KÖTÜ İNSANLAR?!

Doç. Dr. Halil Murat Ünver
Hayatımızı olumsuz etkileyen en önemli kesim halkın içindeki kötü insanlar grubu.
Bu grup içinde yer alan insanlarda her türlü dünya görüşü var, her türlü inanç var, her eğitim düzeyi var.
Kötülük, iyiliğin örgütlü olamamasından ve kötülerin neler planlayabileceğine mesai harcamamasından istifade ediyor.
İnsanlar neden dolandırılıyor?
Çünkü kötüler karşısındaki kişinin zaaflarını, psikolojisini, bürokrasideki bilgisizliğini, insana olan saygısını, dini ya da kültürel inançlarını manipüle ederek kötü niyetini örtüyor.
Kötüler genel olarak kalitesiz insanlardır ancak mesele burada bitmez.
Kalitesiz bir insanla teması kesersiniz ve kendinizi ondan izole edersiniz.
Fakat kötülük toplumu etkiler ve sorun kişisel boyuttan toplumsal boyuta taşınır.
Prof.Dr. Celal Şengör’ün "Senin cehaletin benim yaşam kalitemi etkiliyor!" sözünü bu düzlemde değerlendirmek gerekir.
Sosyolojide pek çok sınıflandırma yapılmıştır.
Kesin inançlılar (adanmışlar), dini gruplar, eğitime bağlı sınıflandırmalar, coğrafi veya kültürel ayrışmalar vs.
Ancak bir mühendis olarak toplumumuza daha faydalı olabilmesi ve her bir birey tarafından kolaylıkla yaşama uygulanabilmesi açısından başka bir açıdan bu temel sorunun değerlendirilmesinin uygun olacağı düşüncesi ile bu yazıyı kaleme alıyorum.
Kötülüğü ve kötü insanları anlamak için nasıl bir kontrol listesi oluşturulabilir?
1- Kötü insanın ilk işareti mensup olduğu yapının toplum menfaatine olmayan davranışlarına göz yumması hatta savunmasıdır.
Bu meselenin çok farklı nedenleri vardır.
Kişiliği gelişmemiş kimseler toplumdaki yerlerini o gruba aidiyetleri ile elde ederler.
Bir becerileri, başarıları olmayan insanlar dahil olduğu grubun en fanatik savunucularıdırlar.
Yapı var olduğu sürece kendileri de bundan ötürü değer bulacaklarından ya da tam tersi yapı dağıldığından bir "hiç" durumuna düşeceklerinden mensubu olduğu yapıyı ölümüne müdafaa ederler.
Özellikle siyasi gruplarda, partilerde, tarikatlarda, spor takımı taraftarlıklarında bunu görürüz.
Toplum mühendisleri her insanda olan sosyalleşme yaratılışını bu taraflara kanalize ederek çeşitli menfaatler oluşturmaya çalışırlar.
Grup büyüdükçe menfaatler de azımsanmayacak büyüklüklere gelir; iktidar, makam, para, güç vs.
Her dini inanışta adalet, yardımlaşma, topluma zarar verecek davranışlardan kaçınma esastır.
Toplumun huzuru ve güvenliği için bu çok önemlidir.
Fakat bu yanlış uygulamaları kayırmaya vardığında ne huzur ne de güvenlik kalır.
İşte bu durum menfaatperest kötü insanların marifetidir.
Her insanın ilk sorgu mercii kendi vicdanıdır.
Bazı insanlar prefrontal bölgeleri çalışmadığı için çeşitli kişilik bozukluklarına sahip olabilir ve vicdan sorgusu çalışmayabilir.
Aslında toplumun bu tür kişileri ayıklaması ve topluma etki edecek mevkilerden uzak tutması çok önemlidir.
Aksi halde Hitler veya Stalin vakası yaşanması ihtimali her toplumda oldukça yüksek bir ihtimal haline gelir.
(Bu arada bazı durumlarda milyonda bir bile yüksek bir ihtimal oluşturabilir. )
2- İnandığını söylediği veya savunduğu değerlere uygun yaşamayanlar da kötü insanlardır.
