Dünya siyasetini yakından takip edenler küresel denklemde güç sahibi olmak isteyen emperyal oyuncuların ortaya çıkan/çıkartılan her türlü olguyu rakibini sıkıştırıp kendi hedefine yönlendirebilmek için silah niyetinde kullandığını kabul etmektedirler. Son zamanlarda dünyada yaşanan birçok doğa olayı ve biyolojik gelişmenin bu realite çerçevesinde yürüdüğü gözlemlenmektedir. Bu realiteye uygun düşen en son silah ise 'Korona Virüsü' olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeyi yaparken tabii ki konunun analizini yapmamız gerekmektedir.
Analizimizin çerçevesini oluşturmak, konumuza dayanak noktası sağlamak için Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan 'tek kutuplu küreselleşme sürecine' uzanmalıyız.
Bu bağlamda 1980'lerin sonlarına doğru startı verilen küreselleşme süreci ABD-SSCB eksenindeki çift kutuplu dünya rejiminden ABD merkezli tek kutuplu dünya hegemonyasına yönlendirilmesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu sürecin başat aktörleri ise ABD'nin kurucu gücünü temsil eden Pentagon ve ABD içinde sermaye gücünü temsil eden Siyonist Lobiler olduğu anlaşılmaktadır. ABD merkezli küreselciler Küreselleşme Sürecini "Kelebek Etkisi" formülüyle açıklamışlardı. Kelebek etkisi, Dünyanın bir ucunda bir kelebek kanatlarını çırptığında dünyanın diğer ucunda kasırga oluşur, formülüydü. Bu formül dünyanın tek merkezden yönetilmesi anlamı taşıyordu.
ABD bu hedef doğrultusunda büyük ve orta ölçekli ulus devletleri federasyon, özerklik ve/veya otonomi şeklinde parçalayacak ve ortaya çıkan ufak çaplı devletçiklerin Gayri safi milli hasılası (GSMH) büyük uluslararası şirketler için yönetilmesi kolay hale getirilecekti. Bu hedef doğrultusunda ABD'nin küreselleşme girişimi güçsüz ulus devletleri parçalamayı başarmış fakat güçlü ulus devletler bu süreçte BRIC adı altında birleşerek küreselleşme sürecinin püskürtülmesini sağlamıştı.
Sahne arkasında ise küreselleşme sürecinin püskürtülmesinde Pentagon ve Siyonist Lobinin tutuştuğu kavganın etkili olduğu anlaşılıyordu.
Küreselleşme sürecinde Siyonistlerin parası ABD'nin askeri gücünü ortaya koyarak geliştirdikleri ortaklık neticesinde ABD'nin Irak işgali gerçekleşmiş, yeni anayasa yazılmış, Irak'ın etnik ve mezhepsel olarak üçe bölünmesi sağlanmıştı. Bu süreç diğer bölge ülkeleriyle devam edecekti. Fakat ABD içindeki küreselciler ABD'deki yatırımlarını, fabrikalarını küreselleşme adı altında başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelere kaydırmaya başlayınca ABD ekonomisi sarsılmaya başlıyordu. ABD ordusunun Irak'ta durduğu her dakika milyon dolarlar demekti. ABD finansman açığını kontrol edememeye başlayınca devlet kurumları Siyonist lobinin kontrolüne geçmeye başlamıştı. Pentagon gözleri önünde Siyonist sermayenin ABD'den Çin'e, Çin üzerinden ise bütün dünyaya yayıldığını, ABD'nin küresel denklemdeki 1 numaralı pozisyonunun yavaş yavaş kaybolacağını gözlemliyordu. Pentagon'un başta California ve Alaska gibi eyaletlerin küreselleşme sürecinde ayrı ayrı birer devlet olarak Siyonistler tarafından parçalanmak istenmesine giden bu sürece artık müdahale etmesi gerekiyordu.
Bizler bu sürecin sonunda Pentagon'un küreselleşme karşıtı olan Trump'ı başkanlık koltuğuna oturttuğunu görüyorduk. Trump'ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte ABD küreselleşmeye karşı açık alan savaşı vermeye başlamıştı. ABD'nin bir numaralı hasmı Siyonist sermayenin ana yurdu olan Çin oluyordu. Trump Çin'e karşı 'Ticaret Savaşı’nı başlatarak Çin yayılmacılığının önünü kesmeyi hedefliyordu. Siyonist lobi ise Çin'in daha fazla dışarı açılması için mücadele ediyordu.
Bu mücadele eşliğinde 2020 yılına gelindi. Ve bir gün Çin'de "Korana Virüsü" salgını duyulmaya başlandı. Bu virüs diğer virüslere benzemiyordu. Korana kısa zaman içinde Çin'in içe kapanmasını sağlamış, iktisadi açıdan Çin'de büyük yaralar açmıştı. Anlaşılan şuydu ki bu virüs ABD merkezli biyolojik bir silah olarak tasarlanmıştı. Ancak, ABD bu denli küresel bir biyolojik silah işine tek başına giremezdi.
Korana Virüsü'nün ilk duyulmaya başlandığı dönem de virüsün ABD tarafından küreselleşme sürecinin fişinin çekilmesi için Çin'e ihraç edildiğini ancak, bu denli büyük bir operasyon için ise mutlaka başka bir küresel güce ihtiyaç olunduğu kanaatimi belirtmiş, bu ortağın kanaatimce Vatikan/İtalya olduğunu aktarmıştım. Bugünlerde yaşanan gelişmeler bu iddiamı doğrular nitelikte idi.
Küreselleşme süreci ulus devletlerin ve sınırların ortadan kalkacağı bir düzeni öngörürken, gün itibariyle Korananın ulaştığı her devlet sınırlarını kapatıp içe yönelmek zorunda kalıyordu. Korona Virüsü'ne bu pencereden baktığımızda ne kadar etkili bir silah olduğu anlaşılmaktadır.
ABD'nin küreselleşme süreci sonrası ortaya koyduğu yeni program ise 'Bölgeselleşme' projesi oluyordu.
Küreselleşme sürecinin başlamasıyla birlikte Dünyadaki siyasi, askeri yapılanmayı dengeleyen ABD-SSCB otoritesi SSCB'nin dağılmasıyla ortadan kalkmış ve büyük bir siyasi, askeri otorite eksikliği ortaya çıkmıştı. ABD 'Bölgeselleşme' projesiyle dünyada on ayrı kutup oluşturarak dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşan siyasi, askeri otorite eksikliğini giderme yoluna gidecekti. ABD bu sayede AB ve Çin'in de etkisini kırıp dünyadaki bir numaralı hegemon güç olma iddiasını devam ettirecekti. ABD'nin temel hedefi savaş isteyen siyonist lobilerin önünü bölgelerde oluşturacağı kutup başlarıyla bertaraf etmekti. Bunun için de bazı ülkelerin güçlendirilmesi, bazı ülkelerin ise küresel siyasete entegre edilmesi gerekiyordu. ABD'nin bölgemizdeki kutup başlarından bir tanesi jeopolitik, jeostratejik değeri yüksek olan Türkiye oluyordu. Bu yüzden Türkiye bölgedeki bütün olaylara gerek askeri gerekse siyasi olarak dâhil olmalıydı. Bizler de zaten bu realiteyi yaşayarak gözlemliyorduk.
ABD'nin Avrupa'daki kutup başlarından bir tanesi ise İtalya/Vatikan oluyordu.
Küreselleşme sürecinin son bulmasıyla birlikte daha önce var olan 'batı ittifakı' da çöküyor Avrupalı emperyal güçler kendi planları doğrultusunda hareket etmeye başlıyordu. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi emperyal güçlerin kendi politikalarına yönelmesi İtalya'nın yalnız kalmasını sağlamış ve İtalya bu konuya oldukça içerlemişti. ABD ise yalnız kalan İtalya'yı/Vatikan küresel denklemin içine sokuyordu. Vatikan ABD ile ilk ortaklığını Suriye meselesinin 3. Dünya Savaşı projesine evrilmesine engelleyerek gerçekleştiriyordu.
