Doksanlı yıllarda bir vesileyle Refah Partili İBB'nin bir eğitim seminerine katıldım. Eğitime katılan beyler, umûmiyetle yönetici konumundaydı ve millî görüş geleneğine mensuptular. Eşleri ise mazbût ev hanımlarıydı.
Beyler, kendi âileleriyle yemek yedikten sonra seminer salonuna gidiyorlardı. Meraklı bir iki hanımla birlikte ben de salonun yolunu tutuyordum. Diğer hanımlar, kadın kadına vakit geçiriyorlardı. Seminer salonuna gitmeyi, pek hoş karşılamıyorlardı. Zirâ onlar için orası, selâmlık gibiydi.
Birgün, civardaki bir yaylaya gezi düzenlendi. Dönüşte bir aksilik sebebiyle servisler yetmedi. Arabasıyla gelenlerin, geride kalanları alması söylendi. Şimdi vekil olan bir müdür, duymazlıktan gelerek eşiyle arabasına atlayıp gaza bastı. Araba bulana kadar bir hayli yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Müdür beyin bunu niye yaptığını oradakilere sorunca çok şaşırdım. Haremlik selâmlığa çok dikkat edermiş. Hanımı arabadayken kimseyi almazmış. Ne diyebilirdik? Adam, başkaları için kurallarını yıkmaya mecbûr değil. Hanımı çarşaflıydı. Ağzını bile kapatıyordu.
Bu müdür vekil olunca hanımını merak ettim. Gâyet şıktı. Çarşafı çıkarmış.
Seksenli yıllarda bir paşa hanımı, husûsî sohbetimizde başını örtmek istediğini ama örterse eşinin onuruyla oynamış olacağını söylemişti. Yâni eşinin başının örtülü olması, üst düzey bir komutan için onur kırıcıymış.
Kemiyet olarak farklı ama keyfiyet olarak aynı şeyler. Bir paşanın eşi başörtülü olamıyorsa bir vekilin eşi de çarşaflı olamıyor. Bakan olduğunda pardesülü de olamıyor.
Demek ki her makâmın kendine göre bir onur anlayışı var. Dindâr kesimde, bir zamanlar cansiperâne savunulan ve giyilen kıyâfetler, bürokraside sorun hâline geliyor. Geniş örtüler, şulebaş oluyor. Sanki diğer baş bağlama şekilleri ayıpmış veya avammış gibi bir durum söz konusu. Leylâ Şâhin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giderken bile tâviz vermediği tesettürünü, vekil olunca değiştirdi.
Doksanlı yıllarda makyaj ve pantolona bakıştaki dar açının, hattâ sıfır derecelik açının, şimdi kaç derecelik geniş açıya dönüştüğüne hiç girmeyeyim. Estetik ameliyatlara kadar gidiyor.
Çarşafı, pardesüyü kabul etmeyen mevkilerin ve salonların başka kuralları da var. El sıkışmak gibi meselâ. Yukarıda bahsettiğim hanımlar, o yıllarda gâyet tabii olarak yabancı erkeklerle el sıkışmazlardı.
Nereden nereye geldik? Artık resepsiyonlardaki kadınlı erkekli itiş kakış görüntüleri bile normal.
Şimdi şöyle bir soru sormak istiyorum:
Özgür irâdesiyle CHP Parti Meclisi’ne giren Sevgi Kılıç mı vitrin mankeni yoksa politikacı eşleri yüzünden kıyâfetlerini modernleştirerek vitrine çıkmak zorunda kalan mazbut hanımlar mı?
Benim tesettürlü vitrin mankeni anlayışım böyle.
…….
Fikri Durmuş Sağlar’ın türbanlı hâkimler hakkındaki çağdışı sözleri, akla hemen parti meclisindeki tesettürlü hukukçu Sevgi Kılıç’ı getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, pası kaptığı gibi CHP kalesine gönderdi.
Kemalizmin devlet baba sertliğini değil, Kemal Tâhir’in devlet ana şefkatini öne çıkarmak adına Sevgi Kılıç’ı parti meclisine sokan Kemal Kılıçdaroğlu, bâzı kafaları değiştirmenin imkânsız olduğunu, böylece görmüş oldu.
"Sorun, başörtüsü değil; sorun türbandır. Türban, irticâî faaliyetlerin, şeriat isteyenlerin üniformasıdır. Türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde, benim haklarımı koruyacağına, adâleti yerine getirebileceği doğrultusunda kuşkum var. Nitekim de başıma geldi." diyen Fikri Durmuş Sağlar’a bir tavsiyem var:
Türbanlı bir hâkim karşısına gittiğinde hemen kürsüye yanaşsın ve “Dışarı! Dışarı!” diye bağırıp haddini bildirsin! Barajın altında kalmak için çok tesirli oluyor.
"Sayın Ak Parti Genel Başkanının bana vitrin mankeni demek suretiyle biz kadınlara yapmış olduğu hakâreti şiddetle kınıyorum.” diyen hukukçu Sevgi Kılıç ise bir zahmet Fikri Sağlar’ı da kınasın. “Vitrin mankeni” hakâret de, “Türbanlı kadın, âdil olmaz” ifâdesi iltifat mı?