Bu durumu siyasetle uğraşanlarda sıklıkla görüyoruz.
Kendisini ülkenin en büyük milliyetçisi, hatta ırkçısı olarak tanımlayan kişilerin ucunu bir kaldırıyoruz ırkı başka çıkıyor veya arka planda sövdükleri milletlerle ya da gruplarla ekonomik ortaklıkları çıkıyor.
Yani "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" durumu çıkıyor.
Dini hassasiyetler üzerinden siyaset yapanlarda da durum farklı değil.
O kadar çok örnek var ki.
Bu kesimi körü körüne destekleyenler dahi duydu.
Yani sağır sultan bile duydu.
İşte bu durumda olan siyasetçi de, bunu bilip de tavrını koymayan vatandaş da kötü insandır.
Şahsen geçmişte tanıdığım bazı insanlarla selamı kesmişimdir.
Bana göre kötü insana selam vermek "Senin yaptıklarını takdir ediyorum devam et" veya "Senin yaptıkların benim umurumda değil sen bildiğin gibi devam edebilirsin" demektir.
Her iki durumda da karşıdaki kişi cesaretlenir ve kötülüklerine artırarak devam eder.
İyi niyet ve nezaket iyidir ama topluma veya sizin dışınızdaki kişilere zarar veren kişileri görmezden gelerek ilişkinizin bozulmaması, ileride oluşacak muhtemel menfaatinizin zarar görmemesi adına gösterilen hoşgörü gerçekte hoşgörü değil basitliktir, kalitesizliktir.
3- Bir de sinsi kötüler var.
Bunlar içinde bulundukları toplumdan olmayan fakat geçmişte zarar görmemek için toplumun genelindenmiş gibi görünenler.
Son yıllarda bilgi çağı ile birlikte bir takım insanların etnik kökenlerinin ve inançlarının aslında toplumun genelinden çok farklı olduğunu öğreniyoruz.
Bu çok tehlikeli bir durumdur.
Kendimden bir örnekle açıklayayım.
Geçen sene bir kaynakta son Padişah Sultan Vahdettin’in 1 Eylül 1921 tarihinde yani Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken Nimet Nevzat Hanım'la Yıldız Sarayı'nda görkemli bir düğünle evlendiğini öğrenmiş ve kanım donmuştu.
Benim dedem cephede aç- sefil Yunan’la boğaz boğaza harp ederken 61 yaşındaki padişahımız efendimiz 18 yaşında bir taze ile düğün yapıyor.
Şimdi bunun için bizde çeşitli ifadeler var da burada onları dile getirmekten hicap duyarım.
Ancak içimi derin bir öfke kapladığını ifade etmek isterim.
Geçenlerde Konya’nın köylerinde 1973 de tuvalet kültürü yokmuş anektodunu paylaşırken ağabeyim Arap Ali ÜNVER (Hasanoğlan Öğretmen Okulu Mezunu) 1975'de aynı duruma kendisinin de yaşadığını köylülere nasıl tuvalet yaptırdıklarını, hijyen eğitimi verdiklerini anlattı.
Cumhuriyetin öğretmenleri o köylere ancak 70’li yıllarda yetişebilmişlerdi.
Atalarımızın nasıl derin bir sefalet içinde olduklarını bir düşünün, o dönemlere bir empati yapın.
Uzun yıllar boyu Osmanlı’yı kutsayan ben dahi büyük bir öfke hissettim.
Peki bu durum benim kötülük yapmamı, kötü bir insana dönüşmemi gerektirir mi?
Hayır.
Nereden belli?
Başka bir mevzu anlatayım, Filistinlilerin Lawrence’in yellemesiyle askerlerimizi vahşice katletmesi herkesçe malumdur.
Hatta "Lawrence in Arabia" isimli filmde yapılan katliam karşısında Lawrence’in dahi büyük bir dehşete kapılması işlenmiştir.
