İSTANBUL-BODRUM ARASI VE YAŞAM

Can Pulak

İstanbul’a gitmeyeli bir yılı geçti.

Doğduğum, büyüdüğüm kenti pek özledim sayılmaz.

Ayrıca bu dünyanın en güzel kentinin özlenecek yerini de bırakmadılar ki..

Çocukluğumun, gençliğimin İstanbul’u bir başkaydı.

Her yanıyla, her yönüyle hayranlık yaratırdı yaşayana.

Böyle modern yolları, köprüleri, alt-üst geçitleri, boğazın altından geçen tünelleri filan yoktu ama, geçmişin İstanbul’u daha huzurlu, sakin ve güvenli bir yerdi..

Sonradan görmeleri bu kadar çok değildi.

Zengini günümüzdeki gibi göze batmaz, çevresini rahatsız etmezdi.

Olsa olsa en fazla imrenilirdi onlara.

Zenginlikten tasarruf olmaz diye düşünmezdi kimseler.

Bölünmemiş, ötekileştirilmemiş nüfusuyla, bu tarihi ve muhteşem kentin daha bir tadını çıkarırdı herkes.

Taşı toprağı altındı ya İstanbul’un, şimdi her yerini betona döndürdükleri için değerini çok düşürdüler.

Elini kolunu sallayan, köyünü tarlasını terk eden, daha güzel ve kazançlı bir hayatın hayaline kapılanlar, tası tarağı toplayıp soluğu İstanbul’da aldılar.

Bu müthiş ve kontrolsüz göç, sadece dokusunu değil, her şeyini bozdu güzelim kentin.

Önce gecekondularla, sonradan apartmanlara eklenen kaçak katlarla, nihayet gökdelenlerle rezil ettiler şehri.

Ne orman bıraktılar, ne park-bahçe, ne de yeşillik.

İstanbul’u İstanbul’da doğanlar değil, sonradan İstanbul’lu olanlar bozdu.

Tıpkı Bodrum’u, Marmaris’i, Kuşadası’nı, Çeşme’yi, Alanya’yı ve pekçok sahil ve turizm beldelerimizi bozdukları gibi…

Hatırlarım, çocukluğumun ve gençliğimin İstanbul’unda insanları bir başkaydı sanki.

Genelde sakin, efendi ve düzgün insanlardı hemşehrilerim.

Esnafı, işçisi, çöpçüsü, bekçisi bile bir farklıydı, terbiyeli ve çevresine saygılıydı çoğu.

Kravatlı, ceketli, takım elbiseli şöförlere rastlardık heryerde.

Simalar, çehreler, genel görünüşler bile çok değişti günümüzde.

Saçı sakalı birbirine karışmış, üstübaşı dökülen, dikkatsiz ve özensiz bir kalabalığa sahibiz artık.

Hoş devlet adamlarımız, siyasetçilerimiz, profesörlerimiz, hocalarımız bile kılık kıyafeti boşverdiler.

Resmi toplantılara katılanları televizyonlarda görüyorum da, futbol maçı seyretmeye yada pikniğe gidiyorlar sanıyorum.

Herneyse, devir çok değişti artık.

Eski çamlar bardak oldu der yaşlılarımız.

Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağarmış.

Belki doğru ama, peki siyasetteki eskiye rağbete, geçmişi özleme, Osmanlı hasretine ne demeli..

Ya okullarımızdaki müspet bilime fark atan dini eğitim ağırlığına?

Lafı İstanbul’dan açtık, nerelere kadar getirdik.

Biz de az geveze değiliz hani..

Bir yılı geçen aradan sonra, doğduğum kente gitmeye, değişiklikleri görmeye, eşi-dostu-akrabaları ziyarete karar verdim.

Bir arkadaşım otomobiliyle gidiyormuş, beni de davet nezaketinde bulununca, hep havadan ulaştığım İstanbul’a bu kere karadan gitme imkanına kavuştum.

Çoğumuzun parasını ödememize rağmen, üzerinden geçmediğimiz yollar ve köprüler gerçekten mükemmeldi.

Ülkenin parasız kalmasına değmiş olamaz ama, karadan çok rahat yolculuk yapılıyor işte.

Çok rahat dediğime bakmayın, otomatik geçişlerde parayı ben ödemediğim için, araç sahibine değil bana rahat oldu.

Yoksa yolda ödenen paralar, benzini de eklerseniz uçaktan çok daha pahalıya mal oluyor.

Örnek olsun diye anlatayım, Bodrum’dan İstanbul’a kadar 800 lira civarında yola, 1500 liradan fazla benzine veriyorsunuz.

