İnönü’nün Lozan’ı imzaladığı Atatürk armağanı altın kalem kayıp mı?

Doğan SATMIŞ'ın yeni yazısı...

Bazı çevreler unutturmak istese de Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923'te kurulmasının 100'üncü yılını halk coşkuyla kutladı. Yüz binlerce insan Anıtkabir'e koştu, on binlerce eve bayrak asıldı, sosyal medya gruplarında ise belki de milyonlarca insan birbirlerine coşkuyla bayram kutlaması mesajı yolladı.

Ne yazık ki 100'üncü yılın kutlandığı günler, gazeteciler için ise pek öyle güzel geçmedi, gazeteci Tolga Şardan yazdığı bir haberden ötürü tutuklandı, gazeteciler Cengiz Erdinç ve Dinçer Gökçe gözaltına alındı, pek çok gazeteci hakkında yeni soruşturmalar açıldı, neyse ki önce Erdinç ve Gökçe, birkaç günlük tutukluluktan sonra da Şardan serbest kaldı.

Geçen yıl 'Sansür Yasası' olarak isimlendirilen yasal bir değişiklik yapılmış, gazeteci ve aklıselim hukukçuların tüm itirazlarına rağmen TCK'ya eklenen muğlak bir madde (217A) ile 'halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma' gibi bir iddia suç haline getirilmişti, şimdi o madde artık her gün gazeteciler aleyhine kullanılmaya başlandı, son gözaltı ve tutuklamalar bu maddeye dayanılarak yapıldı. Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısı zaten rekor düzeyde, artık daha da artacak.

Anayasa Mahkemesi 8 Kasım Çarşamba günü, "Sansür Yasası' olarak bilinen bu madde için yapılan iptal başvurusunu esastan görüşecek. Aralarında Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç'in de bulunduğu gazeteci örgütleri temsilcileri de bu maddenin görüşüleceği gün Ankara'da Anayasa Mahkemesi önünde, "Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti" tutacaklar.

Gerçi artık mahkemeler Anayasa Mahkemesi'ni dinlemiyorlar ama buradan iptal kararı çıkması halinde kimse herhalde artık “İptal edilse de ben 'Sansür' maddesini uygulayacağım” diyemez.

Ayrıca hatırlatmalıyız ki, Basın demokrasinin olmazsa olmazıdır. Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıların bence en önemli nedeni de basının işlevsizliğidir. Eğer medya denetim görevini layıkıyla yapabilse, keyfi kararların alınması önlense, bugünkü ekonomik krizi yaşamazdık. İktidarlar, basından çok yakınırlar ama bazen de 'Neden bizi denetlemediniz?' diye basını suçlamayı ihmal etmezler. Bunun en çarpıcı örneği, Amerika'da yaşanmıştı, Başka JF. Kennedy 1960'lı yıllarda önce, gazetecilerin Küba'daki Domuzlar Körfezi çıkarması ile ilgili haberleri, "Askerlerimizin hayatını tehlikeye atıyorsunuz" diye engellemeye çalışmış, sonra da çıkarma fiyasko ile sonuçlanınca "Neden bizi yeterince uyarmadınız" diye suçlamıştı. Politikacıların böyle fırsatçı tavırlarına alışkınız.

xxx

Cumhuriyet’in 100'üncü yıl çerçevesinde Basın Konseyi'nin Yüksek Kurul üyeleri olarak biz de Anıtkabir'e gittik, Atatürk ve Cumhuriyet'in kurucu ortağı İsmet İnönü'yü andık. Bu arada Ankara'daki Pembe Köşk Müzesi'ni gezme şansımız da oldu. Pembe Köşk, İsmet İnönü'nün sağlığında kullandığı eviydi, şimdi çok güzel ve butik bir müze olarak hizmet veriyor, sergilenen her şey, İnönü'nün zamanında kullandıkları.

İsmet İnönü'nün, Türkiye'nin kuruluş senedi olan Lozan Barış Antlaşması'nı imzaladığı ve Atatürk'ün kendisine hediye ettiği altın kalemin bu müzede olmadığını, rahmetli gazeteci Ali Naci Karacan’ın Lozan kitabında okumuştum. Gerçekten de İnönü, ta 1923’te bu altın kalemi, İstanbul Üniversitesi'ne armağan etmişti. Pembe Köşk Müzesi'nde bu kalemin sadece bir fotoğrafı yer alıyor, altında da üniversiteye verildiği bilgisi kayıtlı.

Ancak kalemin yıllardır kayıp olduğu da iddia ediliyor. Bu iddia Ankara’da da dile getirildi, kalemin kayıp olduğuna ilişkin internette de yazılar var. Hatta yazar Sunay Akın, buna ilişkin bir de Youtube videosu yayınlamış.

İnsan inanamıyor.

Öncelikle sormak isterim bu kalem kayıp mı? Böyle bir kalem nasıl çaldırılır?

Yok eğer kayıp değilse, yine internette, İstanbul Üniversitesi Bilgi Platformu’nun belirttiği gibi Edebiyat Fakültesi’nde duruyor mu?

Ve daha önemlisi, eğer kalem kayıp değilse, yerinde duruyorsa, neden bir müzeye verilmiyor?

Bence bu kalemin, Pembe Köşk Müzesi’nde olması lazım. Evet, İsmet İnönü, 1923’te bunu İstanbul Üniversitesi’ne armağan etmiş olabilir ama, Üniversite sonuçta bir müze değil, oysa bu kalem ise müzelik.

Çünkü o kalem öyle bir kalem ki, hem Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedindeki imzayı atmış hem Atatürk alıp hediye etmiş hem İsmet İnönü'nün yadigarı; kısaca manevi değeri büyük. İstanbul Üniversitesi, böyle önemli bir kalemi vermek istemeyebilir. Hatta belki çeşitli siyasi gerekçelerle bu kalemi İsmet İnönü Müzesi’ne vermeyi hiç kabul etmeyebilirler. Ama o zaman kalem Anıtkabir Müzesi’ne verilmeli; çünkü sonuçta kalemi hediye eden Atatürk’tü.

Unutmayın, İsviçre, Lozan’ın imzalandığı masayı bile Türkiye’ye armağan etmişti ve sanırım Birinci Meclis binasında sergileniyor.

Tabii kalem hakikaten çalındıysa, böyle bir ayıp da bize yeter de artar bile.

Bir ülke düşünün ki, ‘ulusal hazine’ olan bir kalemine bile sahip çıkamıyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri