Geçen ayın son haftasında, Tekirdağ’ın Saray İlçesinde, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Saray şubesinin öncülüğünde Marmara Çevre Platformu’nun son toplantısı yapıldı. Bazı bilim adamlarının katıldığı toplantıda bir gün boyunca Trakya bölgesinin geleceği, Marmara Çevre Platformuna üye olan sivil toplum kuruluşlarının katılımı ve desteği ile ele alınarak tartışıldı. Toplantıya katılan bilim adamları, sivil toplum kuruluşlarının uyanık bekçiliği karşısında, tüm gerçekleri dile getirerek Trakya bölgesinin kurtarılabilmesi uğrunda yapılması gerekenleri ve bilimsel açıdan önerilerini dile getirdiler. Bu toplantı sayesinde bütün Trakya bölgesi bir kez daha geleceğini tartışarak, karşı karşıya kaldığı yok olma çıkmazından kurtulabilmenin yolları üzerinde durdu. Katılımın yüksek olması sayesinde canlı geçen platform toplantısı sonrasında, Trakya bölgesinin içinde bulunduğu yok olma ve işgal edilme çıkmazları her yönü ile ortaya konularak, bölge halkının geniş katılımıyla bir kurtuluş planı üzerinde anlaşabilmenin mümkün olduğu görüldü. Her türlü baskıya direnen ve İstanbul ile Avrupa Birliği üzerinden çevrilen oyunlar ve senaryoların her yönü ile dile getirildiği bu platform toplantısında, uzaktan kumandalı bütün güdülemelerin bozulabileceği anlaşılmıştır. Bilim adamlarının ortaya koyduğu gerçekler ve önerilere, toplantıyı düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının destek vermesi ve kitlesel destek sağlanmasıyla, Trakya bölgesinin geleceği hakkında başkalarının yetkili olmasına izin verilmeyeceği görülmüştür.
Avrupa kıtası ile Anadolu yarımadası arasında bir doğal köprü konumunda bulunan Trakya bölgesi, değişen siyasal koşullar nedeniyle geçmişten gelen geleneksel jeopolitik konumunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Avrupa’daki kıtasal birleşme süreci ile yanı başında giderek devleşen bir İstanbul oluşumu karşısında Trakya bölgesi, kendi başına hareket edemez bir duruma geldiği için bu bölgenin geleceği ile ilgili kararlar başka yerlerde verilmeğe başlanmıştır. Gene bölgenin geleceği ile ilgili plan ve programlar da bölge dışı merkezlerde oluşturularak bölgeye zorla kabul ettirilmeğe çalışılmıştır. Avrupa kıtasındaki birlik oluşumu kıtanın doğal bir parçası olan Trakya bölgesinde ayrı bir cumhuriyet kurdurarak, burayı Türkiye’den koparabilmenin hesaplarını ve planlarını yaparken, Trakya’nın yanında bulunan bölgenin en büyük ve en kalabalık kenti İstanbul devreye girerek, Avrupa Birliğinin önüne kesercesine Trakya’yı kendi arka bahçesi ilan etmiştir. Avrupa Birliği süreci içerisinde Türkiye’nin başı Avrupa ile derde girdikçe İstanbul öne çıkmış ve Orta Doğu’daki yeni gelişmeler Türkiye Cumhuriyetinin doğu bölgelerini yakından etki altına aldığı aşamada, İstanbul kenti de ülkenin batı bölgesindeki en büyük merkez olarak, Marmara ve Trakya bölgelerine doğru genişleyerek ve bu bölgeler ile bütünleşerek ayrı bir İstanbul devleti konumunda Avrupa Birliği içinde yer almağa hazırlandığı görülmüştür. Bu durum açıkça söylenmese de, Avrupa Birliği yetkilileri zaman zaman bu konuda konuşmuşlar, Türkiye Cumhuriyetini tam üyeliğe alamayacaklarını ama İstanbul kentini civarı ile beraber Avrupa Birliği içine almağa hazır olduklarını dile getirmekten çekinmemişlerdir. Edirne kentine gelen Avrupa Birliği temsilcileri Doğu ve Batı Trakya’yı birleştirerek, Bulgaristan’ın Kırcaali kentinin de eklenmesiyle oluşacak bir Trakya Cumhuriyetini Birlik içine üye alabileceklerini gizlice ifade ederlerken, İstanbul’a gelen Avrupalı temsilciler ise, İstanbul bölgesini hinterlandı ile beraber bir ayrı devlet olarak kıtasal birliğin içine alabileceklerini belirtmekten çekinmemişlerdir. Bu durumda, Edirne ile İstanbul kentleri Avrupalıların çabaları ile karşı karşıya getirilirken, Trakya bölgesinin geleceği için bir Avrupa ve İstanbul rekabeti ortaya çıkmıştır.
Avrupa Birliği kendi çatısı altında yer alacak bir Trakya Cumhuriyeti için Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye gibi üç ayrı ülkeyi parçalamaktan çekinmezken, böylesine bir planı önlemek ve bölgeyi Avrupa’ya kaptırmamak isteyen İstanbul’un da Marmara ve Trakya bölgelerini kendi doğal hinterlandı ilan ederek, sahip olduğu büyük kentleşme olgusunu zaman içerisinde bir ayrı eyaletleşme sürecine yöneltmek istediği anlaşılmaktadır. Avrupa kıtasındaki küçük devletler, özellikle Yugoslavya gibi bir büyük federasyonun dağılmasından sonra yeniden Balkanlar’da moda olunca ikinci kez bir Balkanizasyon süreci doğu Avrupa bölgesinde yaşanmış ve bunun sonucunda küçük küçük devletçikler Avrupa Birliğine yeni eyaletler olarak katılmışlardır. Slovenya, Hırvatistan ya da Makedonya gibi küçük devletler Avrupa Birliğinin üyesi konumuna gelirken, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan gibi orta boy devletler Avrupalıların gözüne büyük görünmüş ve tıpkı Yugoslavya’yı dağıttıkları gibi bu orta boy Balkan devletlerini de küçük eyaletlere bölmek istedikleri aşamada Trakya Cumhuriyeti formülü kendiliğinden gündeme gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapay olarak çizilen sınırların anlamsızlığı gündeme getirilerek, bölgede halen var olan devletlerin dağılmasına giden yol açılırken, Trakya bölgesinde ayrı bir cumhuriyet oluşturulması düşüncesi açıktan tartışılmağa başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyetini Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı olarak çok büyük bir devlet olarak gören Avrupa Birliğinin sürekli olarak Türkiye’ye yeni bir Yugoslavya modeli ile yaklaşmağa çalışması sonucunda, Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde ayrı devlet oluşumu bu kıtanın önde gelen büyük devletleri tarafından desteklenmişler ve bu tutumun doğal sonucu olarak da Trakya bölgesine bakış açıları yeni bir eyalet devleti yaratma doğrultusunda olmuştur. Bütün doğu Avrupa topraklarını birlik yönetimi altına almağa çalışan Avrupa, Türkiye’yi kıtanın dışına çıkarabilmek amacıyla Misakı Milli sınırları içerisinde bulunan Trakya bölgesini yeni bir yapılandırmadan sonra içine almayı hedeflemiştir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik macerasının giderek uzaması ve çıkmaz bir sokağa gelerek saplanması üzerine, Orta Doğunun çatışma ortamından uzak kalmak isteyen İstanbul kenti, Avrupa’ya daha yakın olabilmek üzere yeni bir yapılanmaya yönelmiş ve bu doğrultuda Marmara ve Trakya bölgesini yutarak genişlemeyi hedeflemiştir. Antik çağlardan bu yana insan toplumlarının yaşadığı Trakya bölgesini ele geçirmek ve kendi arka bahçesi olarak ilan ettikten sonra kendi merkezli bir yeni yapılanmaya zorlamak isteyen İstanbul kenti, Trakya’daki doğal yaşam alanları ile tarımsal üretim topraklarını yok edecek düzeyde bir bölgesel planı gündeme getirmiştir. Avrupa merkezli Trakya plan ve programları bölgeye açıktan ya da dolaylı yollardan dayatıldıkça İstanbul bu durumdan fazlasıyla rahatsız olmuş ve Trakya bölgesini Avrupa Birliğine kaptırmamak üzere bir yeni İstanbul planı devreye sokulmuştur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan İstanbul Metropoliten planına bakıldığı zaman, bütün Trakya bölgesinin İstanbul kenti tarafından yutulduğu görülmektedir. Yetkisi olmamasına rağmen, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kentin sınırlarını aşarak böylesine bir bölgesel plana, metropoliten plan adı ile kalkışması tam anlamıyla hukuk dışı bir girişim olarak ortalığı iyice karıştırmış ve Trakya bölgesinin geleceğini bütünüyle İstanbul kentinin insafına bırakmıştır. Kendi kentini düzenlemekten aciz bir belediye olarak İstanbul Belediyesinin kent sınırları dışında bir planlamaya yönelmesi açıkça hukuk dışı bir tutum olarak gündeme gelmiş ve tüm Trakya bölgesini hedef alarak da Trakyalıları İstanbul’a düşman yapmıştır. İstanbul’un geleceği için Trakya bölgesinin geleceğinin tehlikeye atılmasını hiçbir Trakya kenti kabul etmediği gibi, Trakya insanı da böylesine yok edici bir dış plana karşı sonuna kadar direneceğini bölgedeki sivil toplum kuruluşları ve platformlar aracılığı ile ortaya koymuştur. Tıpkı Avrupa Birliği gibi İstanbul kenti de kendi gelişme planları doğrultusunda Trakya bölgesini içine alarak eritmeyi ya da bütünleşerek yok etmeyi düşündüğü için, Trakyalılar her iki taraftan gelen bu gibi bütün girişimlere son yıllarda kararlı bir biçimde karşı çıkmışlardır. Son yapılan Marmara Çevre Platformu toplantısı da bu bölgesel direnişin açık bir göstergesi olmuştur.
Avrupa ile İstanbul arasına sıkışıp kalan Trakya bölgesi aslında bugünkü hukuki duruma göre, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal sınırları içerisinde yer alan bir coğrafi bölgedir. Türk devleti üniter bir yapıda olduğu için herhangi bir bölgesel yönetimi sahip olmayan Trakya’da bulunan il ve ilçelerde yaşayan halk kitleleri bir araya gelerek kendi kaderleri üzerine oynanan oyunlara karşı çıkmışlardır. Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli gibi üç ayrı ilin topraklarının bulunduğu bu bölgenin doğusunda İstanbul iline bağlı olan bazı bölgelerde bulunmaktadır. İstanbul kenti bu nedenle, kendi topraklarından hareket ederek diğer üç ilin topraklarını da içine alan bir büyük bölgesel yapılanmayı İstanbul Metropoliten Planı olarak bölge illerine ve halkına dayatmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara ise, Trakya bölgesine tıpkı diğer bölgelere bakışı gibi bir yaklaşımda bulunmakta ve Anayasal çerçevede var olan eşitlik ilkesi doğrultusunda diğer bölgelere dönük sürdürülen kamu hizmetlerinin bu bölgeye de aynen uygulanabilmesi için çaba göstermektedir. Başkent Ankara açısından, var olan hukuk devleti çatısı altında ülkenin bütün bölgeleri eşit bir konuma sahip bulunmaktadır. Bu doğrultuda hem ülkenin yönetimi hem de kamu hizmetlerinin yürütülmesi Ankara açısından öncelikli bir öneme sahiptir. Ankara devletin merkezi olarak bütün bölgelere eşit düzeyde yaklaşımlar geliştirmekte ve devletin olanakları çerçevesinde bölgelerin gereksinmelerinin karşılanmasına dikkat etmektedir. Devletin kuruluşu aşamasında Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan Trakya bölgesinin, ülkenin birliği ve bütünlüğü içerisinde ele alınması ve Türkiye’nin üniter yapısı içinde geleceğe dönük bir yeni yapılanma sürecine yönlendirilmesi söz konusudur. Türk devletinin Avrupa kıtasındaki topraklarını meydana getiren Trakya bölgesinin Anadolu yarımadasının dışında düşünülmesi, Türkiye Cumhuriyeti açısından mümkün değildir. Türkiye Trakya’ya kendi kolu ya da bacağı olarak bakmakta ve ülke bütünlüğünün içinde bu bölgenin geleceğini diğer bölgelerle beraber düşünmektedir. Avrupa Birliğinin Türkiye’yi dışlayan ve Türk devletine karşı çıkan yapılanmasıyla, İstanbul’un başkent Ankara’yı devre dışı bırakan ya da Türk devletinin üniter yapısını ortadan kaldıran bölücü yaklaşımının, Trakya bölgesini yok etmesine Türk devleti izin veremez, ve bu duruma engel olmak görevinin de ilgili ve yetkili kamu makamları ya da kurumlarınca yerine getirilmesi gerekmektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanmış olan Metropolitan plana göre, İstanbul’un bütün su ve doğal gereksinmelerinin karşılanacağı bölge olarak Trakya gösterilmektedir. Ayrıca, İstanbul kentinin yeniden yapılandırılması doğrultusunda uygulanacak de-santralizasyon planının uygulama alanı olarak da Trakya bölgesi gösterilmektedir. Doğal yapısı gereği bütünüyle bir doğal yaşam alanı ve tarımsal üretim bölgesi olarak şimdiye kadar varlığını sürdürebilmiş Trakya bölgesinin, İstanbul gibi giderek canavarlaşan bir büyük azman kent tarafından her türlü gereksinmeleri karşılayabilme doğrultusunda İstanbul kenti ile bütünleştirilmeğe çalışılması tam anlamıyla Trakya bölgesinin İstanbul gibi bir dev kent tarafından yutulması anlamına geldiği açıktır. Böylesine bir durumu hiçbir Trakya ili ya da ilçesinin kabul etmesi mümkün olmadığı gibi ayrıca tümüyle Trakya halkının bu yok olma planına sonuna kadar direneceği de açıktır. Ne var ki, eski İstanbul Belediye başkanının siyasal iktidarda olmasından yararlanmak isteyen İstanbul kentinin bugünkü yönetimi bir işgüzarlık yaparak, İstanbul Metropoliten planını anayasa ve yasalara aykırı bir doğrultuda hazırlamağa kalkışmakta ve bu hukuk dışı girişiminin arkasında da siyasal iktidarın desteğini sağlamaktadır. Küresel planlara bağlanmış olan bugünkü ılımlı İslamcı iktidar, ulusal, üniter ve laik devlet yapılanmasına karşı çıkarken, bölgelerde eyaletlerin oluşmasına sıcak bakmakta ve bu doğrultudaki yerel gelişmeleri de desteklemektedir. Güneydoğudaki gelişmelerin bölgeselleşmeye doğru ilerlemesini dolaylı yollardan hoş gören bir siyasal iktidarın Türkiye’nin diğer bölgelerindeki eyaletleşme süreçlerine karşı da aynı yaklaşımı izleyeceği söylenebilir. Yerelleşme, bölgeselleşme, yerel yönetimler reformu ya da kamu yönetimi reformu adı altında benzeri girişimler sürekli olarak gündeme getirilmiş ve küresel emperyalizme bağlanmış batılı merkezler tarafından da desteklenmiştir. Trakya’nın geleceği ile ilgili yok olma süreci, kendi olgusu içinde değil ama Avrupalıların kıtasal birlik oluşturma ya da İstanbul’un, Ankara’daki devleti bir yana bırakarak kendi başına ayrı bir bölgesel devlet yapılanmasına yönelmesi nedeniyle gündeme gelmektedir. Bu doğrultuda Trakya halkı ya da platformları gibi Türk devleti de, Trakya bölgesine sahip çıkarak geleceğini koruyabilmek için, hem Avrupa Birliğinin bölücü girişimlerine hem de İstanbul kentinin civarındaki bölgeleri yutucu saldırgan girişimlerine karşı çıkarak yeni önlemler alması ve alternatif planlar hazırlayarak uygulamaya koyması gerekmektedir. İstanbul Belediyesi ekibinin devletin başında iktidar olarak bulunması, Ankara’nın başkent olarak İstanbul’u hizaya getirmesini önleyecek bir durum yaratmaması gerekmektedir.
İstanbul Metropoliten Planı incelendiğinde, Trakya’nın bütünüyle geleceğine el konulduğu görülmektedir. İstanbul Belediyesi kendi kentinin planlarını hazırladıktan sonra Trakya bölgesinin de bütün planlarını hazırlamağa çalıştığı görülmektedir. Devlet Planlama Teşkilatının bütünüyle devre dışı bırakılmak istenmesi tümüyle hukuka aykırı olduğu gibi, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Tarım Bakanlığının, Enerji Bakanlığının da bölgede dışlanması ve bu bakanlıklar ile ilgili kamu kurumlarının yetki alanlarına giren plan ve programlama işlerinin bütünüyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülmek istenmesi, Türkiye’de devlet düzenini açıktan bozmaktadır. Ne var ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu hukuk dışı girişimlerine karşı çıkması gereken hükümetin aynı partiden olması nedeniyle, İstanbul’un çevresine saldıran ve yutmağa çalışan azgın ve azman tutumunun devam etmesine yol açmaktadır. Bir kurdun kuzuları yemesi gibi, İstanbul kenti de civardaki il ve ilçeleri yutarak genişlemeğe ve giderek artan nüfusunun sınırsız gereksinmelerini etraftaki il ve ilçelerin topraklarından sağlamağa çalışmaktadır. Trakya’yı İstanbul kentinin sınırsız bir biçimde artan gereksinimlerine uygun planlayacak böylesine bir girişimin, Trakya bölgesinin sonu olacağı ve bütün Trakya topraklarının İstanbul eyalet devletinin toprakları durumuna geleceği açıkça ortaya çıkmaktadır. Suyunu, toprağını ve tarım arazilerini İstanbul gibi bir büyük sanayi kentine kaptıracak olan Trakya bölgesinde eskisi gibi, insanların doğal bir ortamda yaşamlarını sürdürebilmeleri mümkün olamayacak, İstanbul gibi kozmopolit bir dev kentin bütün sorunları ve kirliliklerinin Trakya bölgesine taşınması kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. İstanbul kenti bir anlamda kendisini kurtarmağa çalışırken, açıkça Trakya’yı yok etmeyi düşünebilmekte ve İstanbul merkezli hazırlanan planların Trakya bölgesinin ayrı bir varlık olmasına izin vermediği anlaşılmaktadır. Sahip olduğu jeopolitik konumun bedelini ödemek zorunda kalan Trakya bölgesi, Avrupa kıtası ABD’ye karşı birleşirken, ya da buna karşılık küresel sermayenin İstanbul’a gelerek dünya ticaret merkezi kurması gibi iki ayrı ve rakip proje arasında kalarak ezilmektedir. Bu aşamada, Trakya’yı arada kalarak sıkışıp gitmekten kurtaracak tek merkez Ankara’dır. Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak bu duruma el koymak ve gereken önlemleri almak durumundadır. İstanbul kenti Trakya’nın her şeyini kendisi planlamaya kalkışırken, Türk devletinin ilgili bakanlıkları ve yetkili kamu kurumlarının devreye girerek böylesine bir istismara ya da hukuk dışı uygulamaya izin vermemesi gerekmektedir. İstanbul ve Avrupa ile karşı karşıya kalan Trakyalıların da Ankara’daki parlamentoda temsilcilerine çok dikkat etmesi ve gerçek anlamda Trakya bölgesinin çıkarlarını koruyacak milletvekillerini seçmesi gerekmektedir. Gerektiğinde iktidar partilerinin dış güçlerin ve de içerideki egemen çevrelerin baskılarına, özellikle İstanbul’u büyüterek Yeni Bizans ya da Dünya Ticaret Merkezi gibi emperyal projelerin İstanbul üzerinden bütün Marmara ve Trakya bölgelerini yok etmesi girişimlerine karşı çıkabilecek düzeyde ve güçteki siyasal kadroların, Türk devletinin başkentinde Trakya bölgesinin çıkarlarını temsil etmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
İstanbul kentinin giderek kontrol edilemez bir noktaya gelen nüfus yapılanması her açıdan bölge için problem oluşturmaktadır. Özellikle İstanbul’da yerleşmiş olan büyük sermaye sahiplerinin Marmara bölgesinde yoğunlaşan sanayileşme girişimleri bölgeye olan nüfus göçünün çok fazla olmasına yol açmıştır. Doğu, güneydoğu bölgeleriyle beraber iç Anadolu’ya da yatırım yapmayan sanayicilerin kendilerini güvenceye alma doğrultusunda İstanbul ve çevresine sanayi yatırımları yapmaları nedeniyle, İstanbul ve çevresi yaşanmaz bir duruma gelmiştir. On beş milyona tırmanan nüfus yapılanmasıyla İstanbul kentine su ya da gıda maddeleri sağlamak giderek mümkün olamamakta ve ortaya çıkan açığı da, Büyükşehir Belediyesi Trakya bölgesi üzerinden kapatmağa çaba göstermektedir. İstanbul’u rahatlatmak için sanayi tesisleri ile beraber nüfusun üçte birinin Trakya bölgesine taşınmak istenmesi beraberinde Trakya bölgesinin bitişini gündeme getirdiği için, böylesine bir girişimin Trakyalılar açısından kabul edilebilmesi mümkün gözükmemektedir. Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgeleri gibi dağlık alanlar boş dururken, İstanbul sanayi tesislerinin Trakya gibi bir tarım alanına taşınmak istenmesi tam anlamıyla bir çılgınlık olarak görülmektedir. Fabrika sahiplerini ulaşım giderlerinden kurtarmak gibi düşünceler ile İstanbul çevresine sanayi tesislerinin taşınmağa çalışılması bir yeşil alan olan Trakya bölgesinin ölüme mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca beş milyonluk insan kitlesinin yeni toplu konut alanları aracılığı ile Trakya bölgesine kaydırılması da beraberinde ormanlık ve yeşil alanların ortadan kalkmasına neden olacaktır. Çevre yolları ve transit otoyolların büyük bir çevre yıkımı yarattığı Trakya’da benzeri girişimlerin sürdürülmesi, bu bölgenin yaşanılır alan olmaktan çıkarılması anlamına gelecektir. İstanbul’un ticaret merkezi olarak bir küresel mega kent konumuna dönüştürülmek istenmesi, beraberinde Trakya bölgesinin yok oluşunu da gündeme getirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, üyesi olmadığı Avrupa Birliği üzerinde yeterince etkili olabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Avrupa Birliği ile boğuşan Türkiye sonunda bu birlik ile karşı karşıya gelmiş ve bu aşamada Trakya bölgesi Avrupa Birliği üzerinden Türkiye’yi Avrupa dışı bırakmak üzere öne çıkarılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti uygulayacağı dengeli dış politikalar yolu ile, Avrupa Birliğinin Türkiye’yi parçalayıcı girişimlerine karşı yeni dengeler oluşturarak ülkesinin birlik ve bütünlüğünü koruyabilmesi mümkündür. Ne var ki, tıpkı diğer seksen il gibi Türkiye’nin bir vilayeti olan İstanbul ile ilgili tek yetkili makam başkent Ankara’dır. Ankara’daki anayasal devlet ve bu devletin bütün ilgili ve yetkili kamu kurumları, Türkiye Cumhuriyetinin ulusal sınırları içerisinde yer alan her yer ve bölge ile ilgili olarak karar alma yetkisi, başkent Ankara’daki Türk devletinin elinde olduğu dikkate alınmalıdır. Ankara, Türk devletinin geleceğini planlarken hem Trakya’yı hem de İstanbul’u ayrı ayrı düşünmek ve iki bölgenin gereksinimlerini ulusal birlik ve bütünlük düzeni içerisinde bir çözüme bağlamak durumundadır. Türk devletinin üniter yapısını bozabilecek bir bölgeselleşmeye nasıl güneydoğu bölgesinde izin verilmediyse, aynı doğrultuda İstanbul ve Trakya bölgesi için de benzeri bir yaklaşımın geliştirilmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, hiçbir ilin özel bir ayrıcalığı yoktur ve bu nedenle de hiçbir il için ayrıcalıklı bir yapılanma düşünülemez. Her il anayasa ve yasalar önünde Türkiye Cumhuriyeti açısından eşit bir konuma sahip bulunmaktadır. Küresel sermayenin ya da emperyalist güçlerin bölgesel plan ya da programları da hiçbir biçimde, Türk devletinin anayasal yapılanmasını bozamaz. Tarihten gelen bazı gerekçelere dayanarak, ya da dinler açısından bölgesel bir yapılanmayı düşleyerek hiçbir güç İstanbul uğruna Trakya bölgesini yok edecek bir yeni yapılanmayı Türk devletine dayatamaz. Küresel sermaye üzerinden dünyanın merkezine egemen olmak isteyen batı hegemonyasının İstanbul’u merkez tutarak bütün bölgeye karşı saldırganlık üssü haline dönüştürmesine, ne Türkiye ne de bölge devletlerinin izin vermemesi dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir. İstanbul Metropoliten planı olarak öne çıkarılan çalışmanın arkasında İstanbul halkı değil ama küresel sermayenin Boğazın iki yakasında yaşayan işbirlikçi zengin burjuvazinin olduğu anlaşılmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yapan medya ve basın organlarının İstanbul merkezli bir yapılanma içinde küresel sermayenin güdümünde yayın yapması da, Türkiye’nin yönetiminde İstanbul kentine ayrıcalıklı bir yer kazandırmış ve bu nedenle de İstanbul’da yuvalanmış olan büyük sermayenin çıkarları ile işbirliği yaptığı küresel sermayenin istekleri İstanbul üzerinden Türk devletine baskı ile kabul ettirilmiştir. Bu durum açıkça bilindiği için, Trakya halkı kendi başının çaresine bakarak hareket etmekte ve çok büyük bir baskı altında bunalan Ankara’ya güvenmeyerek kendi haklarını aramaktadır. İstanbul’un son yıllarda giderek artan baskı ve saldırganlıklarına karşı Ankara’daki devletin müdahale etmemesi ve hükümetin de kendi partisinden olan belediyeye sahip çıkan bir konuma gelmesi noktasında artık Trakya halkının kendi başının çaresine bakmağa kararlı olduğu anlaşılmaktadır. İş başa düşünce, bütün Trakya halkının bir araya gelerek hakkını ve hukukunu korumağa çalıştığı ve bu doğrultuda oluşturulan sivil toplum kuruluşları aracılığı ile de sesini yükselterek gerekirse daha da üst düzeyde mücadele etmeğe kararlı olduğu görülmektedir. Ankara’dan ses çıkmayınca, İstanbul gibi dev bir kent ile karşı karşıya kalınca Trakya’lı kimseye güvenmemeyi ve kendi davasını kendi takip etmeyi öğrenmiştir.
Bölgenin geleceği ile ilgili en yetkili kuruluş olan Trakya Üniversitesi, İstanbul üzerinden sürdürülen saldığı ve işgal girişimlerine karşı Trakya’nın geleceğine sahip çıkma doğrultusunda 2004 yılında rektör Prof. Dr. Osman İnci ile Prof. Dr. Emre Aysu’nun öncülüğünde bir “Trakya Alt Bölge ve Ergene Havzası Çevre Planı“ hazırlayarak kamuoyunun tartışmasına sunmuştur. İstanbul medyası tarafından sürekli olarak gündemde tutulan Metropoliten plana karşılık hazırlanan bu bölge kalkınma planı resmen onaylanmasına rağmen, yetkili kuruluşlara İstanbul üzerinden yapılan baskı ve engellemeler nedeniyle bir türlü uygulama alanına getirilememiş ve meydana gelen boşluktan İstanbul Belediyesi yararlanarak, iktidar partisinin kontrolü altındaki kamu kurumları üzerinden isteklerini Trakya bölgesine dönük olarak uygulamağa başlamıştır. İstanbul’un de-santralyizasyonu amacıyla, hem sanayi kuruluşları yavaş yavaş Trakya’ya doğru aktarılmağa başlanmış hem de giderek artan nüfusun yaşayabileceği toplu konut alanları gene Trakya bölgesine doğru açılmağa başlanmıştır. Trakya Üniversitesi tarafından hazırlanan bölge kalkınma planı “Trakya İstanbul’un işgaline karşı direniyor “ başlığı altında kitap olarak da yayınlanmış ve İstanbul azmanının bu bölgeyi yutmasını önlemek üzere kamuoyunun önünde resmen tartışmaya sunulmuştur. Kitabın yayınından bir yıllık bir süre geçmesine rağmen, kitapta açıklanan Trakya Üniversitesi’nin planının ilgili ve yetkili çevrelerce ele alınarak değerlendirilmemesi, Türk devleti üzerindeki küresel emperyal baskının devam ettiğini ve İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu durumdan yararlanarak yoluna devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. İstanbul’a New York’u taşımağa kalkışanlar, Edirne’yi de küçük Manhattan olarak ilan etmekten çekinmemektedirler. Boğaz’ın iki yakasına yabancıları doldurmayı düşünenler, İstanbul’un yerli halkını da Trakya’ya boşaltmayı planlamaktadırlar. Bu durumda, İstanbul’un arka bahçesi olmaktan kurtulamayan Trakya’nın önümüzdeki dönemde fazlasıyla İstanbul’un saldırı ve işgaline uğrayacağı anlaşılmaktadır. İstanbul’a göçün önlenemediği sürece bu hastalıklı gelişmeyi kimsenin durdurabilmesi mümkün görünmemektedir. Trakya Üniversitesinin ve Mermara Çevre platformunun başlatmış olduğu hukuk mücadelesi de, yargıdaki siyasal çekişmeler yüzünden sonuç vermemiş ve Trakya bölge planının ortada kalması sağlanarak, İstanbul Metropoliten planının önü dolaylı olarak açılmıştır. Bir hukuk devletinde olmaması gereken bu durum, önde gelen siyasal nedenler ve yeni yapılanma planları doğrultusunda egemen güçler tarafından sağlanmıştır.
Trakya bölgesi, bugün sivil toplum kuruluşları ve çevre platformları aracılığı ile İstanbul üzerinden üzerine gelen küresel saldırı ve işgal girişimlerine karşı var gücü ile direnmektedir. Bu nedenle İstanbul’un Trakya’yı yutması mümkün değildir. Dış destek ve küresel sermaye ortaklığı ile giderek azmanlaşan İstanbul’un çevresine ve ülke bütünlüğüne büyük zarar veren bu saldırgan ve işgalci tutumuna karşı, Türkiye’nin bütün bölgeleri ile beraber başkent Ankara’da karşı çıkmalı ve Türk devletinin güçlü girişimleri ile, İstanbul’un Trakya’yı yutmasına izin verilmemelidir. Dışarısı ile ortaklığa giren İstanbul’un mütareke İstanbul’u olarak yeniden devreye girmesi, emperyal güçlere teslim olması ve onların işbirlikçisi olarak bölgesel hegemonya planlarına karşı, başkent Ankara hiçbir şey yapmazsa ve seyirci kalırsa, o zaman tıpkı kurtuluş savaşı günlerinde olduğu gibi, bölge halkının Trakya ve Paşaeli Müdafai Hukuk Cemiyeti’ni yeniden oluşturarak bir var olma savaşı vermesi kaçınılmaz görünmektedir. İstanbul’un ticaret merkezi olması ya da Yeni Bizans’ın merkezi olması gibi dıştan destekli emperyal planlar, Trakya halkının haklı var olma mücadelesini hiçbir zaman önlememelidir. Trakya Türkiye Cumhuriyetinin kopmaz bir parçası olarak Balkanlardaki Türk varlığının temsilcisi olarak varlığını önümüzdeki dönemde de sürdürecek ve Türkiye ile Balkanlar arasında tarihi bir köprü olarak, Türkiye’nin güvencesi olacaktır ama hiçbir emperyal ya da işbirlikçi güç, Trakya’yı mütareke İstanbul’unun arka bahçesi yapamayacaktır. İstanbul Belediyesinin de bu durumu bilerek hareket etmesinde ülkenin birliği ve bütünlüğü açısından büyük yarar vardır.