KILIÇLAR ÇEKİLDİ

Emre Aygen

Sivil toplum kuruluşlar ve dernekler demokratik yaşamın bir parçasıdır. Ne var ki, söz konusu kuruluşlar yaşayan ülkelerin özellikle de kendi ülkemiz gündeme oturtulursa demokratik düşüncelere nasıl bakacağımız konu farklı değerlendirmelere sebep olabiliyor. Uzatmadan söyleyeyim. 19-20 Aralık 2019’da İstanbul’da yapılan Asya Afrika Müslüman Ülkeleri İslam Devleti Konferansı.  Bu Konferansa Türkiye Cumhuriyetini temsil eden kişi  Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesi Adnan Tanrıverdi.  İslami Devletleri konferansından söz ediyorum. Kendisi ayrıca Adaleti Savunmalar Stratejisi Araştırma Merkezi Derneği (ASSAM) yönetim kurulu üyesi. Bu konferansa katılan bir dostumun aracılığıyla benim de davet edildiğim “Asya-Afrika İslam Ülkeleri Uluslararası Konferansı” gündeminde esasında birçok konu ele alınmaktaydı. Konferansa katılmayı ret etmemdeki en önemli tarafı her Müslümanın her gün kıldığı namazlar dikkate alınarak ona uygun saatlerde toplantıya ara verilmekte her Müslümanın ruhunda olan bir özel yaşam genelleştirilip zorunlu olarak hazırlanmış gibi bir programlandırma yapılmıştı. Bu durum Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde uyguladıkları kurallar ile örtüşüyordu. 

Bu birliktelik İstanbul’da yapılan toplantıda iki kıtadaki Müslüman ülkelerin tıpkı Avrupa Birliğinin in büyük ilkesi olan ticari birliktelik prensibine neredeyse kafa kafaya uygun birliktelikler amaçlanmaktaydı. Neye karar verdiler? Kongrede Müslüman ülkelerinin Kur’an Ayetlerinden oluşan Anayasaların değiştirilmesi, konferansa katılan Müslüman Asya ve Afrika ülkelerinin başkentinin İstanbul olacağı, yönetim şekli, Askeri güç, Yargı yeniden değiştirilmesi. Türkiye Cumhuriyetinin Bayrağı değiştirilecek ve resmi dil Arapça olacak. 

Avrupa Birliği üye ilkelerin ticari ilkelerini, daha doğrusu üye ülkeler arasında verginin kaldırıldığı yöntemlerin fikir babası TC’ni bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ilkelerdi. Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra komşu ülkelerimiz ile sıfır vergi sistemi kurmuştu. Batı komşularımızla Balkan Paktı, doğu ve güney doğu komşularımızla da Bağdat Paktı kurarak vergisiz ticareti başlatmıştı. Bu fikir Türk üretiminin artması ve ekonomik büyümenin ilk pırıltıları idi. Atatürk’ü kaybettik. Ardından milyonlarca insanların öldüğü ikinci dünya savaşından sonra Avrupa yeniden kalkınmanın birlikte büyümesinden başka bir seçenek olamayacağını anlayarak önce Fransa ve Almanya arasında demir çelikte vergileri ortadan kaldırdı, ardından da Roma Antlaşmasını imzalayarak bu günkü Avrupa Birliğini kurdular. Türkiye’yi ise başta işçi ihtiyacını karşılamak üzere Ankara Antlaşması ile bir gün tam üye olacaksınız diyerek bu günlere gelmiştik.  Bıraktığı yansımaları daha sonra anlatacağım. 

Gelelim İstanbul’daki toplantıya. Üye ülkeleri ağırlayanların başında ise Bursa Büyükşehir Belediyesi yer almakta. Bursalıların oylarıyla seçilen Büyükşehir Belediye Başkanı, TC’nin resmi dilinin Arapça olması, Bayrağımızı değiştirmekten yana, Anayasamızın Kur’an ayetlerine göre bir Anayasa yapılmasını ve devlet kurumlarının başta Türk Askeri de dahil değiştirilmesinden yana. Ayrıca THY, Aselsan, TAİ, HAVELSAN de katkıda bulunmuş. Asya ve Afrika’daki Müslüman ülkeler arasında İslam Devletler Birliği kurulması ön görülüyor. Söz konusu toplantıda Türkiye Cumhuriyetini temsil eden Adnan Tanrıverdi Konferanstan sonra görevinden ayrılarak istifa ediyor. Lakin istifalar iktidarın söz konusu ülkelerle İslam Devletler Birliğinin kurulmasından yana. Ancak iktidar TC’nin Kur’an ayetlerine uygun bir anayasa mı yapmak istiyor, resmi dilimizin Türkçeden Arapçaya çevrilmesinden mi yana, daha doğrusu söz konusu uluslar arası Müslüman ülkelerde olduğu gibi   laik Türk Cumhuriyetini İslam Devletlerinden birini mi yapmanın mı arkasında? 

Bu soruya cevap verecek kimse çıkmaz bence! “E biz Müslüman değil miyiz?” diye soracaklara küçük bir anımı aktarayım. 

Yazımın başında Avrupalıların işçi olarak çalıştırdığı başta Türkler, Faslılar, Cezayirliler ve diğerleri için örneğin Belçika’da Anayasalarında bir değişiklik yaparak diğer dinlere toplulukların kendi dini vecibelerini yerine getirmekte özgür kıldılar.  Brüksel’de Avrupa Birliğinin merkezindeki büyük bir parka koskocaman bir Cami yaptırdılar. Söz konusu Caminin yönetim kurulu üyelerinin de Müslüman ülkelerin Belçika’daki Büyükelçiliklerindeki Büyükelçiler tarafından kararlaştırıldı. Toplam Müslüman ülkelerinde tek başına laik ülke TC idi. Ancak biz tamamen azınlık içindeydik. Diğer Müslüman ülkelerin Büyükelçileri ne istiyorlarsa o yerine getirilmekte idi. TC Belçika’da yaşayan Türk vatandaşlarının çocuklarına ilkokullarda din dersi verilmesi için Milli Eğitim Bakanlığından görevli tayin ediliyordu. Devletin ayırdığı aylık maaşları 1.500 dolar tutarında idi. Bizim üyesi olduğumuz Brüksel Camiyi idare edenler bizim Din dersi veren memurlara neredeyse üç misli maaş teklif edilerek onların arzuları çerçevesinde görev yapmaya başlıyorlardı. İstifayı basan bu günlerde faaliyetlerini bu günlere getiren kişiler yetiştirildi. Bir türlü çözülemeyen bir karmaşaya sebep olarak bu günlere geldik. 

Şimdi demokrasinin olanakları ile Cumhuriyetimizi bambaşka bir ülke yapmaya çalışan insanlar var. Başında da Cumhurbaşkanlığı ve Güvenlik ve Dış Politikalar Üyesi ile yapıyoruz. Bu faaliyetler TC Anayasasına aykırı mıdır, yoksa değil midir? Buna cevap verecek Anayasa Hukukçusu neredeyse kalmayınca içinde bulunduğumuz duruma siz karar verin.  Adaletin Kılıcı varsa!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.