Yol üzerindeki Oksijen’lerde de yemek yerseniz, İstanbul gidiş masrafınız 2500 TL’yi buluyor.

Dönüşü de eklerseniz, aylık asgari ücretin fazlasını bir İstanbul yolculuğuna harcıyorsunuz.

Bu durumda evde oturun, sakın bir yere gideyim demeyin.

Vatandaşımız da öyle yapıyor olmalı ki, ekspres yollarda gidip-gelen sayısı fazla değil.

Trafik çok rahat, araç yoğunluğu filan da görülmüyor.

Ama İstanbul’a yaklaştıkça, hele şehre akşamüstü giriyorsanız, benzin zamlarının öncesinden de beter ortalık.

İstanbul şehir trafiği gündüz saatlerinde pek sıkışık değil ama, öyle de çok rahatlamış da sayılmaz.

Bu peşpeşe gelen müthiş zamlardan sonra, millet arabasını çıkaramaz ve toplu taşıma araçlarına rağbet eder sanmıştım.

Şimdilik durum öyle değil, tuzu kuruların paraları henüz suyunu çekmemiş İstanbul’da.

Lokantalar yine kalabalıktı, Arap turistlerle doluydu lüks oteller, taksi şöförleri ücretlerin azlığı ve yakıtın pahalılığı hariç, pek şikayetçi değillerdi hallerinden.

Allah bin bereket versin diyordu çoğu.

Öyle taksi azlığı, müşteri almama problemi filan önemli çapta azalmış.

Devreye giren 1000 taksi-minibüs işe yaramış olmalı.

Eskinin taksilerden öyle yoğun şikayeti kalmamış gibi görünüyor.

Ana caddelerdeki görüntü, genel ekonomimizin kötü olduğunu pek belli etmiyor ama, arka sokaklara ve gerideki caddelere baktığınızda, toplu taşıma araçlarına hücum, ekmek kuyrukları, market ve manavlardaki ıssızlık, fotoğrafın gerçek yüzünü gösteriyor meraklılara.

Sadece ucuz ekmek satan yerlerde değil, benzincilerde de sık rastladım kuyruklara.

Millet zamlı benzinden önce deposunu doldurmaya çalışıyor olmalı.

Çünkü artık hergün peşpeşe geliyor zamlar.

Gelmişken Galataport’u ve yeni açılan Atatürk Kültür merkezini de gezmek istedim.

Gördüklerim karşısında gurur duyduğumu, yapılanları çok beğendiğimi söylemeliyim.

Dünyanın çok yerini gezmiş biri olarak, bu kadar güzel, modern ve lüksüne en ileri ülkelerde bile rastlamadım.

Galataport için Ferit Şahenk ve Serdar Bilgili’yi Atatürk Kültür Merkezi için de Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’u kutlarım.

Turizmde pek başarılı sayılmaz ama, kültürde yaptığı iyi işler, yanlışlarından çok fazla.

İki-üç günde İstanbul ancak bu kadar gözlemlenebilir.

Aslında daha çok yeri gezip görmeyi planlamıştım ama, vakit darlığından bu kez mümkün olmadı.

Bir dahaki sefere daha etraflıca gezip dolaşacağım doğup büyüdüğüm kenti.

Kapalıçarşı’ya gideceğim, televizyon kulesine çıkacağım, geçen yıl dolaşıp bir avuç cemaate bile rastlayamadığım, 65 bin kişilik Çamlıca Camii’ne uğrayacağım tekrar.

Haliç ne durumda, Balat’ta neler oluyor, şöyle bir vapura binip boğazı gezeceğim, martılara ekmek atacağım güverteden.

Ama yazıyı noktalamadan önce, dikkatimi çeken bir görüntüyü de sizlere iletmeliyim.

Geceleri ışıl ışıl yanan İstanbul, artık karanlığa gömülmüş vaziyette.

Camiler, saraylar, önemli ve tarihi binalar, modern gökdelenler filan aydınlatılmıyor artık.

Bu elektrik zamlarıyla cadde ve sokakların aydınlatıldığına şükredeceğimiz günleri yaşıyoruz maalesef.

Allah sonumuzu hayretsin ve bugünlerimizi aratmasın.

Hayatımda para değil, dost biriktirdim hep.

O dostlar ayağımı yere bastırmadılar İstanbul’da, ağırlamaya çalıştılar sürekli.

Hepsine yürekten teşekkürler ederim.

Rövanşı Bodrum’da alırım inşallah…

CAN PULAK

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.