(Yazımın başlığını “Fareler” olarak adlandırsaydım okurlarıma sevimsiz gelecek diye korktuğumdan “Tom ve Jerry”den mülhem bu ismi verdim, özür dilerim.)
Fareler mi insanlardan çekiyor, insanlar mı farelerden çekiyor tartışmaya açık bir konu. Biz farelerde aile kavramı gelişmiş midir bilemem ama benim ailemde gelişmiş olduğunu biliyorum. Biz tarla fareleri birlikte yaşamayı severiz, en azından benim ailem. Ayrıca ben tek eşliyim, sanırım Amerikan kanı bulaşmış çünkü Kaliforniya farelerinin tek eşli olduğu kesin bir bilgi.
Tarla tapanda istediğimiz konforu bulamadığımız için hep birlikte kalktık köyümüzdeki bir evin bahçesinde yer alan hurmalı bir feniks ağacına yerleştik. Konforumuz yerinde; bizim rahatımızı gören soy sop, akrabalar da yanımıza taşındı. Ailece pek güzel yaşıyor, hurmalarla da karnımızı doyuruyoruz. Geceleri ise aramızda eğlenceler düzeliyoruz. Düzeliyoruz ama biraz fazla gürültü çıkarıyoruz ki balkonunun dibinde konumlaşmış olan ağaçtan gelen tıkırtılar evin hanımını irkiltmiş. İlk başta, “ağaç genleşiyor o yüzden bu sesler geliyor” diye bir tez ileri sürüp kendini avutmuş ama komşuları inandıramamış.
Derken onları ikna edebilmek için bir buçuk litrelik bir su şişesini ağacın gövdesine fırlattı, şişe patladı, biz de susuzluğumuzu giderdik ama yetinmedi ve yeniden bir şişe su daha fırlattı, şişe yine patlayınca bari duşumuzu da alalım dedik; pek keyiflendik ama kuşkusuz tıkırtılarımız sürdü gitti. Hanım komşularını ağacın genleşmesi konusunda ikna etmeye çalışa dursun kendi içine de bir kuşku düştü, acaba gerçekten de fareler var mıydı? Bahçıvanı çağırdı, ağacın neredeyse bütün yaprakları kestirdi, fare mare yok! Zavallı feniks döndü dev adamın ananasına!
Kadın kararlı, fareler varsa elbet bir çare bulunur. Gitti bir tarım ilaçlama şirketine fare zehirleri aldı, bahçıvan onları yapraklara serpiştirdi; ölen kalan yok ama tıkırtılar sürüp gidiyor. Bu kez fare yapıştırıcıları aldı. Ağacın yapraklarına koyuyorsunuz biz zavallılar onlara yapışıyor ve zaman içinde ölüyor. Hanımın içi razı gelmedi, küçük pet şişeleri yarıdan kesip içlerine su koyarak yalpaklara iliştirdi ki susuzluktan ölmeyelim. Ne saçma, sanki susuzluktan ölmeyeceğiz de açlıktan öleceğiz. İnsan mantığı işte! Neyse ki yine başarılı olamadılar, ne yapıştık ne de suların yanına gittik.
Artık ağaçta farelerin yerleşmiş olmadığına kanaat getirmişken, karı koca balkonlarında kahve içiyorlardı. Adamın yüzü, kadının sırtı ağaca dönüktü. Adam birden, ağzının içinde fısıldayarak, “usulca arkanı dön” dedi. Kadın bir baktı tombul bir akrabamız önce başını kaşıdı sonra arkasını döndü, poposunu salladı, kuyruğu önce sağa, sonra sola devrildi ve yaprakların arasında kayboldu.
Karar kesin! Ağaçta fareler yuva yapmış! Yine bahçıvanı çağırdılar; adamcağız inanmazlık içinde elektrikli testere ile yaprakları kesti. Son birkaç yaprak alınca, “elektrikli testere sesinden hepsi kaçardı” dediyse de evin hanımı ikna olmamıştı. Bunun üzerine bahçıvan kızına evdeki pompalı tüfeğini getirmesini istedi. Bir sıfır galip olacağına emin bir şekilde ağacın gövdesine ateş etti. Bütün aile, çoluk çocuk, genç yaşlı, kedi büyüklüğünde olanlar ve pespembe yeni doğmuşlar ben desem on, siz deseniz yüz tanemiz kâh atladı, kâh ağaçtan aşağı paldür küldür indi. Canını kurtaran kurtardı ama epey şehidimiz de oldu.
Köy sakinleri fareci hanıma pek kızdılar. Fareler kaçıp onların evlerine girecek sandılar. Oysaki biz başka hurmalı bir feniks bulup çoktan yerleşmiştik. Hem yeni ağacımız daha da keyifliydi. Yakınlarından geçen elektrik, telefon kablolarında hem cambazlık yapıyor hem de o evin çatısına tırmanıyorduk ki o ağacı da kestiler. O ağaç bu ağaç derken sayemizde köyde hiç hurmalı feniks kalmadı. Suç bizde değil, insanlar birlikte yaşamayı beceremiyorlar.
İlahî adalet! Bize tuzaklar hazırlayan hanımdan atalarım güzel bir öç almışlar. Hanımın çocuğu henüz bebek, teyzesi ziyaretlerine geliyor; gelirken de pişmaniye getiriyor. Akşam yeniliyor, içiliyor, bebek seviliyor. Vedalaşma vakti geldikten sonra anne, bebek ve bebeğin bakımına yardımcı olan genç kız yatıyorlar. Sabah, olağan sabahlardan biri… Öğle vakti gelince anne genç kıza istediğini yemesini ayrıca buzdolabının üstüne konmuş olan pişmaniyeyi de bitirmesini söylüyor. Malûm pişmaniye buzdolabına konmaz, yoksa hepsi birbirine yapışır. Genç kız, “pişmaniyenin üstünde küçük siyah bir şeyler var” deyince hanım, bugünkü vahşet fiyatları göreceğini aklından bile geçirmediği için “şamfıstığı çok pahalılaştı o neden herhalde çörek otu koymuşlardır. Getir bir tadayım” diyor ve tadınca “cimriler, bir de bayat çörekotu kullanmışlar! Kokusu bile yok. Sen onları ayır, pişmaniyeni ye” diyor. Daha sonra evin çeşitli yerlerinde aynı çörekotlarını görüp tadan olmamış çünkü herkes bunarın ne olduğunu anlamış. Herhalde bile isteye fare pisliği yiyen başka bir insan yoktur yeryüzünde! Siz, siz olun bizleri hafife almayın ve birlikte yaşamaya biraz olsun çaba gösterin. Ne de olsa bizi de Allah yarattı.
İnsanlar bizden, biz insanlardan korkarız. Bu ne saçma bir dünya…