Kavram ve Karmaşası

Çidem Ergüvenç in yeni yazısı...

Herkes zaman zaman kavram karmaşası yaşayabilir; örneğin inat ile kararlılığın arasındaki farkı görmeyebiliriz. İnat sabit fikirli ve dediğim dedik olmaktır. Gereği kadar hatta hiç mantık yürütmeden kararında anlamsız yere ısrar etmektir. Oysa kararlılık akıl süzgecinden geçerek, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırıp kendince bir konuda ikileme düşmemektir. Bu durum çok abartılırsa akıl yürütme ikinci plana atılabilir; işte o zaman kararlılık inada dönüşür. Sağduyu egemen olursa insanlar kararlılıklarında daha esnek olabilir.

İmrenme dozunda bırakılırsa son derece insancıl bir duygudur. Bunun daha hafifi beğenip takdir etmektir; ardından imrenme duygusu gelebilir. Ama kıskançlık çok farklıdır. Öncelikle bu duyguyu taşıyan insanı huzursuz kılar; beğeniyi hak eden bir konuda imrenmenin dozunu arttıran kişinin içine giren kıskançlık virüsü kendisinin takdirden çok hırs duymasına neden olur. Karşısındakilerin beğenilesi yaşam biçimini ya da bir hareketini takdir etmek yerine duygusallık içinde kendisini onlarla olmayacak bir yarışmaya girmiş gibi hissedip “ne mutlu ona”, ya da “tadını çıkarsın” diye düşüneceğine kıskançlık duygusu geliştirir. Oysa nesnel yorumlar aklına gelse belki de yalnızca imrenmiş olabilirdi.

Kendi adıma yazacak olursam bırakın kıskançlığı, imrenme duygusunu bile taşımayan insanlar olabilir. Onlar karşılarındakilerin durumunu takdir eder, onlar adına mutlu olur o kadar.

Gurur ile kibir de zaman zaman ince, bazen de kalın çizgilerle birbirlerinden ayrışır. Gurur kendi çizgileri içinde kalırsa ne kadar değerliyse kibir de aynı ölçüde itici olur.

Kibir kendini diğerlerinden üstün görme, hak etmediği halde olan ya da olmayan vasıfları ile kendini yüceltme çabasıdır. Gurur kutsaldır. Açsınızdır, yoksulsunuzdur, hatta hasta olduğunuz zaman bile sizi koruyup kollayacak devlet güçleri yanınızda değildir ama sizi bu duruma düşüren yönetime yalnızca lânet edersiniz; bizlerden bin beter olsunlar diye beddua edersiniz ama gururunuzdan ödün vermeyerek, devran dönüp hak yerini bulur umuduyla kimseye el aman demezsiniz.

Kavram karışması durumuna giren sanki bir şey daha var. Her hangi bir eyleminizi gerçekleştirirken bunu severek yapmak ya da yapmak zorunda olduğunuz için kendinize göreceli olarak mutlu bir ortam hazırlayıp durumu sevilesi kılmak. Sevdiğinizi yapmak ya da yapmak zorunda olduğunuzu sevmek.

Araba kullanmaktan nefret edersiniz ama yaşantınız sizi bu eylemi gerçekleştirmeğe zorlar. Acaba o zaman bundan keyif almak için güzel bir müzik açıp, sizi ulaştıracağınız yere gidene kadar oyalamasına çalışsanız, bütün gün canınızın çektiği bir parça çikolatayı araba kullanırken ağzınıza atsanız daha iyi olmaz mı? O zaman yapmakta olduğunuz ve sevmediğiniz bir işi zevk alabileceğiniz bir duruma dönüştürebilirsiniz.

Kendimden bir örnek vereyim. Ütü yapmaktan nefret ederim çünkü bu konuda çok mükemmeliyetçiyimdir. Böyle olunca da bir bölüm ütülenirken ütülediğiniz taraf bozulur ve siz döne dolaşa aynı parçayı bilmem kaç kez tekrar tekrar ütülersiniz. Yeni evliliğimizde, sürekli yardımcı tutmaya gücümüzün yetmediği günlerde ütü işini de zorunlu olarak üstlendim. Ne yapabilirim; çalışıyorum, işten eve döndüğümde birikmiş ütüleri yapmam lâzım. Hemen ütü masasını kurardım; sevdiğim türde bir müzik de açardım. Kendime bir cin-tonik ve yanında kuruyemişimi hazırladıktan sonra ütüye başlayınca hiç de o kadar sıkılmazdım.

O zamanlar genç bir çift için akşamüstü bir kadeh içki içmeye bütçesinin uygun olması bu günün genç kuşağına uzaya gitmek kadar yabancı geliyordur diyeceğim ama Sayın Cumhurbaşkanımız uzay yolculuğu müjdesi verdikten sonra insanlar içki paralarını, hatta yakıt paralarını biriktirip pekâlâ uzaya yolculuk yapabilirler.

“İçki kötülüğün anasıdır” demişler, zaten kimsenin içki almaya gücü yetmiyor; şimdilerde yarım simit, dörtte bir karpuz ya da lahana ve hatta karnabahar satılırken içkiler de ölçekle bir kadehlik satılmaya başlarsa hiç şaşırmayın. O zaman kötülükler öksüz yetim kalır sanırsanız da ortada kol gezen bunca iblisliğin ebeveyni kim diye sormadan edemezsiniz.

Bazı olaylara karışmış olan soysuz sürtükler büyüklerimizin rakı içerken çekilmiş resimlerini görüp sona nedense tövbekâr olmalarından feyz almalılar.

Öfke ve kızgınlık arasında da birbiri ile karışacak bir ilişki bulunur. Öfke genellikle kontrolsüz tepkiler vermemize yol açar. Kızgınlık ise daha itidallidir. Kızgınlığın yarattığı tepkilerimiz, eğer öfkeye dönüşmediyse bu duygumuz bizim denetimimizdedir. Eğer kızgınlığımızı öfkeye dönüştürüp ona göre tepki verirsek haklı olduğumuz bir konuda haksıza düşebiliriz.

“Öfke baldan tatlıdır” derler; siz inanmayın. Onların demek istediği aslında öfke gösterenleri iradesizlikle suçlamak; insanları öfkenin şehvetine kapılmamaları gerektiği konusunda uyarmaktır. Keşke televizyonda ağız dolusu galiz sözlerle öfkelerini yansıtanlar değindiğim söyleyişin gerçek anlamını anlasalar; kendilerini küçülterek terbiyelerini bozmasalar.

Gün oluyor terbiyesiz bir takım kaptanı televizyona çıkıyor, rakip takımdaki oyunculara, en başta da o takımın kaptanına olmayacak hakaretlerde bulunuyor ve hatta küfrediyor. Eh! Kötü söz söyleyeni bağlar tamam da bazı mevkilere gelenler böyle yaptıkça hem kendileri küçülüyor hem de temsil ettikleri kesimi utanç içinde bırakıyor.

Spor takımı kaptanlarının kulağına küpe olsun diye uyarıyorum ama bazı bağnaz kaptanlar bundan da farklı bir anlam çıkarıp “Ben sürtük müyüm, kulağıma küpe takacağım” diye isyan ederlerse, Allah onları bildiği gibi yapsın.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri