“KADININ BİRİNİ EV BÜYÜĞÜ YAPMIŞLAR, ZEMHERİDE KOYUNLARI KIRKTIRMIŞ“

Kerime Yıldız yazdı: “KADININ BİRİNİ EV BÜYÜĞÜ YAPMIŞLAR, ZEMHERİDE KOYUNLARI KIRKTIRMIŞ“

Annem, “Ben bilirim” diye öne çıkıp da bir işi elimize yüzümüze bulaştırınca, “Kadının birini ev büyüğü yapmışlar, zemheride koyunları kırktırmış.” der.

Hem bu sözü doğrulayan hem de ülke olarak nasıl bu hâle geldiğimizi gösteren bir hikâye anlatayım.

Üç hafta evvel yeşil pasaportumun süresini uzatmak için Kocaeli Vâliliği Nüfus ve Vatandaşlık İl Müdürlüğü’nün yolunu tuttum. Daha evvel, “Ne lâzım?” diye danıştığımız memur, “Sistemde kaydınız var. Sâdece pasaport ve kimlik getirin.” dedi. Sistemde kayıt varsa süre uzatmak için emeklilik belgesi götürmek gerekmiyormuş.

Randevu zamanı gittim. İşlemi yapan memure hanım, tam bitecekken, “Kadro dereceyi, sistemde göremiyorum.” dedi. “Nasıl olur? Sorduk var.” dediysek de, “Şefime sorayım.” dedi. Sordu. Şef, “olmaz” dedi. “E-devletten bakalım.” dedim. Şef, “Geçerli değil.” dedi. Başka bir memur baktı. Sistemde, 1. dereceden emekli olduğumu gösteren emeklilik belgesi var. Çıkış alıp şefe götürdüm. “Olmaz” dedi. Niye olmaz? Sisteme bakınca benim yeşil pasaportu hak ettiğim kadroya indiğimi göremiyormuş. “Siz iyi misiniz? Bir’e inmişim zâten. Yâni 3’ten geçmişim.” Yok anlamıyor. Olmaz da olmaz! Aslında ses tonum, “Siz manyak mısınız yoksa manyak numarası mı yapıyorsunuz?” kıvamında.

Müdüre gittim. “Aslında olması lâzım” diye söylendi ama gidip şefe sordu. Olmazmış. Tekrar gittim şefe. Tekrar tekrar anlattım. Olmaz da olmaz! “Ben oraya bakıp göremiyorum.” diyor, başka bir şey demiyor. İllâki kurumdan ıslak imzâlı emeklilik belgesi getireyimmiş. “E sistemdeki de öyle. Hem hak etmeseydim Emniyet, yeşil pasaport verir miydi?” dedim. “Ohoooo kimlere kimlere verdiler!” demez mi? Bu saçma sapan konuşmayı yaparken 15 yıldan fazladır kullandığım yeşil pasaportum da elimde.

Dayanamadım. “Siz ne mezunusunuz?” diye sordum. “İktisat” dedi. Anlamıştım, dedim. (Muhtemelen Açık öğretim iktisat)

Şefin ısrârı o kadar anlamsızdı ki, “Herhâlde ayrıntılı döküm istiyor.” diye düşündüm. “Tamam getireyim” dedim. Koşa koşa SGK’ya gittim. O vâsıtaya bin, bu vâsıtaya bin derken buldum. Görevli, şaşırdı kaldı bu isteğe. Yine de yardımcı olmak adına ayrıntılı dökümü muhtevi emeklilik belgesi verdi. Tekrar şefe gittim, kara sular inmiş ayaklarımla. “Olmaz!” dedi. Neredeyse ağlamaklı bir hâlde anlattım:

“Bakın emekli olduğum kurum Ankara’daydı. Başkanlık sisteminde lağvedildi. Evrâkı, Çalışma Bakanlığı’na devroldu. Nereden nasıl bulayım emeklilik belgesini?”

“Postayla isteyin gönderiyorlar.”

“O zaman ne istediğinizi bana yazılı verip imzâlayın.”

“Ben istemiyorum, siz isteyeceksiniz.”

“Yok ben istemiyorum siz istiyorsunuz.”

Yüzüme, cins cins baktı. Ne istediğini yazdı ama imzâlamadı. Çalışma Bakanlığı’ndaki memura ulaşmak için çektiğim zahmet ve dinlediğim santral müziği sinirlerimi harab etti. Yaşadığım yerde postahâne yok. O da ayrı bir eziyet. Onu ara bunu ara derken neticede belge geldi. Açtığımda şok oldum. Sistemdekiyle aynı. “Eyvah şef kabul etmeyecek!” diye Çalışma Bakanlığını aradım. Telefonun ucundaki memur, “Başka türlü bir belge yok. Götürün kabul edecekler.” dedi. Öyle tırsmışım ki, “Yok etmez” dedim.

Götürdüm, büyük şefe. “Tamam bu” dedi. “E bu, sistemde var ya!” dedim. “O, bizden önce verilen” dedi tekrar. Bana geldiler. Müdür yardımcısına gittim. Durumu anlattım. Bilgisayara baktı. Şaşırdı. “Gâliba arkadaş, 2017 diye itiraz etti.” dedi.

Oysa arkadaş önce, “görmüyorum” demişti. Sonra görünce “Târihi eski. Şâibeli zamanda verilmiş.” dedi. Bu saatten sonra kontrolden çıktım. “Bu ne rezâlet! Ben Emniyet’in usûlsüz pasaport verdiği kimlere benziyorum? Şefiniz neyin avcılığını yapıyor?” diye sesimi yükselttim. Şef hazretleri, odasından çıkmadı. Onay için emrindeki memurlardan birini görevlendirdi. Benimle karşılaşmak istemiyor anlaşılan. Çuvalladığını fark etti. Eve dönünce mevzuatı inceledim. Şefin isteği, tamâmen kânunsuz. “Emniyet döneminde verilen emeklilik belgesi, yeşil pasaport süresi uzatırken geçersiz.” diye bir madde yok.

Ertesi gün tekrar gittim. Mevzuatta böyle bir şey olmadığını söyleyince müdür yardımcısı, masanın üstünde duran dosyadaki işâretlenmiş kısmı açtı. Belli ki onlar da dersini çalışmış ama yanlış yerden. “Geçin geçin, hepsine baktım.” dedim. Şefi kurtaramayacağını anlayan müdür yardımcısı, müdüre yönlendirdi.

Müdür, inanılmaz pozitif bir adam. “Buyurun oturun. Çay kahve ne alırsınız?”

“Adâlet alayım” dedim.

Bir memur çağırdı. Tâlimat verdi. Memurla birlikte her iki belgeyi çıkarıp müdürün önüne koyduk. Müdür, şaşkın şaşkın söylendi:

“E bunun ikisi aynı.”

“E ben de onu diyorum.”

“E o zaman niye istediler?”

“E ben de onu diyorum, niye istediler?

“Ben burada olsam izin vermezdim bu hatâya.”

“Yoo buradaydınız. Size de geldim. Şefe sordunuz, beni dinlemediniz.”

“Demek ki çok meşguldüm.”

Zavallı müdür, benim gönlümü almak, daha doğrusu konuyu kapatmak için neler çekti. “Olmaz” dedim, “Şef, buraya gelsin! Hem beni yorduğu hem de aşağıladığı için özür dilesin!” Her itirazımda, “Tâne tâne anlatıyorum anlamıyorsunuz!” diye beni câhil yerine koymasının taklidini de yaptım.

Müdür, şefi çağıramadı. Belli ki şef dokunulmaz. “Siz merak etmeyin, ben gerekli işlemi yapacağım.” dedi. Hiç inanmadım. Eğer yapacak olsa özür dilemesi için çağırması lâzım. Müdürün yanından çıkınca doğru şefin odasına gittim. Yüzüne bakıp, “Demek ki oluyormuş.” dedim. Hiçbir mahcûbiyet yok. Sinir yok. “Peki” dedi, Bihter gibi. Söylene söylene çıktım. Doğru Vâlilik makamına..

Vâli Yardımcısı’nın yüzü, bin parça. Az evvel depremzede bir âile gelmiş. Beni dinledi. Müdürü çağırıp tâlimat verdi. Aşağıdaki pambık müdür gitmiş; bana, âdeta dış güçmüşüm gibi bakan sert adam gelmiş. “Ben yokken olmuş efendim” deyince, “Hayır siz vardınız. Beni dinlemediniz.” dedim. Uzatmadı.

Şikâyet dilekçemi verdim. Vâli Yardımcısı, “İnanın sizin bu mesele, o kadar basit ki şu andaki âfetin yanında” dediğinde, aslında tam da bununla ilgili olduğunu, liyâkatsiz idâreciler yüzünden bu hâllere geldiğimizi söylemedim. Zâten biliyor. Koskoca vâliye akıl mı vereceğim?

Aziz okuyucu,

“Şimdi ne olacak?” derseniz tecrübeme dayanarak anlatayım. Şefin savunması alınacak. Yaptığını kabul ederse hafif bir cezâ verilecek. Yok eğer kabul etmezse -ki muhtemelen etmeyecek- “Ben istemedim. Kendisi getirmiş.” diyecek. Her şeye şâhit olan memurlar, ondan yana şâhitlik yapacaklar. Bana da, “Sorduk. Böyle dedi.” cevâbını verecekler. Üç dakikalık işin, şef yüzünden üç hafta sürmesi, unutulup gidecek. Şef, yine mevzuata kafasının basmadığı birgün, başka bir emeklinin canını yakacak.

Annemin sözü, liyâkatsizliğin neye mal olduğunu ne güzel anlatıyor değil mi? Keşki bütün liyâkatsizler, tıpkı bu şef gibi, zemheride koyunları kırktırsa sâdece!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri