Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Mutlu, Kovid-19'dan en çok etkilenen ve ölüm oranı en yüksek seyreden grubun bilinen kalp ve damar hastalıkları olan 65 yaş üzerindeki erişkinler olduğunu belirtti.
Mutlu, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti (ESC) 2019 sonuçlarına göre, Türkiye'nin obezite sıralamasında Avrupa'da ilk sırada, bu çalışmaya katılan ülkeler içerisinde Mısır ve Libya'dan sonra üçüncü sırada yer aldığını dile getirerek, kadınlarda durumun daha kötü olduğunu, kalp damar hastalıkları açısından en yüksek risk grubunu oluşturan diyabet oranlarında benzer sıralama görüldüğünü aktardı.
Kalp damar hastalıklarının ilaç tedavileri konusunda önemli adımlar atıldığına değinen Mutlu, başta diyabet, hipertansiyon ve kalp yetersizliği olmak üzere kalp damar hastalıkları konusunda son 10 yıl içerisinde yeni girişimsel yöntem ve medikal tedavi ajanları geliştirildiğini ve hastalıklarla mücadeleyi kolaylaştırdığını anlattı.
"Risk faktörlerinin tümü değiştirilebilir davranışsal ve metabolik risk faktörü"
Prof. Dr. Bülent Mutlu, Türkiye'nin genç nüfusa sahip olsa da inme açısından Avrupa ülkeleri arasında yaşa göre yüksek sayılabilecek bir orana sahip olduğunu belirterek, "İnme de kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarından biridir ve en önemli risk faktörü atriyal fibrilasyon denilen, en sık karşılaştığımız kronik bir kalp ritim bozukluğudur. İnmenin önlenmesinin ilk adımı değiştirilebilir risk faktörlerinin en az indirilmesidir ki bunlar içerisinde en önemlileri sırasıyla, hipertansiyon, diyabet, obezite, kan lipidlerinde yükselme (dislipidemi) gelmektedir." diye konuştu.
Tümünün yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç tedavileriyle düzeltilebildiğini vurgulayan Mutlu, şu bilgileri paylaştı:
"Güçlü bilimsel kanıtlar total kalp ve damar riskinin azaltılmasının sonucunun kalp krizi ve inmeyi önlediğini göstermiştir. Günümüzde atriyal fibrilasyonu olan hastalarda inmenin önlemesinde ve tekrarlarının engellenmesinde güçlü yeni oral antikoagulan denilen, halk arasında kan sulandırıcılar olarak bildiğimiz ajanları çok daha güvenli ve etkin şekilde kullanmaya başladık. Obezite, diyabet, hipertansiyon ve sigara alışkanlığı… Bu sıraladığım risk faktörlerinin tümü değiştirilebilir davranışsal ve metabolik risk faktörüdür. Son yıllarda üzerinde çok sık konuşulan stres de artık temel risk faktörlerinden biri olarak kabul edilmiş ve risk skalaları içerisinde yer almıştır. Risk faktörlerinin belki de en başında tütün kullanımı gelmektedir ve ilişkili riskler sadece direkt kullanımla değil pasif içicilikle de bağlantılıdır."
"Sağlıksız beslenme ve tuz tüketimi en önemli problemlerden ikisi"
Mutlu, sigara kullanımıyla kalp damar hastalıklarına bağlı ölüm oranlarının nerdeyse 2 kat artığını ve bırakılmasından sonra oranın yıllar içerisinde azaldığını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Elektronik sigara kullanımında risk faktörü olduğu ayrıca gösterildi. Ülkemizin önemli diğer risk faktörü ise yetersiz fiziksel aktivitedir. Haftada 150 dakika orta derecede fiziksel aktivitenin iskemik kalp hastalığı riskini yüzde 30, diyabet riskini yüzde 27 oranında azalttığı saptandı. Ayrıca kilo kaybı, kan şekeri ve kan basıncı kontrolünü artırdığı, kan yağlarında insülin duyarlılığında düzelmelere neden olduğu belirlendiğinden etkisi artarak devam eden bir faktördür. Düzenli egzersizin strese karşı da katkı sağladığını gösteren çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Aynı zamanda sağlıksız beslenme ve tuz tüketimi ülkemizdeki en önemli problemlerden ikisidir. SALTurk çalışmasına göre, ülkemiz yaklaşık 15 gramlık günlük tuz tüketimi ile dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü günlük tuz tüketimini 5 gram ile sınırlamıştır. Bu hedefe ulaşabilirsek erişkinlerin her üçünden birinde izlediğimiz hipertansiyon ve buna bağlı kalp damar hastalıkları ve özellikle inme ve kronik böbrek hastalıkları oranlarımızı ise büyük ölçüde azaltmış ve kontrolünü sağlamış oluruz."
