Başlangıçta sevgilinin dudağını tasvir gibi başlayan ama o allıkta kendisiyle birlikte milli duyguları kendi his dünyasında yoğunca yaşayan Namık Kemal’in memleketin yaralı halindeki kırmızılığı alegorileştirdiği “Vâveyla”sında Namık Kemal adeta şiiri okuyanın ruhunu sarsarcasına bir soru sorar.
“Feminin rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn'itâfıyla, bak ne âl olmuş!..
Serv-i sîtnîn safâlı gerdenîne.
O letafetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rüyama
Benziyor, ayni, kendi hülyama.
Bu tasavvur dokundu sevdama…”
Bahsini ettiğim, burada son mısrada yer alan “Bu tasavvur dokundu sevdama…” ibaresidir. Buradaki “dokunmak” fiili bir temastan çok daha fazlasını saklar kendi içinde. Buradaki dokunuş, sarsan, aksi tesir yapan, kıvrandıran, inleten ve feryat ettiren bir dokunmadır.
Sevdası olandan ses gelir. Sevdası olmayanın konuşması, şarkısı, sanatı, yalnızca gelip geçici kaba bir gürültüden ibarettir. Bu köşede yazmaya başlarken sizlere “temkinli bir his” yolculuğu vaad etmiştim. Şimdilik aşkın beyne bağlı bir olgu olduğu teorisi ve benim de inandığım bu teoriye bağlı beyan ve bildirileri geçiyorum. Ama burada Namık Kemal’in “sevda”sının zihinden azade bir sevda olmadığını söylemek için bir çok sebebimiz var. Bunlardan biri kolektif şuurdur. Kolektif şuura şuur sahipleri yani akıl sahipleri erer. Hazreti Peygamber’e isnat edilen “Aklı olmayanın dini olmaz…” ifadesi yahut Kur’anda yer alan “akıl sahipleri”ne vurgusunu ele aldığımızda hiçbir sevdanın da akıldan bağımsız olamayacağı sonucuna akıl sahibi herkes varır.
Birileri sevdanıza dokunmadan sevdanızın –varsa-kıymetini bilin. Dünyanın kendisi hatırına ayakta durduğu birileri varsa akıl eden ve sevda güdenlerin sayesindedir.
Ne mutlu sevdası olanlara ki sevdası olanın derdi vardır, derdi olanın yüreklere işleyen feryadıdır ki bazen asırlarca uyuyanları uyandırmaya muktedirdir. Siz, siz olun sevdanız yoksa bile sevdası olanın sevdasına dokunmayın… Yanarsınız.