2000’li yıllarda İstanbul’da duymuştum. Yeni nesil örtülü kızlar, bâzı semt kafelerine gidip, eğlenmek için köçekler gibi oynuyorlarmış. Oynarken başları kesinlikle kapalıymış. Günah diye bir tel saçları görünmüyormuş. Anlatan genç kıza, “Ama başınız kapalı” dediğimde şöyle cevap vermişti:
“Oynamanın başörtüyle ne alâkası var?”
Başörtülü yazarlarda da böyle bir moda başladı. Yalan söyleyebilirsin. İftirâ atabilirsin. Dün dediğini, bugün inkâr edebilirsin. Dün inkâr ettiğine, bugün tapabilirsin. Bütün bunları dâvâ için yapabilirsin ama bir tel saçını gösterip başörtüsü dâvâsından dönemezsin.
Bu tip yazarları, varoş semtlerin kafelerinde köçekler gibi oynayan başörtülü kızlara benzetiyorum.
Böyle bir yazar, video doldurup Ahmet Davutoğlu’na, “Hodri meydan! Bana dâvâ açın!” dedi. Seyredince sâdece şöyle dedim:
“Başörtüsü Allah’ın emri olmasa bu kadınla aynı sıfatı taşımamak için başımı açarım.”
Ahmet Davutoğlu’nun, kendisini gazeteci zanneden Ali Karahasanoğlu’na haddini bildirmesinin ne kadar tesirli olduğunu, birkaç gün evvel Nâgehan Alçı ile karşı karşıya geldiğinde anladım. Habertürk’teki programda Nâgehan Alçı, nâzikçe bir iki atak yaptı ama korkudan devam edemedi. Davutoğlu, eski Davutoğlu olsa ne çemkirecekti kim bilir? İnce ince gömmeyi başaramadığı Davutoğlu’na programın sonunda, “Efendim ilaç kullandınız mı?” deyince kahkahayı bastım. Eee herkes, haddini bilecek!
Ali Karahasanoğlu’nun Davutoğlu karşısındaki edepsizliklerini eleştirdiğim yazımda şöyle demiştim:
“Programı seyrederken Ahmet Hoca gibi Müslümanların varlığına şükrettim. Kötü okunan ezan kıssası aklıma geldi. Ezan güzeldir ama kötü okunabilir. Güzel okunan ezanı dinleyen bir Hristiyanın kalbi, İslâm’a ısınmış. Nefretî makamında ezan duyunca dîninde karar kılmış. Karahasanoğlu, nefretî makamında ezan okuyan müezzin gibiydi. Davutoğlu’nu ise sabâ makamına benzettim.”
Hilâl Kaplan’ın Davutoğlu’na meydan okuduğu köçek makamındaki videosunu seyredip ilk şoku attıktan sonra ise başörtü dâvâsını lâyıkıyla temsil eden Ayşe Fatma soylu Sâre Hanımefendi gözümün önüne geldi. Köçekten, nevâya; oradan ferah-fezâya geçtim. Dedim ya yoksa niyeti bozmak var.
İyi ki varsınız Sâre Hanım! Yoksa bu solduran sopların, dolduran topların bayağılıkları yüzünden, başörtü karşıtlarının yüzüne bakacak hâlimiz kalmadı. Daha da vahimi, başörtü dâvâsına inancımız kalmadı.
Hilâl Hanım’a bir tavsiyem olacak. Yalıda bol bol rast makamından şarkılar dinlesinler. Akıl hastalıklarına iyi geliyor.
Bitmedi. Bu yazı, İsfehan makamında devam edecek.
O da anıları tâzelemeye iyi geliyor!