Datça'dan bir arkadaşımla konuştum, havalar ısınmış, insanlar artık denize bile giriyormuş ama 'Datça hala bomboşmuş.
"19 Mayıs tatili nedeniyle dolmaz mı?" diye sorunca da, "Hayır, dolmuyor. Şeker Bayramı'nda bile dolmadı. İnsanlar artık üç günlük tatil var diye sağa sola gidemiyor, benzin parası, otoyol parası, kimse ödeyemiyor" dedi.
Köprü ve otoyollarının geçiş garantileri o kadar yüksek ki, fiyatlarını ucuzlatmak mümkün değil; aynı şey akaryakıt için de söz konusu. Geçen hafta Bolu'ya gittim, yolda yolcu otobüsleri yok denecek kadar azdı, bunun yerine madenlerden yurtdışına hammadde taşıyan kamyon dizileri vardı. Yani vatandaş otobüse bile binemiyor, ama Türkiye'nin madenlerini yurtdışına satanların işleri tıkırında. Ancak madeni hammadde olarak satmak da ülkeyi zenginleştirmiyor maalesef, sadece satanlara yarıyor. Yurtdışından ucuz hammaddeyi alıp, bize yine pahalı satıyorlar.
xxx
Bugünlerde Ali Naci Karacan'ın 'Lozan' kitabını okuyorum. Milliyet Gazetesi'nin kurucusu Ali Naci Karacan, cumhuriyetin kurulduğu yılların en ünlü gazetecilerinden biriydi ve Lozan Barış Görüşmeleri sırasında da gazeteci olarak görev yapmıştı. