‘‘Köprü üstü dikkat! …’’ Harp gemilerimizde, gemi komutanı köprü üstüne çıktığında; onu ilk gören kişi bu sözü söyler. Herkes gemi komutanının köprü üstüne geldiğini anlar ve personel daha bir dikkat kesilir. Bu ritüel, eğer seyre çıkılmadan önce yapılıyor ise komutanın köprü üstüne gelmesini müteakip, dümen ve makinelerin hazır olduğu da kendisine rapor edilir. Bugün, emekli bir deniz subayı olarak ngazete internet sitesinde ilk yazımı yazıyorum. Bu denizci köşemde, sanki kendi gemimle yeni bir seyre çıkmanın heyecanını yaşarcasına, siz okurlarla farklı, heyecanlı ancak sakin ve uzun olmasını dilediğim bir yazı seyrine çıkmak üzereyim. Sanki, gerçek bir seyre çıkarmışçasına… O nedenle, kulaklarımda maziden kalan sesler çınlıyor. Kimileriniz abarttığımı düşünebilirsiniz. Ancak medyada, sektör dergileri hariç, Türkiye’nin deniz gücü ve sorunlarıyla ilgili köşe yazısı yazan yazarların sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmemektedir. Deniz sorunlarımız kamuoyunda yeterince tartışılmıyor. Oysa Türkiye, bir deniz ülkesidir. İki yarımadadan müteşekkil ve sahillerinin uzunluğu 8333 km olan bir ülkeyiz. Böyle bir ülkenin denize sırtını dönmesi beklenemez. Eski ya da yeni bizlerin; denizciliğimize, yazılarla da olsa bir katkımız olması gerektiği kanaatindeyim. O nedenledir, bu köşeyi yazı seyrine çıkan bir gemiye benzetmem. Böyle bir seyre herkesin ihtiyacı olduğu kanaatindeyim.
Denizlerin ne kadar önemli olduğu hakkında görsel ve yazılı bir kısım medyada bazı konuşmaları duymuş ya da yazılanları okumuşsunuzdur. Fakat denizlerimizi milli çıkarlarımız açısından kamuoyunun ilgi alanı haline getirmekte ne kadar başarılı olduk? Bunun, toplum ve devlet olarak denizden ne beklentimiz olduğuyla da ilgili bir konu olduğunu düşünüyorum. Denizler ve okyanuslar dünyanın yüzde 70’ini kapsamaktadırlar. Dünya ticaretinin %85'i tonaj bazında denizyolu ile taşınmaktadır. Daha ilk yazı seyrimde rakamlarla ayrıntılara girmek istemiyorum. Ancak bir deniz ülkesi olarak; örneğin, sadece dünya deniz ulaştırmasının küresel ekonomi üzerindeki katkı payından rasyonel olarak faydalanamıyor oluşumuz bile oldukça üzücü. Denizciliğin ekonomik katkısının yanı sıra ulusal güvenliğimiz açısından da hayati bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Aslına bakarsanız, denizcilik gücü ve deniz gücü; çoğunlukla birbirine karıştırılan kavramlardır. Bir ülkenin, milli güç unsurlarının deniz ve denizcilikle ilgili milli menfaatler yönünde kullanılan gücü, o ülkenin denizcilik gücüdür. Netice itibarıyla bu tanım, bütünsel bir anlam taşımaktadır. Ancak, bu gücü ayakta tutan ve ona temel teşkil eden diğer bir güç daha vardır. Denizcilik gücünün denizdeki tüm unsurları ve bu unsurlarla doğrudan irtibatlı sahildeki tesis, kurum ve kuruluşlarının temsil ettiği bu güç ise deniz gücüdür.
Deniz gücünün, tabiatıyla, iki temel bileşeni mevcuttur. Bir ülkenin refahına katkı sağlamaya yardımcı olan deniz gücünün endüstriyel ve ekonomik unsurları ile bu unsurların denizdeki çıkar ve menfaatlerimize yönelik faaliyetlerini koruyan askeri deniz kuvvetidir. Netice itibarıyla, biri refahı, diğeri ise bekayı temsil etmektedir. Bu kapsamda; ülkemizin deniz gücünü incelerken, mevcut gücü iki ana grupta toparlayabiliriz. Birinci grupta, ticari filomuz, limanlar, tersaneler, balıkçı filomuz ve hatta amatör denizcilik ve eğitim kurumları gibi deniz ekonomik, endüstriyel ve akademik gücümüzü oluşturan unsurlar mevcuttur. İkinci grupta ise, birinci grup gücü koruyan ve deniz ve deniz ulaştırma yollarının kontrolünün elde tutulmasını sağlayan Deniz Kuvvetleri ile Sahil Güvenlik Komutanlıklarının bağlısı unsurları, yani deniz kuvvetimiz bulunmaktadır. Deniz gücünün temel bileşenlerini oluşturan bu her iki ana grubun unsurları, aynı zamanda birbirlerini tamamlayan faktörlerdir. Bu iki gruptaki unsurların eş güdümlü çalışmasına örnek olarak; Doğu Akdeniz’de sismik ve sondaj faaliyetleri yürüten sivil gemilerimiz ile onlara yakın koruma desteği sağlayan bir kısım donanma unsurlarımızı gösterebiliriz.
1937 yılı itibarıyla, endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğinde olduğumuzu söyleyen ve denizciliği Türk’ün milli ülküsü olarak düşünmemizi isteyen büyük Atatürk’ün, o yıl ortaya koyduğu bu vizyona bugün itibarıyla sahip miyiz? Tabi ki, refahı sağlayan yönü ile ticari filomuzun ve limanlarımızın, fiziki şartlar, kapasite ve imkân ve kabiliyetler açısından dünya ölçeğinde yeterli seviyede olduğunu söyleyemeyiz. Tersanelerimiz ise küresel ekonomik şartların ve finansal koşulların değişimine göre sipariş alabilmektedirler. Tabi, bu şartlar sadece bizim için geçerli değildir. Büyük mesafeler alınmış olmasına rağmen, küresel rekabet düzeni içinde yapacağımız çok fazla iş bulunmaktadır.
Büyük Atatürk, 1924 yılında Hamidiye gemimizi ziyareti esnasında gemi şeref defterine; hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin donanmasının da mühim ve büyük olması gerektiğini ve o takdirde, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha müsterih ve emin olacağını yazmıştır. Donanmamız, 2000’li yılların ortalarında neredeyse başlı başına endüstriyel bir askeri güç haline gelmişti. Ancak, bekayı sağlayan deniz askeri kuvvetimiz üzerinde son 10 yıldır kurulan kumpaslar, idari yönden gücümüzde elbette belirli bir aşınma yaratmıştır. Şimdi ise yaralar sarılmaya çalışılmaktadır. Buna mukabil, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında belirli bir arınma ve toparlanma süreci yaşanıyor olunsa da sahte Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde ortaya konulmaya çalışılan oyunun halen devam etmesini isteyen bir kısım odakların olduğu da görülmektedir. Deniz askeri gücümüzün nitelikli insan kaynaklarına doğrudan yapılan saldırılar, elbette ki stratejik bir maksada yöneliktir. O dönemdeki kumpasların neden kurgulandığını, bugünlerde Doğu Akdeniz’de süregelen enerji mücadelesinde daha iyi anlamış olduk. Ancak durumsal farkındalığımızı çok daha önce artırmamız gerekiyordu. Artık daha uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Atatürk’ün Hamidiye’nin şeref defterine yazdıklarını ara sıra okumamızın bile bugün için neler olduğunu anlamamıza ve farkındalığımızı artırmamıza kâfi gelecektir diye düşünüyorum.
Bununla birlikte, bizim dışımızdaki bir kısım ülkelerin de deniz gücünün temel parametrelerini dengede götürmek için zorlandıklarını görebiliyoruz. Son dönem İngiltere, Almanya, Yunanistan ve hatta ABD örnekler arasında sıralanabilir. Örneğin komşumuz Yunanistan, yaklaşık 300 milyon DWT’luk genç sayılabilecek, dünyanın en büyük deniz ticaret filosuna sahip. Ancak, yaşlı donanmasına katkı sağlamak maksadıyla; harp gemisi satın alabilmek için, 2018’de kamuoyu önünde açık bir yardım kampanyası düzenlemeye kalkmıştır. Üstelik böyle bir Yunanistan, ABD tarafından Doğu Akdeniz kapsamında bölge istikrarının ana direği olarak ilan edilmiştir. Bu tip konular, Türk kamuoyunda siyaseten tartışıldığı için uzmanlık gerektiren teknik ayrıntılar gözden kaçmakta ve yanlış bir kısım sonuçlara varılabilmektedir.
Sonuç olarak, eski ve yeni biz denizcilerin Türkiye’nin deniz gücü ile ilgili sorunlarına sahip çıkması ve kamuoyunu aydınlatması; denizciliğimizle ilgili meselelerin farklı ancak gerçek ya da gerçeğe yakın iz düşümlerinin ortaya konulmasına yardımcı olacaktır. Bugün itibarıyla, ngazete’de başlayan yazı seyrimde; rüzgarımızın bol, pruvamızın neta olmasını diliyorum.
Kaynaklar:
https://www.denizticaretodasi.org.tr/Media/SharedDocuments/sektorraporu/2017_sektor_tr.pdf (01 Ağustos 2019)
https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2018/11/08_Ulastirma_DenizYoluUlastirmasi.pdf (01 Ağustos 2019)
https://www.hurriyet.com.tr/dunya/yunanistan-savas-gemisi-almak-icin-halktan-yardim-toplayacak-41043550 (02 Ağustos 2019)
https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm (02 Ağustos 2019)
https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=442&dil=1 (02 Ağustos 2019)
https://www.hurriyet.com.tr/dunya/abdden-atinaya-dogu-akdeniz-destegi-41278221
(02 Ağustos 2019)