Seçim yapmak zorunda kalsanız, hangisine öncelik verirsiniz?..
Sizin için özgürlüğünüz mü daha önemli?..
Yoksa, güvenliğiniz mi?..
Özgürlük ve güvenlik paradoksu hukuk ve siyaset kuramlarının temel tartışma konularından biridir.
Demokratik bir hukuk devletinde temel hak ve özgürlüklerin önceliğinde bir yaşam tarzı benimsenir. Bunda hepimiz hem fikiriz.
Ne yazık ki son zamanlarda yaşadığımız küresel Korona(Corona) salgını nedeniyle birçok ülke özgürlük – güvenlik ikileminde güvenliği öncelemek zorunda kaldı.
İlk önce ülke sınırları birer birer kapatıldı.
Sonrasında şehirler karantina altına alındı.
Yetmedi, sokağa çıkma yasakları geldi.
O da yetmedi, İtalya’da olduğu gibi ordu göreve çağrıldı.
İşte paradoks burada başlıyor. Bireysel haklar, bireysel özgürlükler; ortak haklar ve toplumun güvenliği ile çelişmiyor mu?
Sağlık Bakanı geçtiğimiz günlerde, buna istinaden vatandaşların özgürlük kısıtlamasını kendi iradeleri ile gerçekleştirmeleri gerektiğini vurgulayarak “herkes kendi OHAL’ini ilan etmeli” dedi.
Peki vatandaş bunu ne kadar benimsedi?..
Tüm uyarılara rağmen ülkenin yarısı sokaklarda.
Liberalizmde özgürlük kavramı bireyden doğar ve özgürlüğün teminatı da devleti sınırlandırmakla sağlanır. Ancak son yaşadığımız felaket tüm toplumlara şunu gösterdi ki; toplumsala dair ortak bir güvenlik tehditi varsa bireysel özgürlüklerin hiçbir önemi yok.
Bireysel özgürlüklerimiz toplumsal refaha ulaşmamızı sağlamıyorsa liberal geleneğin sınırlı devletini göreve çağırmak elzem görünmektedir.
Nitekim Avrupa bugün salgının merkezi haline gelmedi mi?.. Fransa’da olduğu gibi hükümetler zamanında gerekeni yapmadıkları için suçlanmıyor mu?
Bir yandan da salgını kontrol altına alan başarılı ülkeler var; Güney Kore ve Singapur gibi.
Peki bu ülkelerde özgürlük mü yoksa güvenlik mi tercih edildi, devletler sınırlı mı müdahale etti yoksa ellerindeki tüm imkanları kullanmak için seferber mi oldu?
Güney Kore
Vakaların görülmeye başlamasıyla parlamento ve mahkemelerini hemen kapatan, çok sayıda etkinliğin ve konserlerin iptal olduğu Güney Kore’de 100’’e yakın test laboratuvarı bulunuyor. Her gün yirmi bine yakın test yapılan ülkede virüs tespit edilen her hastaya bir GPS çipi takılıyor.
Bu çiple virüse yakalanan insanların nerede olduğu bilgisi İnternet üzerinden canlı bir harita uygulaması ile vatandaş ile paylaşılıyor. Haritada insanların isimleri olmasa da, bu şekilde vatandaş vakalardan uzak durma şansına sahip oluyor.
Singapur
Daha önce SARS ve H1N1 salgınlarıyla da mücadele etmiş Singapur, Güney Kore gibi sıkı seyahat kontrolleri, hasta insanları ve onların temas ettiği bütün bireyleri saptamak için birçok önlem aldı.
Sokağa çıkma yasağı ilan etti ve uymayan vatandaşa ilkinde para cezası, ikincisinde ise vatandaşlıktan çıkarma cezası uygulayacağını duyurdu.
Kaç vaka var, bu vakaların temas ettiği insanların kimler olduğu ve konumunun neresi olduğu bilgisi detaylı bir şekilde vatandaşla paylaşılıyor.
Hızlı bir test taramasıyla da kısa zamanda salgın kontrol altına alındı.
Çin’e değinmeden geçemeyeceğim. Virüsün ilk olarak görüldüğü Wuhan kentinde, halk resmen tecrit edildi. Hubei eyaletinde 60 milyon kişi karantinaya alındı.
Çin yönetimi tek tek evlere girip insanları kontrol etti. Hasta olduklarını saklayanlara cezai işlemler uygulandı. Karantina önlemlerini ihlal edenlere ise 3 ile 7 yıl arasında hapisle cezalandırılacağı iletildi.
Çin’deki insanların çoğu “temel insan haklarımızı kaybettik, güvenlik güçleri gardiyan gibi üzerimizde güç kullanıyorlar” diyerek dünyaya seslendiler.
Çoğumuz bu görüntülere İnternet üzerinden de ulaştık ve Çin yönetimini yine “insani” olmamakla suçladık.
Bu önlemler ve yasaklar neticesinde insanların yaşam alanları daralsa da, her geçen gün yeni vaka ve ölüm sayısı azalmaya başladı.
Kısa zamanda cezaevine dönen şehir geçtiğimiz günlerde yerli vaka sayısını sıfırlayarak eski günlerine geri dönmeye başladı.
Peki Türkiye ne durumda?..
Salgınla aktif mücadelesine geçtiğimiz hafta başlayan Türkiye’de şu anki vaka sayısı 957, can kaybı 21.
Ancak sokaklara bakarsanız birçok kimse bireysel özgürlüklerinden vaz geçmiyor. Özellikle İstanbul’da bahar havası olunca insanlar çoluk çocuk parklara, deniz kenarına koştu.
Kırsal kesimde durum çok daha tehlikeli boyutta. Duyarlı vatandaşın uyarılarına, hatta merkezi yönetimin cezai işlem uygulamasına bile direnen bir kitle var. Bu yüzden bugün itibarıyla 65 yaş ve üzeri için sokağa çıkma yasağı getirildi.
Öte yandan özellikle genç kesimdeki “bana bir şey olmaz” düşüncesi maalesef sokaklarda virüse yakalanan sayısını artıracak bir manzara sunmakta.
Her yüz bin kişiye düşen 43 yoğun bakım ünitesiyle birçok Avrupa ülkesini geride bıraksak bile, kısa zamanda hızla artacak yüksek vaka sayılarına yetişebilecek bir alt yapımız ne yazık ki bulunmuyor.
Sadece yüz binde 3.6 yoğun bakım ünitesi olan Çin bile bu salgını koordineli ve sıkı bir yönetim ile durdurdu.
Güney Kore ve Singapur ise koordineli ve sıkı yönetimle birlikte, hızlı vaka tespiti ve tespit edilen hastalığın ülkenin neresinde olduğunu vatandaşıyla paylaşarak bunu durdurdu.
Çin’e göre dört misli daha fazla yoğun bakım ünitesine sahip olan İtalya, zamanında vatandaşına uygulayamadığı sıkı tedbirler nedeniyle şu sıralar Çin’de yaşanan ölüm oranlarının üzerine çıkmış durumda.
Bilim dünyasının ısrarla üzerinde durduğu kritik eşik (vaka sayısının 100 olması) aşıldığı takdirde, yeni alınacak tedbirler de pek işe yaramıyor. Nitekim İtalya’nın salgını yavaşlatamadığını bütün dünya endişe ile izliyor.
Gün geçtikçe artan sağlık güvenliği tedbirleri bireysel olarak özgürlüklerimizi daraltıyor olabilir.
Yalnız toplumsal yaşamın ortak güvenliği ve hatta geleceği için belirli bir zaman HERKES aynı anda bu fedakarlığı yapmalı.
Şu anda sağlığımız ve sevdiklerimizin sağlığı açısından duyduğumuz güvenlik endişesi özgürlüklerimizden çok daha hayati.
Keşke kamu otoriteleri ve merkezi yönetim bu hayati durumun bireylerin kontrolüne bırakılmayacak bir husus olduğunu çoktan öngörseydi ve hiç çekinmeden gerekeni yapsaydı.
Türkiye kritik eşiğe gelmeden, Güney Kore ve Singapur olma şansını kaçırmadan önce daha sıkı tedbirleri hayata geçirmeliydi.
Vurgulamak istediğim elbette bir “güvenlik devleti” haline gelmek değil.
Küresel boyutta yaşanan böyle olağanüstü bir durumda geçici bir süre özgürlüklerimizi kısıtlayabilirsek ortak geleceğimizi daha güvenli bir hale dönüştürebiliriz.
O zaman geldiğinde de özgürlüğü önceleyen bir anlayışı elbette yeniden inşa edeceğiz.
Ancak şimdi hepimiz için GÜVENDE olma zamanı!