COVID-19 krizinde ilk dalga geride kalırken, tufan sonrası ekonomik hasarın boyutları tespit edilmeye çalışılıyor. 2020'ye dair ekonomik büyüme tahmini yapmaya çalışan analistlerin değerlendirmesi gereken iki önemli boyut var.
Birincisi yılın ilk yarısında gerek karantina uygulamaları gerekse gönüllü izolasyon tedbirleri ile yaşanan daralmanın ne kadar derin olduğu ile ilgili.
İkincisi ise senenin geri kalanında ikinci bir dalganın gelip gelmeyeceği ile ilgili.
Haziran ayında uluslararası kuruluşlar arka arkaya büyüme tahminlerini yayınladılar. Bu tahminler yılın ilk yarısında yaşanan ekonomik hasarın sanılandan daha derin olduğuna işaret ediyor.
İkinci bir dalga gelmeyip ekonominin baz etkisi ile hızla toparlanmaya başladığı bir senaryoda 2020 yılında global olarak yüzde 5 civarında bir daralma bekleniyor.
Bu rakam bize COVID-19 ile savrulduğumuz uçurumun ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Zira senenin ikinci yarısında dipten tekrar tırmanmaya başlasak da yamacın başına gelemeyeceğiz. Eğer ikinci bir dalga gelirse bu sefer çok daha derinlere savrulmamız olası.
İkinci bir dalga durumunda tablo çok daha karamsar bir hal alıyor. Zira ikinci dalganın yaratacağı hasarın birinciden daha büyük ve daha kalıcı olması bekleniyor.
OECD tahminleri tek bir dalga durumunda yüzde 4,6 daralması beklenen global ekonominin ikinci bir dalga durumunda yüzde 11'e kadar küçülebileceğine işaret ediyor.
İkinci dalganın yaratacağı hasar esas olarak ekonomik daralmanın süresinin uzaması ve üretim kapasitesine verebileceği kalıcı zararla ilgili.
Çünkü bir taraftan firmaların uzun süre faaliyetlerini kısmaları iflasları ve sorunlu kredileri artırırken, diğer taraftan şahısların işgücünden uzun süre ayrı kalmaları beşeri sermayenin yıpranmasına sebep oluyor.
Bu durumda hem "V" harfinin dip noktası daha derine iniyor hem de ikinci bacak yataylaşarak toparlanma için gereken süre uzuyor.
Aşı çıkmadan ikinci bir dalganın engellenebilmesi çok kolay değil. Ancak yılın ilk yarısında virüsle yaşama konusunda elde ettiğimiz tecrübeler ikinci dalgayı tamamen önleyemese de dalga boyunu küçültebilir.
Sene başında ilk defa karşılaştığımız maske, siperlik, dezenfektan kullanımı ve sosyal mesafe gibi hayatımıza yeni giren kavramlar artık günlük rutinimizin bir parçası oldu. Rehavete kapılmadan ve virüsün hala aramızda olduğunu unutmadan bu kuralları takip etmemiz hem sağlığımız hem de ekonomik hasarın sınırlanması açısından kritik önem taşıyor.
Türkiye için durum
Uluslararası kuruluşların tahminlerine baktığımızda, tek dalga olması durumunda Türkiye için yüzde 3,8 ile 5 arasında bir daralma beklenirken ikinci bir dalga durumunda maliyet yüzde 11'e çıkıyor.
Uluslararası kuruluşların tahminleri bizim yaptığımız araştırma sonuçları ile tutarlı. Elde ettiğimiz bulgular, hiçbir destekleyici politika olmadığı durumda COVID-19 krizinin maliyetinin yüzde 5,8 ile yüzde 11 arasında olduğuna işaret ediyor.
Bu geniş aralığın sebebi salgının yayılma hızı ile ilgili. Eğer yayılma hızı etkin bir şekilde kontrol altına alınabilirse o zaman ekonomi daha hızlı normalleştiğinden ekonomik maliyet de azalıyor. Yani ikinci bir dalga gelmezse ve vaka sayıları düşmeye devam ederse maliyet alt sınıra yaklaşıyor.
Yukarıda hesaplanan maliyeti krizin ham maliyeti olarak düşünürsek, sözkonusu maliyet uygulanan para ve maliye politikalarının etkinliği ölçüsünde azalacaktır.
Son açıklanan rakamlarla 280 milyar TL'ye ulaşan ekonomik destek paketi GSYH'nın yaklaşık yüzde 5'ine denk geliyor.
Ancak paketin esasen kredi genişlemesi üzerine kurgulanmış olması ve doğrudan transfer ödemelerinin paket içindeki ağırlığının yüzde 5 ile sınırlı kalması büyüme üzerindeki etkinliğini sınırlayabilir.
Özellikle Türkiye gibi kayıt dışı ekonominin ağırlığının yüksek olduğu bir ülkede talebin canlanması ve krizin fakirleştirici etkisinin azaltılmasında doğrudan kaynak aktarımları daha etkili olacaktır.
İlave olarak, düşük faizler ve aktif rasyosu uygulaması ile çok hızlı büyüyen kredi genişlemesi, ileriye yönelik riskleri artırarak yatırım iştahını törpüleyebilir. Bu da uzun vadeli üretim kapasitesini olumsuz etkileyebilir.
Kredi derecelendirme kuruluşu S&P'nin Türkiye'deki sorunlu kredilerin önümüzdeki seneye kadar yüzde 20'li seviyelere varabileceği endişesini bu açıdan değerlendirmek lazım.