"Strateji; bilgiden ötedir, bilginin günlük hayata uygulanmasıdır.
Orijinal bir fikrin, sürekli değişen olaylara uygun biçimde değiştirilmesidir.
Strateji, en zor şartların baskısı altında faaliyet sanatıdır."
Strateji, en zor şartların baskısı altında faaliyet sanatıdır."
Moltke
...
Bugünün hikayesi geçmişte yazıldı!
Derin Fırıldak?!
Ahmet Davutoğlu, Ak Yolsuzluk üzerinden "ulusal güvenlik"in zora sokulduğu konjonktürde,
TBMM'den içeri giren "Davutoğlu" mu, yoksa Ticaniler'in başına kendi elleri ile geçirdikleri "Turkuvaz Çuval" mı?!
Nüans?!
'Bermuda Şeytan Üçgeni'nden çıkış için doğru "Kaptan" arayışı?!
Avcı iken F'av olmak?!
Bumerang zamanlar?!
Demokrasi mi F'İmamokrasi mi?!
"Sünni" AKP "yüksek demokrasi" iktidarında; devlet, tepe'den tırnağa ticani'lerin el’lerinde "acem oyuncak" oldu!
Bumerang zamanlar?!
Demokrasi mi F'İmamokrasi mi?!
"Sünni" AKP "yüksek demokrasi" iktidarında; devlet, tepe'den tırnağa ticani'lerin el’lerinde "acem oyuncak" oldu!
Demem o ki:
Ahmet Davutoğlu'nun, deveyi havuduyla götürüp götürmediğini şimdilik bilemem, önümüzdeki dönem anlarız. Demem şu ki:
Ama, 17/25 Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet pisliğini kapatmakta, o da var. FETÖ ile işbirliğinde, o da var. Atatürk'ün Ordusu'nun Komutanlarına kumpas kurulmasında, o da var. Türk Ordusu'nun şerefli komutanlarının zindana atılmalarında, o da var. Nitekim...
Unuttunuz mu?! Zindandaki Komutanlarımız için mektup kampanyası başlatmıştınız!
Hal böyleyken...
Telekom dahil, Cumhuriyetin tüm eserlerinin peşkeş çekilmesinde, o da var. Suriye'de, Irak'ta, Libya'da dökülen milyonlarca Müslüman kanında ve tecavüzlerde, o da var. 7 Haziran/1 Kasım 2015 arası istikşafi görüşmelerle Anayasa'nın çiğnenmesinde,
Ankara Gar katliamında paramparça olan cesetlerde, o da var. Türk Milleti'nin bugünkü yoksulluğunun ana nedenlerinden olan,
Hazinemizin İngiliz Bankerleri'ne soydurulmasında ve 2011 yılından beri beslediğimiz 10 milyon Suriyeli sığınmacıların vatanımıza alınmasında, o da var. "Sığınmacılar geri gönderilemez" demekte, o da var. Bu Davutoğlu, AKP'den ceketini alıp gitmedi.
Erdoğan bunu kovaladı!
Davutoğlu "Tek Adam Sistemi"ni savundu, Erdoğan'a yaranmaya çalıştı!
Işık göremeyince, 2019 Eylül ve Ekim ayında AKP'den ayrıldı…
Davutoğlu'nun Stratejik Yoksunluğu ve Ortadoğu Bağlamında Türkiyeli Dış Politikasına gelince...
İçerisinde bulunduğumuz ve adını tam koyamadığımız Ortadoğu coğrafyasında yaşamak her anlamda heyecan verici.
İster iç politika olsun, ister ise dış politika olsun;
Manavdan kasaba, kasaptan Milli Güvenlik Kurulu'na, oradan sokağa ya da akademiye,
Herkese gün içerisinde yüzlerce olay için düşünme ve konuşma fırsatı veriyor.
İngilizler tarafından cetvelle çizilen ve adı konulan, ABD tarafından domine edilen,
Yöneticileri tarafından, iyi yönetilmeyen devletlerin olduğu bölgeye Avrupalılar Ortadoğu,
Bizler ise Batı’nın epistemolojik zincirlerine hayır diyen aydınlar, medeniyetin merkezi diyoruz.
Bu medeniyetin merkezinde kan var, gözyaşı var, ölümler var, ağıtlar var.
Dünya’ya yetecek kadar ıstırap var.
Bu bölgeyi analiz ederken ister ekonomik anlamda, ister askeri anlamda, ister, toplumsal anlamda,
Ya da teo-politik anlamda ele alalım; çıkacak sonuç, anarşinin iki kez yaşandığı duble anarşinin olduğu yerdir.
Kısmen açıklamaya çalıştığımız bu coğrafyada, Türk Devletinin dış politikasının merkezinde,
Kasım 2002'den beri AKP bulunmaktadır.
Bu politikanın çeyrek asrına direkt etki etmiş ve yüzyıllar boyunca indirekt etki edecek aktör, Davutoğlu'dur.
İlk olarak Başbakanlığa danışmanlık yapan,
Daha sonra Türk Dış İşleri Bakanı ve en sonunda Başbakan olan Davutoğlu,
Şüphesiz çeyrek asırda binlerce görüşme yapmış, binlerce "kıymetlendirilmiş bilgi" elinden geçmiş,
Akademik kariyeri olan, dünyanın tanıdığı etkin bir aktördür.
Hali hazırda yaptığı onarılmaz hatalara rağmen,
Türk Siyaset mekanizmasının başına geçmek için, "stratejik" çalışmalar yapmaktadır.
Allah'tan yaptığı stratejik çalışmaların boş olduğunu bildiğimiz için,
Baş'a geçmesi hayatın olağan akışında mümkün görünmüyor.
Ama burası Türkiye, bu ülkede "Lider vasfı sıfır olan Özgür Özel" bile Atatürk'ün partisine lider oldu.
Kısacası her an her şey olabilir.
Orhan Gencebay'ın akil adam olduğu gibi.
Ya da Binali Yıldırım'ın AKSAKAL olduğu gibi.
Bunun tabi bir de iyi tarafı var, gençler bu aktörlere bakıp bunlar bu makamlara geliyorlar ise,
Bizler hayde hayde geliyoruz diyebilirler.
Ama bu yazımızda konumuz, etkisi olmayan, etkisiz elemanlar değil.
Türk dış politikası.
Ya da Türkiyeli dış politikası.
Uluslararası ilişkiler denince bu alanda faaliyet gösteren entelektüeller bilirler ki,
Atinalı Thukydides'in Atinalılar ile Pelopennesoslular arasındaki savaşı anlatan eseri "Peloponnessos Savaşları",
Diplomasi, savaş, ittifak, silahlanma, rasyonel davranış gibi konuları ilk ele alan kaynak olarak kabul edilir.
İsmi "Stratejik Derinlik" olan, özünde Türk dış politikasının doktriner tarafını oluşturan,
Türk Devlet yapısına onarılmaz yaralar açan kitap da
Uluslararası İlişkiler alanında hoca olan Davutoğlu tarafından kaleme alınmıştır.
Muhtemel Davutoğlu, bu kitabı defalarca okumuştur.
Ama ve fakat özümsemediğini en baştan belirtelim.
Atinalı Thukydides, "Peloponnessos Savaşları"nda, Atinalı ve Spartalı elitlerin rasyonel dışı davranıp savaşa girmelerini,
Duyguları ile hareket eden, ortalama vasat liderler tarafından alındığını öne sürmüştür.
Kısacası, yönetici elitler, derinlemesine düşünmeden "Peloponnessos Savaşları"na iştirak etmişlerdir.
Tıpkı, Davutoğlu'nun Suriye Liderine takındığı tavır gibi.
Peki, neden Davutoğlu bu hareketi yaptı?!
Atinalı Thukydides, bunu Atinalı yöneticilerin Melianlılar ile yaptığı görüşme üzerinden derinlemesine analiz etmektedir.
Görece olarak güçlü devletler, görece olarak güçsüz devletlere karşı eşitsizlik olgusu ile hareket eder.
Atinalılar da, Melianlılara böyle bir üstten tavır ile kendilerine katılmalarını, boyunduruğuna girmelerini istedi.
Melianlılar da, "hayır, Tanrı ve onurumuz var" dedi.
Şimdi, Suriye Devlet Başkanı'nın onuru ya da ahlakı var mıdır, bilemeyiz?!
Bildiğimiz tek şey, Davutoğlu'nun önerilerine tıpkı Melianlılar gibi Esad da hayır dedi.
Ve Esat yanına Rusya ve İran'ı aldı.
Yani ittifak kurarak güç dengesi oluşturmaya çalıştı.
Bu güç dengesini Sayın Davutoğlu, şu anda Harvard Kennedy Okulu'nda
Robert ve Renee Belfer uluslararası ilişkiler profesörü olarak görev yapan
Amerikalı siyaset bilimci Stephen Martin Walt'tan
Tehditlere göre ittifakların oluşumunu okuyup, iyice anlayıp analiz edebilir.
Bunu neden söylüyoruz?!
Görece gücüne ve ABD etkisine güvenip, Suriye'de değişiklik isteyen Davutoğlu,
Suriye'nin sözde demokrasiye kavuşup, Esad'ın ise yenileceğini düşünmüştü.
Düşün(e)mediği çok şey vardı.
Güç dengesi.
Bu güç dengesinde, hem devletlerin hem devlet dışı aktörlerin, hem devletlerin,
Hem de gizli örgütleri, aktif olacağını hesaba katmalı idi.
Ve fakat katmadı.
Sonuç olarak Esad gitmedi.
Savaş bitmedi.
Ve kazanan, PKK'nın diğer versiyonu olan YPG, SDG oldu.
Bununla beraber, tek kurşun atmadan revizyonist politika izleyen, ittifakların dağıtılması noktasında mahir olan İsrail oldu.
Kısacası, uzun vadede, zarar gören ve ciddi anlamda ileriye dönük sorun yaşayacak olan Türk Devleti oldu.
Peki, "Stratejik Derinlik" kitabının sayın(!) teorisyeni ve berbat bir uygulayıcısı olan, Davutoğlu neden Suriye'de savaşa evet dedi?!
Bunu da yine derslerinde anlattığı, Massachusetts Institute of Technology'de uluslararası ilişkiler alanında uzmanlaşmış
Siyaset Bilimi profesörü Stephen William Van Evera'nın bilimsel açıklamasından belirtelim.
Evera'ya göre bir yönetici, eğer savaşa hemen evet diyorsa; psikolojik olarak sahte bir iyimserliğe kapılıp,
Savaşın istediği yönde seyredeceğini düşünmesinden kaynaklanır der.
Yani?!
Burada etkin aktör olarak, dış politika yapım sürecinde "karar verici" olan Davutoğlu, yanlış karar vermiştir.
Verdiği karar Türk Devleti'ne milyarlarca zarar, milyonlarca mülteci getirmiştir.
Hasılı:
Davutoğlu'nun dış politikası, Türk Devleti'nin geleceğine ipotek koymuştur.
İşin diğer tarafı; "hali hazırda ben bu ülkeyi yönetirim" diyor!?
Bu sefer başa geçince, herhalde, başka ülkelerden yine milyonlarca mülteci getirecek.
Hülasa:
Bu yazımda ele aldığım "etkin aktör"ün yaptığı hatalar, kütüphaneye sığmaz.
"Suriye politikası" ve "geri kabul anlaşması", bu iki politika, en az bin yıl sürecek bir akademik tartışmanın ontolojisini oluşturmuştur.
Netice:
Devleti yönetmeye talip olanların rasyonel bir akla sahip olması gerektiği hususu, hep ön planda olmalıdır.
Bununla beraber, duygu ya da düşüncelerin değil, devlet adamının gerekliliği olan kendi devletinin menfaatlerini düşünmesi gerektiğini,
Gerekirse bu yolda makam, mevkisini kaybedeceğini bile bile,
Yönettiği topluma karşı sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini her siyasetçi bilmelidir.
Bir de, bir insanın bir makama sahip olması, bir unvana sahip olması, onu değerli kılmaz.
O'nu değerli kılan, söylem ve söylemleri ile eylemlerin örtüşmesidir.
Ezcümle:
Sayın Davutoğlu'na, uluslararası ilişkiler alanında yaptığı çalışmalarla tanınan
Alman-Amerikalı akademisyen Hans Joachim Morgenthau'nun 6 ilkesini,
En az on kez okuyup, beş sayfa yazmasını ve ezber etmesini tavsiye ederim.
Bununla beraber, kendisine ağır gelmez ise,
Hobbes, Machiavelli, Edvard H. Carr, Kenneth Waltz okumasını sadece tavsiye ederim.
Ama özeti değil, tamamı olacak şekilde!