KIZIL GONCALAR-1 / P ? Q

Kerime Yıldız'ın yeni yazısı...

Yazılarımı okuyanlar, matematiğe olan ilgimi ve Foxtv’de yayınlanan Kızıl Goncalar dizisi sebebiyle gündeme gelen “P ? Q” meselesine sık sık atıfta bulunduğumu bilirler. Bilmeyenler için açıklayayım. Dizideki Zeynep, okula gitmesine karşı olan Efendi Hazretleri(P) ile başörtülü olarak okumasına karşı olan 28 Şubatçı Suâvi’yi(Q), böyle ifâde etti. Bâzı yazarlar, bu konuyu ele alırken P=Q demişler. Aynı şey değil. Eşit ayrı, denklik ayrı. Bir çizgi, çok şey değiştiriyor.

Dizinin ikinci bölümü, “İki doğru yalnızca bir noktada kesişir.” ifâdesiyle başladı. “Birbirine paralel olmayan iki doğru…” şeklinde olmalıydı. Bir noktada kesişmemiz/çarpışmamız için paralel olmamalıyız. Türkiye’de paralel hayatlarda sorun yok. Herkes, kendi mahallesinde mutlu. Sorun, kesişince başlıyor. Hastaysanız doktora gidiyorsunuz meselâ. Ölünce imamın elindesiniz. “Elimize düşünce pamuğu tıkayacağız” diye laiklere sitem eden imam, hasta olursa laik veya ateist bir doktora tedâvi olacağını düşünmüyor. Böyle bir konu gündem olduğunda, “Musalladan evvel sedyeye uzanmak var” diye yazmıştım. Başıma gelen bir kazâ sebebiyle âcile yetiştirildiğimde biri sünnî Kürt, diğeri alevî Türk ve her ikisi de solcu iki doktorun eline düşmüştüm. Pırlanta gibi çocuklar, saatlerce kan ter içinde benimle uğraştılar.

Dedelerimiz, Çanakkale’de Yemen’de, İstiklâl Harbi’nde aynı saftaydılar. Kardeştiler. Bu vatan hepimizin. Neye dayanarak birbirimizi hâin, dış güç vs. ilân ettik?

Elin oğlu öyle bir fitne bırakıp gitmiş ki opera dinleyen, türkü dinleyeni aşağılıyor. Ankara’dan ötesini bilmemeyi, köylüyü aşağılamayı mârifet zannedenler var. Vaktiyle Türkiye’ye gelen bir Alman gazeteci, dünyânın hiçbir yerinde bizdeki gibi, aydınların halkı aşağıladığına şâhit olmadığını söylemiş. 60’larda edebiyat ve sinemadaki toplumsal gerçekçilik, her ne kadar sol pencereden de baksa çok kıymetlidir. Kemalistlerin “câhil” diye aşağıladığı kesimi sâhiplenmiştir.

Geçtiğimiz pazar günü Mine Kırıkkanat’ın yazısını okudum. Şöyle diyor:

“1950-52 yılları arasında doğanlarız, biz. Pek çoğumuzun dedesi, Çanakkale şehîdi.”

Ha sizinkiler, buradaki Çanakkale’de şehîd oldu; bizimkiler, Papua Yeni Gine’nin Çanakkale’sinde.

Devam ediyor yazar:

“Biz, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini yaşamış, savaş üstüne savaş görmüş bir kuşağın torunlarıyız. Küçücük yaşlarımızda okul sıralarını paylaştığımız NDS Fransız Lisesi’nde önce din ve millet kavramlarının ötesine geçerek kardeş olmayı öğrendik, biz.”

Çanakkale’de dedesini şehîd edenlerin kurduğu misyoner mektebinde okumayı üstünlük sayıyor. Orada başka dinde olanlarla kardeş oluyor ama şehîdlerin Atatürkçü devrimci olmayan imam-hatipli torunları, geri kafalı ve hâin. Çünkü Fransa’yı, Paris’i bilmiyor; opera dinlemiyorlar.

Peki yıllarca dindarlara tepeden bakan Kırıkkanatgillerin elinden gücü alan İslâmcılar ne yaptı? Alavere dalavere, Mehmetler gider nöbete! O hâlde P ? Q

İki tarafın da baskıcı, çıkarcı, keyf ehli tipleri aynı. Sorsan biri İslâmın derdinde, diğeri laikliğin.

Yıllar evvel arkadaş hatırına Mevlânâ’ya giden bir arkadaşım, “Atatürküm beni affet! Atatürküm beni affet!” diye dolaştığını söylemişti. Kızım sen uzaydan mı geldin? Uzaydan gelmemişti ama Paris’e memleketi gibi gidip gelirken, Erzurum Kars şöyle dursun, Konya’ya bile gitmemişti. Kendisiyle paralel hayatların dışına çıkmayıp, diğer tarafa dudak bükünce böyle oluyor.

Böyle yabancılaşmayı muhâfazakâr, milliyetçi, şehirli âilelerde de gördüm. Kemalistler gibi imam-hatip karşıtı olanlar bile var. Kolej mezunu çocukları, sürekli yurt dışına gidip geliyorlar ama Sivas’a giden yok. Bu misâl âilede yetişen birisi, evlenip de Anadolu kültürüyle tanışınca, “Bu ülkede İstanbul kültüründen başka bir kültür olduğunu bilmiyordum. Eşimle tanıdım.” demişti. Oğlum sen uzaydan mı geldin? Kayseri’den, Erzurum’dan, Van’dan, Diyarbakır’dan Ahlat’dan, Harput’dan nasıl haberin olmaz? Buralar, Selçuklu şehirleri. Alın size, bir tâne daha P ? Q örneği!

İsmâilağa cemaati, diziye çok kızmış. Ben, sâdece onların kastedildiğini düşünmedim. Menzil ve İsmâilağa karışımı bir cemaat bence. Hem neye kızıyorlar? RTÜK’ün cezâ kestiği börek sahnesi için senaristlere teşekkür etmeliler. Böyle bir şeye gerçekten şâhid olan gayr-i müslim, hemen Müslüman olur. Cemaatin şeyhi, hile yapan müridini, hem de akrabası olduğu hâlde herkesin huzûrunda yerin dibine soktu. Daha ne olsun?

Efendim Kemalistler, çok ahlâklı gösteriliyormuş. El insaf! Başroldeki Kemalist doktorlar, çocuk hırsızı. 28 Şubatçı Suâvi, huysuz mu huysuz. Daha ne olsun?

Peki RTÜK’ün ahlâkî kriteri ne? Şeyh, tıpkı iktidar ehlinin yaptığı gibi hîle yapan akrabasını ödüllendirip, hîleye itiraz eden Meryem’i mi cezâlandırmalıydı? RTÜK, akraba kayırmacılığında ve isyân ahlâkında sınıfta kalan iktidara ahlâk dersi göndermesi var diye mi kızdı yoksa canları tereyağlı börek çekti de yapımcılar göndermedi mi?

Şimdilik bu kadar olsun. Hem kendi tespitlerimi hem de dizi hakkında her iki kesimden gelen haklı veya haksız eleştirileri, sonraki yazımda ele almak istiyorum.


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri