Karl Marx’ın sözü aklıma geldi. “Din halkın afyonudur”. Oysa Kanal İstanbul’u ve Montrö Boğazlar Sözleşmesini yazmak için oturdum bilgisayarın başına. Karl Marx’ın bu sözü gençliğimizde “İslam afyondur” şeklinde anlar kıyameti koparırdık. Oysa Marx’ın o tarihlerde İslam’dan çok ileri derecede haberdar olmadığı ortadadır. Onun yetiştiği ortam Hıristiyanlık ve Yahudiliktir. Marx’ın dediğini yeni anlıyoruz. Dinin kendisi afyon değildir ama toplumları uyuşturmak için dinin kullanıldığı bir gerçektir.
Bir süredir Kanal İstanbul’a yönelik “yaptırmayız” kampanyası yürüyor. Bu kampanya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun para bulabilmek için Fransa, Almanya ve İngiltere ziyaretleri sonrası “Kanal İstanbul”a karşıyım demesi ile başladı.
İmamoğlu’nun Almanya, İngiltere ve Fransa’dan 300-500 milyon dolarlık kredi bulduğu ve kredilerin faizlerinin ise Hazine’nin borçlanmasından düşük oranda olduğu propagandası yapılıyor.
Oysa aldığın her kredinin şartları vardır. Bankaya gidip ticari itibarına binaen aldığın krediye benzemez yurtdışından aldığın. Aldığın kredi sana “Zeytinyağlı yiyemem aman, Basma da fistan giyemem aman” söyletmiyorsa bu işte bir bit yeniği var demektir.
Türkiye’nin 1960’lardan itibaren İMF ile yaptığı her anlaşmanın, her kredinin geri ödeme şartlarının ötesinde neleri kapsadığını raflarda tozlanmış metinlerden okuyabilirsiniz. Yerli ilaç sanayinin gelişiminden tutunda Türkiye’nin lokomotif ekonomik argümanlarına kadar birçok konuda şartlar bulunur. İMF anlaşmaları ile sanki kredi değil ülkenin egemenliği satın alınır.
Şimdi İmamoğlu’nun borç aldığı üç ülkenin ikisi Lozan’da karşımızda olan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesinde taraf olan ülkeler.
Kanal İstanbul’un sorumluluk alanında Belediye Başkanı olan İmamoğlu’na kredi verilirken bu konunun gündeme gelmediğini düşünmek ‘kerizlik’ olur. İmamoğlu aldığı bu kredilerin karşılığında “Basmada fistan giyemem” diyemese bile “Kanal İstanbul’u yaptırmam” demesini hoş karşılamak gerekir mi bilmiyorum.
İmamoğlu’nun kredi almasını eleştirdiğimi sanmayın. Burada vurgulamak istediğim dış borç alma gerçeğidir. Aldığınız dış borç sizin kasanıza girmez. Krediyi veren bu kredinin kullanılacağı hizmeti de kimin yapacağını belirler. İşin maliyetini de belirler. Ama göreve gelmişsiniz iş yapmanız gerekiyor. İçerden de acil kredi bulamıyorsanız yapılacak iş varsa dışarısıdır. Onun için ülke menfaati adına siyasi mücadelede rakiplerin dışarıya muhtaç duruma düşürmeme konusunda da strateji izlenmesinde fayda var.
Bugünlerde ne hikmetse iktidarın her yaptığı işe, her yaptığı projeye, her aldığı karara yönelik ciddi itirazlar ortaya çıkıyor. Buna karşılık iktidar da gelen her itiraza haklı veya haksız karşı savunma yapıyor. Toplumda adeta ikiye ayrılmış durumda. İktidarın yaptığı her şeyi savunan veya muhalefetin her eleştirisine itiraz eden veya tam tersi iktidarın her yaptığına itiraz eden veya muhalefetin her eleştirisini destekleyen.
İşte bu nokta da aklıma Karl Marx’ın sözünü “Siyaset afyondur” şeklinde uyarlamak geliyor. Türkiye’de toplumun bir kesimi adeta iki taraflı olarak “Siyasetin uyuşturucu” etkisine girmiş şekilde aklı, fikri, izanı, mantığı tatile göndermiş gibi davranıyor.
Kanal İstanbul örneğinden hareketle ne savunanlar ne karşı çıkanlar hayatlarında bir kez bile olsun ne Lozan’daki boğazların konumunu ne de Montrö Boğazlar Sözleşmesini okumamıştır. Siyasi konumlarına, İktidara yakınlık ve uzaklıklarına göre davranıyorlar.
Türkiye’nin çok acil olarak “Siyasetin uyuşturucu” etkisinden kurtulması gerekir.
Benim fikrim mi? Bence Lozan’ında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin de hükmü bitmiştir. Türkiye’nin bağımsızlığının hiçbir noktasında ikili veya çoklu ülkelerin imza attığı anlaşma kalmamalıdır. Sadece ve sadece toplumsal mutabakat sağlanması bağımsızlık için yeterlidir.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…