Bir yanda görmezden gelinen “CAATSA” (ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) uygulamaları, diğer yanda duymazdan gelinen milletin açlık çığlıkları.
Saraylı iktidar adeta üç maymunu oynamaya başlamış gibi görünüyor.
ABD’nin Türkiye’ye açıkladığı CAATSA yaptırımlarına göre, Savunma Sanayii Başkanlığı'na ve Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, yaptırım listesine alındı.
Açıklanan listede ayrıca Savunma Sanayii Başkan Yardımcısı ve Roketsan Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Yiğit, Savunma Sanayii Başkanlığı Hava Savunma ve Uzay Daire Başkanlığından Serhat Gençoğlu ile Mustafa Alper Deniz bulunuyor.
Oysa ABD, Türkiye’yi Rusya’dan S-400 sistemi satın alma ve test etme konusunda uyarmıştı. Bugün ise Türkiye'nin SSB'sine uygulanan yaptırımlar, ABD'nin CAATSA'yı tam olarak uygulayacağını ve Rusya'nın savunma sektörü ile önemli işlemlere müsamaha göstermeyeceğini gösteriyor.
ABD Dışişleri Bakanlığından bir üst düzey yetkili, konu ile ilgili bir açıklamada bulundu. Buna göre, SSB'ye yönelik yaptırımların "ABD'nin ürün ve teknolojileri için ihracat lisansı ve yetkilerinin verilmesinin yasaklandığını", herhangi bir uluslararası finansal kuruluşun SSB'ye 10 milyon doları aşan kredi ve borç vermesinin kısıtlandığını ve SSB yetkililerinin ABD'ye girişinin de yasaklandığını ifade etti.
Yasanın 231. maddesine göre, Rusya ile savunma ve istihbarat alanlarında çalışan kişilere karşı da yaptırım getirilebiliyor.
Bu yaptırımlar, Rusya Federasyonu için veya onun adına çalışan kişilerle bilerek "önemli işlem" yapan gerçek ve tüzel kişiler için de geçerli olabiliyor.
Yasa kapsamında Türkiye'nin Rusya'dan S-400 sistemlerini alması, "önemli işlem" kategorisinde değerlendiriliyor ve yaptırım öngörülüyor.
CAATSA'nın 235. maddesi, ABD Başkanı'nın "ilgili kişi ve kuruluşlara getireceği" yaptırımları şu 12 maddede düzenliyor:
1- Yaptırım kapsamına alınan kişi ve kurumlara ihracat ithalat bankası desteğinin kesilmesi,
2- Mal ve teknoloji ihracatı ruhsatı verilmemesi,
3- ABD mali kuruluşlarından kredi tedarik edilmemesi,
4- Uluslararası mali kuruluşlardan kredi verilmemesi,
5- Mali kurumlara ABD Merkez Bankası ile doğrudan alışveriş yapma izni verilmemesi,
6- Yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumlarla ihale ya da sözleşme yapılmaması,
7- Döviz üzerinden işlem yapılmasının yasaklanması,
8- Mali kurumlar ve bankalar arasında ödeme ya da kredi transferlerinin yasaklanması,
9- Yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumların ABD topraklarında gayrimenkul sahibi olmasının yasaklanması,
10- ABD kişi ve kurumlarının yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumlardan sermaye ya da borç alışverişinin yasaklanması,
11- Yaptırım kapsamına alınan kişilere ABD'ye giriş yasağı,
12- Yaptırım kapsamına alınan kişi ve kurumlara benzer işlevi olan üst düzey görevlilere de yaptırım uygulanması.
Yasanın ilgili maddesine göre, Başkan, bu 12 maddeden en az 5'ini seçip uygulamakla yükümlü.
Erdoğan’ın “saygısızlık” olarak yorumladığı durum değerlendirmesine bakacak olursak; Türkiye S-400'ler için Rusya’ya toplam 2,5 milyar dolar ödedi.
Bunun sonucunda ABD Türkiye’yi, Türk şirketlerini F-35 projesinden çıkarttı.
Pentagon, F-35 programından çıkarılması sonucu Türkiye 9 milyar dolardan fazla kayba uğradı.
Ayrıca Türkiye ne parasını ödediği S-400 füze savunma sistemini aktive edebildi, ne de parasını ödediği F-35’leri teslim aldı.
Türkiye sonuç itibari ile sadece Rusya’nın “memnuniyetini” satın almış oldu.
Derin bir değerlendirme yapabilmek için Biden’ın Ocak ayında görevine başlamasını beklemek gerekse de havaya saçılan halkın paralarının hesabından sorumlu olan saraylı iktidardan başkası değil.
Saraylı iktidardan söz açılmışken; “Dengelenme” hedefi ile yola çıkan bütçe 11 ayda 132,1 milyar TL açık verdi ve faiz gideri 130 milyar TL’ye dayandı.
Kasım ayında “örtülü ödenekten” yapılan harcama bir önceki aya göre 20 milyon TL’den 279,8 milyon TL’ye fırladı ve bu rakam “örtülü ödenekten” yıl içerisinde yapılan en yüksek harcama oldu.
Adı üstünde “örtülü ödenek!”
Hesabı sorul(a)madığına göre harca gitsin, diğer yanda millet kan ağlasın!
Halk emek büfelerinin önünde ucuz ekmek yiyebilmek için uçsuz bucaksız kuyruklar uzayıp gireken, saraya ballı lokma düşsün. H
Halk kuru ekmek yerken, Zehra Zümrüt Selçuk “Türkiye’de yoksulluk sorun olmaktan kalktı”; Erdoğan’ın ise “Eve ekmek götüremiyoruz” diyen esnafa “Bu bana çok abartı geldi” desin.
Engin Altay meclis kürsüsünde “Millet aç, millet perişan, milletin midesine kuru ekmek giriyor” derken, AKP sıralarından Denizli milletvekili Şahin Tin’in “O zaman aç değil” demesi “Keşke bir şakadan ibaret olsaydı” diyor insan.
Ne işsiz varmış ne de fakirlik sadaka niyetine sadece “1.000 Tl’lik destek paketi” ise sadece bir “Sus payı” o da gerçek olursa!
Çiftçilerce istifası istenen bakan Pakdemirli, çiftçi borçlarının yapılandırılacağını söylerken, çiftçi tarım kredi borçları 126,5 milyon dolara çıktı.
Çiftçinin traktör ve inekleri haczedilirken, İHA SİHA üretildiğini ve tarımın iyi gittiğinin söylenmesindeki mantık oldukça düşündürücüdür.
“İşsizlik ve fakirlik yok” demişken, Pandemi sürecinde işten çıkarma yasağı olmasına rağmen sendika üyesi işçilerin işten çıkarılmasına, ücretsiz izin dayatılmasına, asgari ücretin yarısına bile ulaşamayan bir milyon kişiye ne demeli?
İşsizliğin ve fakirliğin olmadığı Türkiye’de çalışan nüfusun %50’si asgari ücretle yılın 122 gününü vergi kesintileri için çalışırken, nasıl geçin(eme)dikleri sorulması gereken bir sorudur. Türkiye en düşük asgari ücretliler ülkesi iken, asgari ücret artışını beklemek, sadece bir hayal gibi görünüyor.
“3.300” beklentisi ancak bir rüya olur ve bu rüya gerçek olsa da görünen o ki zaten çıkmazda olan enflasyon bir kabusa döner.
Bertolt Brecht’in dediği gibi, “Madem adaletin ekmeği bu kadar önemli, onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?”