Filistinlilere karşı da sempati beslemem, genel olarak güvenmem de.
Geçmişte yapan yine yapabilir.
Ümmet kardeşliği filan bizim safları avuttukları tatlı ama aslı astarı olmayan bir hikayedir.
Güney İslam’ından hiç kimse mevali olan bizleri ümmet kardeşi olarak görmez.
(Not: Bu son cümlelerin içinde barındıkları mesajlar onlarca kitapta işlenmiştir isteyen o konulara yoğunlaşabilir)
Bu açıklamalardan sonra konumuza dönelim, bu dönem sınıfımda bir Filistinli öğrencim var.
Tipinden anladım o bölgeden olduğunu.
"Nerelisin?" dedim "Filistinliyim" dedi.
"Peki" dedim.
Talebini dile getirdi, diğer öğrenciler gibi o da aynı muameleyi gördü.
Dedeleri belki o katliama karıştı, belki de karışmadı bilemeyiz.
Her ne olursa olsun bize sığınmış, tahsil yapmaya çalışan bu garibanın ne günahı var?
Her ne kadar geçmişte hiç hoşuma gitmeyen şeyler yaşanmışsa da bu öğrenciye kötülük yapmak ne benim profesyonelliğime sığar ne de insanlığıma.
Ancak benim bu duygu ve düşüncelerle davranmam herkesin de bu şekilde davranacağı anlamına gelmez.
Mesela bir mevzu var önemli ve gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Ermeni sorunu yaşanıyor ve tehcir (zorla göç) meydana geliyor.
Ermeniler giderken bir kısım kız çocukları burada kalıyor.
Belki anası babası ölmüş, belki de ailesi komşularına emanet etmiş.
Elbette bazı kötü olaylar yaşanmış ama herkes bu olaylara katılmamış.
İyi komşulukları olanlar ve hatta ayrılırken karşılıklı ağlayanlar var.
Bu kız çocukları evlenme yaşına geldiğinde Türk gençleri ile evlendiriliyorlar ve hatta analık üzerinden özel akrabalık bağları yok olmuyor (teyze çocukları).
Biliniyor, yaşatılıyor.
"Ana" Anadolu’da önemlidir.
Özellikle eski dönemlerde baba çok otoriter olduğundan çocukla muhatap olmaz, çocuk tüm işlerini anası ile çözerdi.
Öyle ki, çoğu çocuk babasını gerçek karakterini dahi bilmeyebilirdi.
O denli bir iletişim uçurumu vardı.
Bu analar doğal olarak çocukken yaşadıkları travmayı ömürleri boyunca çocuklarına anlattılar.
Gözlerinin önünde yaşananları uzun uzun tüm detayları ile anlattılar.
Nasıl ki, ben yukarıda anlattığım olaylarda bir öfke hissettim, onlar da tüm çocuklukları ve gençlikleri boyunca bu öfke ile bilendiler.
Bu tür insanlar yabancı servisler için paha biçilmezdir.
Onların intikamları ile kendi menfaatleri birleşerek büyük iş birliğini oluşturur.
Bunlar görünürde toplumun büyük kesiminin üyeleridir ancak aslında büyük kesimin en sinsi düşmanlarıdır aynı zamanda.
İşte bu insanlar çocukluktan itibaren dehşetli ve en yakınlarının yaşadığı hikayelerle yetiştiklerinden her türlüğü kötülüğü yapma ve intikam alma salahiyetini kendilerinde hissederler.
Benzer bir durum Karadeniz bölgesinde de yaşanmıştır.
Bazı yerleşim yerleri dışlanmamak ve zaman içinde kamufle olmak için "Biz de Sünni Müslüman olduk" demişlerdir.
Hatta bizim Sünnilerden daha hararetli Sünni olduklarını görürsünüz.
Bazılarında katı bir İslam anlayışı vardır.
O katı yaklaşımı mesela İç Anadolu’da görmezsiniz.
Karadeniz’deki bunların İslam’a aşırı bağlılığı ilginç gelir.
Şu andaki bilgilerimle ancak kendi düşüncemi ifade edebilirim ve kesinlikle böyledir diyemem ama gözlemlerim sonucunda görüyorum ki özellikle geçmişte Türk ve Müslüman olmayan köylerin insanları arasında bazıları cumhuriyete, cumhuriyet kazanımlarına (kadınların hakları, kul olmaktan çıkıp birey, tahsil yapabilme vs), laikliğe (herkesin birbirinin inancına saygı gösterme), halifeliğin kaldırılmasına (halifelik tekrar getirilmesi İngiliz ve Amerikan projesidir) düşmanlar.
Aslında mesele, bu kavramlar ve kazanımlar değil, esas mesele din ve millet değiştirmelerine neden olan, kurdukları devleti yıkan Türk Milletine kötülük yapmaktır.
Öyle bir kötülüktür ki, bu saf Türkler, bunların ümmet kardeşliği, İslam'ın yüceltilmesi, Allah'ın kanunlarının yeryüzüne hakim olmasını beklerken ellerindeki gül gibi devlet, cennet gibi ülke kayıp gidecektir.
İşte kötülüğün en büyüğü de zannımca budur.
Kendinden bildiklerin tarafından hançerlenmek bu milletin kaderinde var.
Türk ve Anadolu kültüründe yalan söylemek yoktur, hele ki inançlı, imanlı insan (özellikle de Sünni Müslüman, Sünniler böyle inanır kendilerinden başka doğru yoktur onlar için) asla yalan söylemez.
Şunu düşünmez benim insanım, karşımdaki gerçekten tamamen senin gibi mi?
Seninle aynı kökten, aynı inançtan ve aynı hayat felsefesinden mi geliyor?
(tabi burada casus Hempher, çöl kraliçesi Gertrude, Lawrence ve adını tespit edemediğimiz nicelerini analım ki, nasıl aldatıldığımız hakkında ne demek istediğimiz anlaşılsın)
Söyledikleri ile yaptıkları örtüşüyor mu?
Biz de beyan esastır.
O beyana itibar edilir.
Böylelikle kötülüğün en büyüğünün yapılması için mükemmel bir fırsat verir.
4- Kalitesiz insandan her an kötülük bekleyebilirsiniz.
Çünkü kalite bir bütündür, bir ürünün bir tarafı kaliteli bir tarafı kalitesiz olamaz.
Bir kimsenin bir noktada defosu varsa genel olarak defoludur.
Defolu ürün kullanılmaz mı, elbette kullanılır, defosunu bilirsiniz ona göre kullanırsınız.
Ancak bir ürün defosuz olarak pazarlanıyorsa ve aslında bir ya da daha fazla defoya sahipse bunu size pazarlayan her kimse (kendisi de olabilir, bir pazarlamacı da) kötü insandır.
Size kötülük yapmıştır.
"İnsani Kalite" başlıklı yazıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
5- Kötü insanları üçe ayırmak mümkündür; büyük kötüler, küçük kötüler ve aptallar.
Kötülerin durumu bellidir ama aptallar iyilik yaptıklarını zannederek kötülük yapanlardır ki, toplum içinde belki de en zararlı olanları bunlardır.
Çünkü, bunların kendileri dahi bilmez nasıl bir kötülük planının içinde olduğunu.
Maalesef bunların sayısı da eğitimsiz toplumlarda çok fazla.
Bir profesörün "Ben cahilin ferasetine güveniyorum" demesinin altında yatan da aslında budur.
Asında cahili kandırarak kötülük yaptıracağını iyi biliyor, çünkü cahilleri aptallaştırmak kolaydır.
Bunun çok çeşitli teknikleri vardır.
Belki de ilk Goebbels bu işin kitabını yazmış, son 30 yılda da çok bilimsel bir şekilde geniş kitlelere uygulanabilir hale gelmiştir.
Akademik eğitimi iyi olanların da kötü insan olmayacağının garantisi yoktur, çünkü bu akademik eğitimden çok kişilikle alakalıdır.
Kişiliğin oluşmasında akademik eğitimin katkısı olsa da aile ve çevrenin de çok büyük etkisi vardır.
Bu nedenle eğitim seviyesi düşük çok iyi ve topluma faydalı insanlar olabileceği gibi (nedense bunu yazarken aşığına kaçan karısının çorabına para sıkıştıran Aşık Veysel geldi aklıma) eğitim düzeyi çok yüksek olmasına paralel çok sayıda kötü insanların olduğu da bilinmektedir.
Kötü insanlar aramızda yaşıyorlar ve sinsice kendi ucuz menfaatleri için fırsat kolluyorlar.
Topluma yapılabilecek en büyük kötülük de aslında bu kötülere ses çıkarmamaktır.
Bu iyileri de kötü yapar.
Ses çıkarmak, münakaşa etmek, kavga etmek değildir.
Kötülüğünden dolayı onunla ilişki bitirdiğini hissettirmek de bir sestir.
Alevilikte bir "düşkünlük" geleneği vardır.
Türklerin tarih boyunca damıtarak getirdiği bir gelenek ancak Sünni kesimde terk edilmiştir.
Yanlıştır.
"Düşkünlük" ve benzeri uygulamalar Anadolu'nun her inanç kesiminde geçmişten günümüze uygulanagelmiştir ve devam etmelidir.
Her mesele kanun uygulanması ve buna müteakip cezası ile halledilemez.
En büyük ceza toplumun kestiği cezadır.
Nice kahramanlar vardı ki devlet tarafından cezalandırılsa da toplum vicdanında suçsuzdur.
Niceleri de vardır ki, devlet cezalandırmasa da toplum tarafından en büyük cezaya çaptırılmış ve dışlanmıştır.
Bu ceza sadece kendine değil nesline de uygulanan bir cezadır.
Bana göre dünyadaki en büyük savaş, kötülerin iyiliği yok etme üzerine yürüttüğü savaştır.
İşin ilginç yanı, bu mücadele kötülerin zaferi ile sonuçlanmıyor, sonsuza doğru devam ediyor.
Ancak iyilik de dünyaya hakim olmuyor.
İyilerin hayalinde herkesin hakkını aldığı, herkesin güven içinde kardeşçe, yaşadığı, kimsenin sefil olmadığı, aç ve açıkta kalmadığı bir dünya tasavvuru vardır.
Bunun dünyada çok az bölge haricinde hayata geçirilemediğini görürüz.
Hatta zaman zaman kötüler kafileler halinde dünyanın belli bir bölgesinde toplanarak toplu kötülük ayinleri düzenlemişlerdir.
Bunların genel kılıfları ise inançları olmuştur.
Kendi inancı doğru olmuş oluyor, karşısındakini kendi inancına sahip olmadığı için cezalandırma hakkını elde ettiğini düşünüyor.
Tabi gerçekte oyunun daha büyük olduğu biliniyor.
Büyük kötüler, küçük kötüleri kullanarak çok büyük kötülüklerin gerçekleşmesini sağlıyorlar.
Bu noktada yaratıcı bu meselenin neresinde?
İnsansı bir Tanrı kavramı olmadığını idrak etmek gerekiyor.
Her şeye öfkelenen, biri veya birileri bir günah işledi diye kavimleri toptan helak eden bir Tanrı’nın olmadığını görmek gerekiyor.
Dünya üzerinde çeşitli yerlerde kadınlara, masum yavrulara ve hatta erkeklere olmadık zulümler yapılırken, kutsal kitaplarda kavimleri helak ettiğini anlatan bir Tanrı'nın sessizliğini de anlamak mümkün değildir.
Ne zaman mümkün değildir?
Tanrıyı insan gibi düşünen ve davranan bir varlık olarak gördüğümüz zaman.
Meselenin özü şudur aslında, kötüler, Tanrı’nın sosyal yasalarını binlerce yıl önce çözmüşlerdir.
Bugün daha çok insan bunu fark ediyor ve kötülüğe meylediyor.