ABD İtalya'yı küresel konjonktüre angaje etmeye devam ediyordu. İtalya'nın önemi bu kez Libya'da ortaya çıkıyordu. Kendi içinde büyük iktisadi ve siyasi sorunlar yaşayan İtalya'nın ansızın yükselen bu performansı dikkat çekiciydi. Bir gücün İtalya'yı arkadan iteklediği aşikârdı. Bu güç aynı zamanda İtalya ve Türkiye'nin aynı denklemde beraber hareket etmesini istiyor olmalıydı. Zira Türkiye İtalya ilişkileri büyük ivme kazanmıştı. İtalya ve Türkiye gerek İdlip gerek Libya, gerekse de Doğu Akdeniz meselelerinde aynı hassasiyetleri dillendirmeye başlamışlardı. Bu gücün ABD olduğu anlaşılıyordu. ABD'nin bu ittifak sayesinde birçok savaş projesini engellemek istemesi anlaşılabilir durumdu. Kanaatimce ABD haklı idi.
Türkiye'nin jeopolitik, jeostratejik konumu Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar'a oldukça hâkim bir konumdaydı. İtalya'nın jeopolitik konumu da gerek Libya gerekse de Doğu Akdeniz meselelerinde kilit önem taşıyordu. Bu iki gücün olası ittifakı Suriye'de olduğu gibi diğer bölgelerde de savaş tamtanlarını susturabilirdi.
Tekrar Korona Virüsü'ne dönüp analizimizi bitirelim.
Korana Virüsü'nün ABD ve Vatikan ortaklığının ürünü olduğu kanaatim sağlık ve ilaç sektörünün Vatikan'ın elinde olmasıyla ilgiliydi. Bu virüs sayesinde ABD hedefine Vatikan ise paraya kavuşacaktı. ABD zaten tek başına bu işe yeltenmezdi. Bu bağlamda Korona'nın aşısının Hristiyan bilim adamları tarafından geliştirileceğini düşünmüştüm. Ancak, son bir haftada çok daha enteresan gelişmeler yaşanmaya başlandı.
37 farklı ülkeye sıçrayan Korana birdenbire İtalya'da gözükmüştü. İtalya'da iki gün içinde 11 kişi Korona'dan ölüyordu. Bu gelişmeler karşısında İtalyan Başbakan Conte, 'Nasıl bu kadar hızlı yayıldı anlayamadık. Şaşkınız." diyebiliyordu. Aynı gün Çin Korona'nın aşısını bulduğunu söylüyordu. Ne kadar gerçek bilemiyoruz. Trump'ta aynı saatlerde, 'Korona aşısına çok az kaldı' diyerek adeta bir yerlere mesaj veriyordu. Bu karmaşık durumu şu şekilde analiz edebilirim.
Çin ve ABD bazı konularda anlaştılar. Anlaştılar ancak bunun öncesinde Çin Korona'yı ABD'nin bu işteki ortağı olan İtalya'ya taşıyıp ABD ve ortağı İtalya'yı tehdit ediyordu. Çin aynı zamanda Korona'nın aşısını bulduğunu iddia ederek ABD ve İtalya'ya 'sizin başınıza daha büyük çoraplar örerim' diyerek mesaj gönderiyordu. Fakat, Çin aşıyı bulduğunu iddia ettiğine göre İtalya'daki Korona'nın değişik bir versiyon olması gerekirdi. Çünkü aşısı olmayan hiçbir virüsün yayılacağı kanaatinde değilim. Korona'nın aşısı içinde gerekli zamanın beklendiğini düşünüyorum. Durum bu olduğu içindir ki Trump devreye girerek, 'Korona'nın aşısına çok az kaldı' diyerek İtalya'ya sakin olmasını söylemiştir.
ABD için İtalya oldukça önemli bir ülke. Almanya ve Fransa gibi Avrupalı ülkelere karşı İtalya'nın ABD radarında olması birçok alanda ABD'nin elini güçlendirecektir. Çin bunu bildiği için İtalya üzerinden ABD'ye gerekli mesajı vermiştir. Çin'in şuan için başarılı olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Zira İtalya şuan da yarı karantina durumuna geçmek üzere. İtalya'nın bu beladan kurtulamaması hem olası Türkiye ittifakını hem de ABD'nin Libya, İdlip ve Doğu Akdeniz üzerinde geliştirdiği planları sekteye uğratacaktır.
Bir virüs tankın, topun, paranın yapamadığı her şeyi sessiz sedasız yapabiliyorsa bu dünyanın en büyük silahı demektir. Bu silahı kullanmak isteyenler daima olacaktır. Savaş farklı fraksiyonlarda devam ediyor.