Thurgood Marshall adını hiç duymamış olabilirsiniz, ben de duymamıştım.
Geçenlerde kendisini anlatan bir filmi izleyince öğrenmiş oldum. Thurgood Marshall siyahi bir Amerikalı hukukçu. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’nde ırk ayırımının tavan yaptığı dönemlerde avukatlık yaptığı için hayatı zorluklarla geçmiş. Sonunda Başkan Kennedy kendisini Amerikan Yüksek Mahkemesi, yani bizdeki karşılığı olan Anayasa Mahkemesi’nde görevlendirmiş. Bu kadar yükseğe çıkan ilk siyahi hukukçu olmuş. (Bu icraatı, Başkan John F. Kennedy’nin kısa başkanlık döneminde neden öldürüldüğünün de gerekçelerinden biri olsa gerek. Ku Klux Klan’ın yakaladığı ‘zencileri’ astığı dönemde Kennedy böyle birini Yüksek Mahkeme’ye yargıç atayınca, ölümünü isteyenlere bir gerekçe daha vermiş olmalı.)
Thurgood Marshall’ın adına biraz dikkatli bakınca bizim “Turgut”u anımsatıyor, okunuşu da öyle. Ama ilgisi yok. Aslında gerçek ismi, “Mükemmel” anlamına gelen Thoroughgood imiş, kendisi kısaltarak Turgut’a yani Thurgood’a çevirmiş.
2017 yılında çekilen filmde Turgut Marshall’ı, geçtiğimiz günlerde kanserden ölen aktör Chadwick Boseman oymamış. (Film Netflix’te var, kaçırmayın, izlemeye değer.)
Konusu “Irkçılık” olan böyle bir filmi, tam da Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarının yıldönümünde ve Sakarya’daki Doğulu işçilere saldırının “Irkçılık” olup olmadığı tartışması yapılırken gündeme getirmek biraz daha anlamlı diye düşünüyorum.
Film beyaz bir kadına siyahi bir adamın tecavüz etmesi ve yargılanmasını konu alıyor. Ancak olay 1940 yılında, ırkçılığın alenen yapıldığı bir dönemde ve de en ırkçı bölgelerden birinde yaşanıyor. Normalde bir sarışın tecavüze uğrasa ve bir ‘Zenci’yi de sanık gösterse, sorgusuz sualsiz asıyorlar. Ama bizim Turgut olaya müdahale edince, tecavüzün çok da öyle tecavüz olmadığı anlaşılıyor.
Benim dikkatimi çeken filmde geçen bir replikti:
“Kadın kadındır, erkek de erkektir” diyordu filmdeki bir kadın, bizim avukat Turgut’a. Bu cümle Turgut’un kafasına yer etti, sonuçta zengin ve beyaz da olsa olaydaki kadın kadındı ve siyahi bir erkekle isteyerek birlikte olmuş olabilirdi.
“Kadın kadındır, erkek de erkektir” derken, bazı şeylerin değişmez olduğunu anlatmak istiyordu filmde konuşan kadın.
Tıpkı Türkiye’nin geçmişindeki bazı olaylar gibi.
6-7 Eylül olayları (Rum), 1915 Tehciri (Ermeni), Trakya Olayları (Yahudi), Dersim ve Sıvas Katliamı (Alevi), son yıllarda yaşanan hendek-barikat (Kürt) olayları ve Karadeniz bölgesinde çok sık karşılaştığımız Doğulu işçilere saldırı olayları.
Tüm bu olayların motifinde “Irkçılık” var ve “Böyle değil” demek sorunu çözmüyor.
Tıpkı “Kadın kadın değildir, erkek erkek değildir” demek gibi.
Oysa biliyoruz ki, “Kadın kadındır, erkek de erkektir.”
Bu ‘kural’ başka birçok olayda da geçerlidir:
Mesela Fatih Portakal’ın Fox TV’den ne şekilde olursa olsun ayrılması, hapisteki yüzlerce gazeteci gibi ‘Basına yönelik baskıların’ son örneğidir.
Mesela son uluslararası gerginliklerin tırmandırılmasında, ekonomik sıkıntıları örtme çabasının etkisi vardır.
Mesela açıklanan korona sayıları, tıpkı müdahale edilmiş ekonomik göstergeler gibi tartışmalıdır.
Mesela Selahattin Demirtaş’ın da Osman Kavala’nın da yıllardır tutuklu olmalarının ‘siyasi’ nedenleri vardır.
Mesela 12 yaşında küçük çocuklara saldıran gözü dönmüş ‘azgın’ tarikat liderleri Türkiye’de hep vardır ve maalesef kollanırlar.
“Kadın kadındır ve erkek de erkektir” ve görünen köye kılavuz gerekmez.