"Ekmeği düşürme, çarpılırsın", "mushafı bel altında tutma, çarpılırsın", "yüzünü yıkamazsan, şeytan yalar", "haram yeme, midene ateş doldurursun" gibi kişiyi otokontrole iten sözlerin karşılığında çarpılan görülmeyince, şeytan yalamayınca, mideye ateş dolmayınca mecazı anlamak işine gelmeyen kötüler, kötülüklerini artık alenen yapmaya başladılar.
Para balyalarını alıp, kamera karşısında gösteriş yaparak, basitliklerini ifşa etmelerinden öte, topluma da çok büyük kötülük yaptılar.
Peki ne yapmalıyız?
i. Kötülere uyup kötülerden olmayacağız.
Temizliğimizi koruyacak, vicdanımızın sesini susturmayacağız.
ii. Her durumu sorgulayacağız.
Biri bizi bir şeye zorluyor ise gerçek nedenini mutlaka öğrenmek zorundayız.
Karşımızdaki kişinin samimiyetini anlamak zorundayız ve kimseye sınırsız güvenmek zorunda değiliz.
Geçen gün bir araç satışı mevzusu var.
Bir vatandaş aracı almak istiyor.
Telefonda görüşüyoruz.
Vatandaşın hal, hareket ve tavırlarını gözüm tutmadı.
Bana, "Bana güvenmiyor musun?" dedi.
Ben de "Güvenmiyorum tabi kardeşim, hayatımda ilk defa karşılaşıyorum ve senin yüzünü dahi görmüyorum" dedim.
Bozuldu ya da bozulma numarası yaptı.
Kimse kusura bakmasın, bu devirde kimseye güvenmek zorunda değiliz.
iii. Kötülerin kötülüklerini tespit ettiğimizde onlara saldırmayacağız, sövmeyeceğiz ama yüzlerine sakince "seni fark ettim, sen kötü bir insansın" diyeceğiz.
Kötülere selam verip onları takdir ve tasvip etmeyeceğiz.
iv. Orhan Karakuş hocamın da sıklıkla vurguladığı gibi yeni başlayan bilgi çağında medeniyetimizi, bu toprakların binlerce yıllık damıtılmış özünü yansıtan sulh, hakkaniyet, insan kardeşliğini odağa yerleştirerek biçimlendireceğiz.
Analiz yaptığımızda, görüldüğü üzere kötülükle mücadele aslında çok zor değilmiş değil mi?
Kötülerden olmayacağız, durumu ve bir şeyleri zorlayanları objektif olarak değerlendireceğiz ve kötülere selam vererek kötülüklerine devam etmelerine müsaade etmeyeceğiz.
Son madde (iv.) gelecek vizyonu ile alakalı, toplumumuzu ulaştırmamız gereken yeri de buraya koymuş olduk.
Buraya kadar okuyan herkese selam, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.
Sağlıcakla kalınız.
Doç.Dr. Halil Murat ÜNVER
NOT:
Uzun yazmak istemiyorum ve uzun yazılardan da hoşlanmıyorum ama bazı konuları da kısaca anlatmak maalesef mümkün olmuyor.
Özellikle bir takım tespitler yapıyor, bunlara karşı çözüm sunuyorsanız, yazı uzadıkça uzuyor.
Maalesef bu yazı da öyle bir yazı oldu.
Sağolsun bazı dostlarım, fikirlerimi ve yazılarımı satır satır irdeleyerek takdirlerini ve eleştirilerini dile getiriyorlar.
Karşılıklı olarak ufkumuzu genişletiyoruz.
Hatta bu tür yazılar kısa sürede yazıldığı ve çok fazla üzerinden geçilemediği için imla hataları da fazla olabiliyor, anlatım bozuklukları da.
Her ne kadar profesyonel hazırlanmış yazılar olmasa da, dostlarımın hoşgörüsü bu tür uzun yazılar yazmam hususunda beni cesaretlendiriyor.
İyi ki varsınız..
Sevgilerimle...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.