Emine Işınsu vefat etti. Başımız sağolsun!
Arkasından çok şey yazıldı. Herkes Işınsu’ya hayran; ben ise İskender Öksüz’e. Onların evliliği, Peygamber sünnetidir benim için.
Niye mi?
Hz. Hatice, Peygamber Efendimizden büyüktü ve daha evvel iki kere evlenmişti. Efendimiz, bunları umursamadan sevdi eşini. Hiç üzmedi, kırmadı.
İşin içinde aşk varsa bunlar umursanacak şeyler değil elbette. Ama bu toplumun, geleneği din zanneden Müslüman erkeklerine bunu anlatabilir misiniz? Gençliğini hızlı yaşayıp evlenirken gün yüzü görmemiş kız arayan nâmus fukaralarına, bir kadının boşanmasını ayıp sayan medeniyet fukaralarına anlatabilir misiniz?
“Efendimiz ve Hz. Hatice’nin evliliği gibi bir evlilik istiyorum.” cümlesini diline dolamış bir gence, “Öyle bir hanım var ama yaşı senden büyük ve daha önce evlenip ayrılmış. Mahzuru var mı?” dediğimde yüzü asılmıştı. O kadar okumuş dokumuş ama zihni, Hz. Hatice’nin medenî hâlini ve yaşını ötelemiş, zavallının.
İşte bu zavallılık, bu toplumun dindarlarının çok ama çok büyük bir sorunu. Kadınları niye işin içine kattığımı söyleyeyim. Oğullarını geleneğin içinde boğan anneler de suçlu. Kaç anne, böyle bir tercih yapan oğluna “hayırlı olsun” diyor acaba? O delikanlının bittiği gündür, o gün.
Hani derler ya aşk kavuşunca bitermiş. İskender Öksüz’ün aşkı, kavuşunca katmerlenmiş. Aşkı, hiç incitmemiş, hiç üzmemiş. Dikkat lütfen, “aşkını” demedim, “aşkı” dedim. Temelde aşka saygısı olan adam, aşkını da üzmez. Hormonların yükselmesini aşk zannedenler, hormonlarını susturunca aşkı da aşkını da çiğneyip geçerler.
Geleneğin pençesinde kıvranan erkekler cenneti ülkemizde, maalesef okumuş kadınların hayâl kırıklıklarından ciltler dolusu hikâyeler çıkar. Bu hayâl kırıklıkları, milliyetçi muhâfazakâr çevrede çok daha vahimdir. O kadar vahimdir ki TBMM’ne kadar gidecek başarı hikâyeleri yazarlar ama en parlak fikirleri bulaşık yıkarken akıllarına gelir. Kitap okumayı, yazmayı çok seven bir hanım, yerleri silerken eğer eşi beynine hitap eden bir şey sorarsa cevap vermediğini; “Kusura bakma! Yer silerken kafam çalışmıyor.” dediğini söylemişti.
Ankara Türk Ocağı’nda bir hikâye yazarı, “Niçin bir Emine Işınsumuz daha çıkmadı?” diye sorduğunda şöyle demiştim:
“Bir İskender Öksüz daha çıkmadığı için.”
“Ne alâkası var?” demişti, soruyu soran. “İskender Öksüzün akşam eve gidince ‘Emine, çorba yaptın mı?’ diye sorduğunu zannetmiyorum.” demiştim. Kendisi gibi edebiyat okumuş hanımının kusursuz hizmetini almaktan gurur duyan adam, dik dik bakmıştı yüzüme. Ders verdiği yazar atölyesinden niye yazar hanım çıkmadığını sorguluyordu aslında ama kendisi yüzünden olduğunu bilmek istemiyordu.
İskender Öksüz’ün, çaldığı kapı açılmayınca, “Herhâlde Emine romana daldı.” diye kapıda beklediğini duyduğumda hayret etmiştim. Roman yazan eşinin depresyonlarına, migren nöbetlerine kaç erkek sabır gösterir? “Yazma!” der çıkar, işin içinden. Dünyâya roman yazmak için geldiğine inanan bir kadına, kendisinden daha çok inanan kaç erkek vardır? Alzheimer olan eşi, “Güzel kelimelerimi bulamıyorum.” dediğinde belli etmeden usulca ağlayan kaç erkek vardır?
İskender Öksüz, Emine Işınsu’nun arkasından Karar gazetesinde bir yazı kaleme aldı. Yazı, şöyle bitiyor:
“Işınsu artık yok. Aslında yıllardır yoktu. Fakat sevgisi yaşamaya devam ediyor. Bir deniz gibi yükselmeye devam ediyor ve bütün gemileri yükseltiyor. Onun sevgilileri… Selâm sizlere.”
Selâm size İskender Bey!
Aşkı ayağa düşürmediğiniz için.