Kalp hastalıklarının doğru tedavi edilmemesi halinde başta iskemik kalp hastalıkları olmak üzere tüm kalp hastalıkları, kalp yetersizliği, inme ve ölüm gibi önemli sonlanım noktalarının yanında, depresyon, demans, yaşam kalitesinde ve uyku niteliğinde bozulma gibi sorunlarla hem kişiyi hem de bakmakla yükümü olan ailesini etkilediğini anlatan Mutlu, kalp hastalıklarının halen en önemli küresel yük olduğuna dikkati çekti.
Mutlu, hastaya sadece belirli yaşam tarzı değişiklikleri sunmak yerine bunların aktif şekilde planlanması, hastanın eğitimi, programa uyumu ve takibi gibi birçok planlama gerektiğini vurgulayan Mutlu, "Sağlıklı bireylerde ise ilk nokta risk gruplarının saptanarak erken rehabiltasyon ve seçilmiş hasta gruplarında ise koruyucu tedavilerin erken başlanmasıdır. Bugün elde edilen veriler ışığında, örneğin hipertansiyon tedavisinin erken yaşta başlanmasının ilerde oluşan kötü sonuçları önlemede en etkin adım olduğu saptandı." dedi.
"Bu dönemin ikinci etkisi kalp damar hastalarının hastaneye gelmekten çekinmesi"
Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Mutlu, bugüne kadar paylaşılan veriler ışığında Kovid-19'dan en çok etkilenen ve ölüm oranı en yüksek seyreden grubun bilinen kalp ve damar hastalıkları olan 65 yaş üzerindeki erişkinler olduğunun altını çizerek, "Buna ilaveten eşlik eden kalp damar hastalıkları, hipertansiyon ve diyabet kişileri virüse karşı daha duyarlı kılmakta bu kişilerdeki kötü sonuçlar ve ölüm oranları artmaktadır. Bu nedenle bu hasta grubuna genel önemler konusunda daha hassas olmaları, kullandıkları ilaçlarda hekim kontrolü dışında değişiklik yapmamaları (Bu konuda en güzel örnek, özellikle salgının başlangıcında suçlanan bazı tansiyon ilaçlarının ilaçların son dönemdeki verilerle olası olumlu etkileri saptandı), yıllık influenza ve zatürre aşılarını yaptırmalarını öneririm." diye konuştu.
Virüse yakalanan kişilerde kalp ritim bozuklukları, akciğer damarlarında tıkanmalar, kalp kası enfeksiyonu gibi solunum yolları dışında etkilerin saptandığını aktaran Mutlu, sözlerini şöyle tamamladı:
"Aktif hastaların ve iyileşenlerin mutlaka kardiyoloji kontrolü yaptırmaları gerekmektedir. Bu dönemin ikinci etkisi ise kalp damar hastalarının hastaneye gelmekten çekinmeleri nedeniyle yapılması gereken kontrollerden kaçınmaları veya önemli akut belirtileri olmasına rağmen hastaneye gelmemeleri olmuştur. Bu nedenle iskemik kalp hastalıkları ve kalp krizi, akut kalp yetersizliği gibi acil müdahale gerektiren durumlara müdahale zamanlamasında geç kalınmakta, bu da ölüm ve kötü sonuç oranlarını artırmaktadır. Bu nedenle özellikle göğüs ağrısı, nefes darlığı, bayılma gibi önemli belirtileri olan kişilerin vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalarını öneririm."
Andaç Hongur