Son dönemin en moda cümlesi olan "İfadesi alınarak serbest bırakıldı" adeta toplumun aklı ile dalga geçiyor ve bu topluluğu korkuya sevk ediyor.
Öyle ya… Bu ülkede suç işlemenin bir yaptırımı yoksa ve insanlar sokaklarda, toplu taşıma araçlarında, kısacası her yerde saldırıya uğruyor, kadın cinayetleri almış başını gidiyor, çocuklarımız taciz ediliyor hatta öldürülüyorsa hangi adalete güveneceğiz?
Neredeyse her gün kaybolan çocuk haberleri yayınlanıyor ve ne üzücüdür ki çoğunun da ölüm haberi geliyor.
Öylece ortadan yok olup bulunduğunda ise cansız bedenleri ile karşılaştığımız evlatlarımızın cinsel tacize maruz kalmamış olmalarına dua ediyor hale gelmiş olmamız ne acı!
Bu suçların faillerinin ellerini kollarını sallayarak ortalıkta gezinmeleri ise daha da acı!
İşlenen suçların “adli kontrol şartı ile serbest bırakılma” ile sonuçlanması doğrudan “suç işlemeyi” –neredeyse- meşru kılmak değildir de nedir?
Uluslararası Ekonomi ve Barış Enstitüsü'nün yıllık “Küresel Barış Raporu”na göre dünya 10 yıl öncesine göre daha az huzurlu bir yer haline geldi ve bunda kuşkusuz Türkiye’nin payı oldukça büyük.
Bu rapora göre 2017’de 146. sırada olan Türkiye, bu yıl üç basamak daha gerileyerek 163 ülke arasında 149. sıraya yerleşti. Ne büyük onur(!)
Türkiye’de 2017’de en çok işlenen suçlara gelince…
Verilere göre Türkiye genelinde mal varlığına karşı işlenen suçlar listenin başında yer alıyor. Bu suçlar; hırsızlık, dolandırıcılık ve mala zarar verme...
Bu suçların en fazla işlendiği bölgeler ise; Marmara, İç Anadolu, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı.
Kasten adam öldürme ve yaralama gibi vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlarda ise Karadeniz, Doğu Anadolu, Ege birinci sırada.
En fazla cinsel saldırı davası açılan şehir, İstanbul.
Açılan dava sayısı bin 191. İstanbul'u İzmir, Ankara, Antalya, Konya takip etti.
En fazla adam öldürme davası açılan şehirler ise İstanbul, Ankara, Adana, İzmir ve Sakarya.
Şimdi gelelim yazımın başlığı olan “5271”e…
Bu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Ceza Muhakemesi Kanunlarından sadece bir tanesi ve kendi içinde pek çok detay barındırdığı gibi çok da çelişmektedir.
“5271” sayılı kanunumuz, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgulardan bahsetmekte olup kelimelerin çok soyut kalmış olmasından dolayı kanun uygulayıcılarına geniş takdir hakkını kazandırmıştır.
Ceza hukukunun ana ilkelerinden biri olan “Şüphe Sanık Lehine Yorumlanır’’ ilkesini de adeta kuvvetli olmayan şüphe diye değiştirmektedir veya bu ilkeyle de çelişmektedir.
Bu sebeple sorgu hâkimleri suçluluk konusunda adeta bir karar verme durumunda bırakılmıştır.
Kaçma, delilleri yok etme, tanıklar üzerinde baskı kurma burada suçun türü ve şüphelinin kişilik durumu ile sosyo-ekonomik konumu önem arz etmektedir.
Tutukluluk kararı ve karara itirazı incelemeye yetkili merci kaçma, delilleri yok etme ve tanıklar üzerinde baskı kurma hususunun olası olup olmadığı konusu, yeterince açıklayıcı bir bilgi olamadığından yoruma açık görünmektedir.
Sanığın sosyo-ekonomik durumu kişilik durumu hakkında açık ve net bilgiye ancak iddianamenin kabulüyle esastan yargılamaya başlayan mahkeme kanaate varabilmektedir.
İlk celsede verilen tahliye kararlarının sıklıkta oluşu da ancak bu şekle açıklanabilmektedir.
Yani sözün özü, bugün yasaların tümü örümcek ağı gibi yalnız küçük sinekleri yutuyor ve eşekarılarını yakala(ya)mıyor.
Kısacası yasalar küçük suçluları tutuyor ve büyükleri serbest bırakıyor.
Jean J. Rousseau’nun dediği gibi; “Yasama, yürütme ve yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir, kuvvet kimdeyse o hakimdir.”
Aşkım TAN
22.07.18-Ankara