Elektrik yok, su yok. Okumak hiç yok! Çocuk çalışmazsa karın doyuracak ekmek yok. İşte Şanlıurfa’dan kilometrelerce yol gelip, soğan söken çocuk işçilerinin hayatı…
Ankara Polatlı da birden gündüz geceye döndü. Camdan dışarıya bakıldığında sanki gece karanlığıydı. Toz fırtınası vurmuştu Polatlı’yı. Herkes çoluğunu çocuğunu alarak evlerine sığındı. Ancak sığınacak evi olmayanlar da vardı. Kendi deyimleriyle “Şanssızlardı” tarım işçileri. Şanlıurfa’dan gelmişlerdi Polatlı’ya. Günlük alacakları 80 lira onların karınlarını doyuracaktı.
Tarlada çalışırken yakalandılar fırtınaya. Birden gök karardı, göz gözü görmez oldu. O an ilk akıllarına gelen kurdukları derme çatma çadırdaki çocukları oldu. Hemen tarladan çadırlarına koştular. Ancak onlar gidene kadar kimi çadır kundaktaki bebeğin üstüne yıkıldı, kimisi uçarak yok oldu. Şanlıurfalı tarım işçileriyle aynı kaderi paylaşan Suriyelilerden biri fırtına geçene kadar çocukları tren köprüsünün altına götürdü ve orada fırtına geçene kadar beklediler.
Toz fırtınası aslında başkentin hemen yanı başındaki tarım işçilerinin üstündeki sis bulutunu kaldırdı. Türkiye’nin bir gerçeği yeniden ortaya çıktı. Elektriği, suyu olmayan bir yaşam ve ebeveynleri gibi tarım işçisi olmak zorunda kalan çocuklar.
Çocuklar aileleriyle birlikte Mart ayında tarlaya gidiyor, Kasım ayında memleketlerine dönüyordu. Bu süreçte okula gitmek onlar için hayaldi. Pandemi nedeniyle başlayan uzaktan eğitim için gerekli olan elektrik, yoktu. Elektrik gelse bilgisayar, bilgisayar gelse internet yoktu. Su deseniz kuyudan çıkıyor, içen o hafta kesin hastaneye kaldırılıyor. Arabayla çevre köylerden taşımayla da olmuyor.
SOĞAN SÖKEN ABDULLAH
Çalışıyordu çocuklar, okumaları gereken yaşta çalışıyordu. Daha sakalları terlememiş Abdullah, soğan sökerken hızlıydı, oyun gibi geliyordu ona soğan sökmek. Kendisini çeken abilerine gülümsüyordu.
Mustafa altıncı sınıfa geçmeyi başarabilmiş. Tarlada sabah 9, akşam 6 altı çalışıyor. Günlük aldığıyla babasına katkıda bulunuyor.
MUSTAFA DOKTOR OLMAK İSTİYOR
Mustafa o da ailesiyle geldi. “Ya öğretmen, ya da doktor olmak isterdim" diyor ve “Ama”yı da ekliyor. “Ama”, Mustafa’nın aması, sesinin duyulmaması. Bu yoksulluk içinde okumaya fırsatı olmaması. Zaten nasıl okuyabilir ki Mustafa… Babasının ne kalem defter ne de ayakkabı olacak parası yok. Mustafa’nın kaderi de babası gibi tarım işçisi olmak, tıpkı ondan önceki binlerce tarım işçisi gibi… Mustafa, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a “Bize kimse yardım etmiyor ki. Bize tablet verseler, elektrik verseler” diye sesleniyor.
16 ÇOCUK VAR AMA…
İsa Bahtiyar, 16 çocuğu var. Bu kadar çocuk yapmasına tepkiler geliyor fakat onların tek geçim yolu bu. Çok çocuk çok yevmiye. Çok yevmiye karın doyurmak için para. Bahtiyar da istiyor çocuklar okusun ama yok ki okutacak parası. Para için tarla, hayvan sahibi olmak gerek. İnsan gibi yaşamanın onların da hakkı olduğunu sitemli bir şekilde anlatan Bahtiyar, “Tarlamız, koyunumuz yok. 16 çocuk var. Mecburen soğan sökümüne gelirim, pamuk toplamaya giderim. 4-5 öğrencim var okutturamıyorum. Kitaplarını, elbiselerini neyle alırım” diyor.