumuz manevi mirasın farkındalığını yakalayabilmeleri, bu farkındalığı hayatlarına yayabilmeleri adına; ilgi, istidat ve kabiliyetlerince becerikli kılmak; sanat ve estetik yönlerini geliştirebilecek, yeteneklerini ortaya çıkartabilecek fırsatlar sunmak amacıyla projemiz benzeri girişimlerin onlarla duygusal bağ kurmak adına çok önemli bir rolü var. Çünkü yapılan söyleşilerle birebir kontak kurabilme imkânının yansıra, anmış olduğum kültürel mirasın ışığında insanımızı ahlaki ve milli değerler eğitimiyle yeniden buluşturabilme imkânı da yakalanabiliniyor..
Evet, kabul ediyorum;
Teknolojinin baş döndürücü hızı karşısında manevi değerler silsilemize ait ipin bir kısmını elimizden kaçırmış olabilir; kaçırdığımız bu iple birlikte bazı insanlarımızı anlık öfkeleri, hezeyanları, yanlışları nedeniyle toplumun dışına itmiş olabiliriz. Ama hala ipin diğer ucu elimizde olduğuna göre mutlu, huzurlu, geleceğe umutla bakan, hayallerinin peşinden koşma cesaretini gösteren, modernize olmuş bir kimlikle geleceğe ışık tutan çalışmaları hep birlikte yürütmeliyiz.
Bu nedenle de ilk etapta sayıları milyonları bulan ve toplumumuzun yarınını inşa edecek olan ortaöğretim gençliğimiz; bununla eş zamanlı olarak da ziyaret edilecek illerde sayıları yüzbinleri bulan ve hayatlarının kırılma anlarını yaşayan, toplumumuz tarafından “kader mahkumu” olarak addedilen insanlarımıza edindiğimiz misyon çerçevesinde kucaklayabilmek ve aynalarla oluşturduğumuz çembere suretimizi yansıtabilmek adına çağdaş yarınlarda özünce parlamalarını sağlamak için hep birlikte çaba sarf etmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Zira manevi açıdan gelişmiş, sabitelerine, ruh köklerine yürekten sahip çıkan bir ülkenin geleceğini hiçbir maddi güç yok edemez. Fikri birikimi güçlü, ruh kökleri muhkem, istikameti sağlam bir toplum bugün kaybediyor görünse de geleceğini mutlaka kazanacaktır.
Bu görevin sadece eğitim, adalet ve ıslah kurumlarına ait olmadığı; bunun gerek bireysel gerek kurumsal bazda ayrım gözetmeksizin birlik ve beraberlikle başarılabileceğinin farkındalığıyla, ekonomik kalkınmanın yanı sıra dünyaya yaklaşık bin yıl hükmeden ecdadımızın izince ait olduğumuz manevi mirasa sahip çıkmak adına farklı bir rol üstlenerek toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlayan, toplumun ve insanımızın geleceğine ışık tutmaya çalışan projemizde öncelikle gençlerimize, eş zamanlı olarak da parmaklıklar ardındaki yüreklere dokunma arzu ve telaşındayız.
Bu düşünce sarmalı içinde de; insanlığın önünü açacak, hem kendini hem dünyayı iyi tanıyan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıma şuuruyla nefes alıp veren; aldığı nefesi hakikatin sesine, hakikatin sesini insanlığın nefesine dönüştürebilecek diriltici bir ruha sahip insanları yetiştirecek; dünya çağında fikir adamı, sanatçı, bilim adamı armağan edecek insanlara ve kurumlara ihtiyacımızın olduğu farkındalığı içindeyiz.
Günümüz cenderesinde ülkemizin yeryüzündeki tüm mazlumlar adına bir umut olduğu inancıyla yarınımızın teminatı ve sahibi gençlerimiz başta olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin de, tahliye edildiklerinde günlük hayata kolay adapte olmaları, toplumdan dışlanmamaları, tekrar suça yönelmemeleri ve topluma yeniden kazandırılmaları hususunda adaptasyona yönelik manevi kazanımlarını hayata doğru yönden ve gerçekçi bakmalarını sağlayacak öğretici ve eğitici bilgiler kazandırmak amacıyla ekip ruhu içinde il il, ilçe ilçe, kurum kurum dolaşmayı hedeflediğimiz bu yolda varlığınıza, maddi manevi desteklerinize ve en çok da dualarınıza ihtiyacımız bulunmaktadır.
Zira biliyoruz ki, sağ el sol elle birlik ise anlam kazanır. Bu anlam bütünlüğüne ulaşmak için de farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak “insan” denen kutsalı sahiplenmek; bütünleşmek ve kenetlenmek, doğrularda kalabalıklaşmak zorundayız.
Müebbet muhabbetle…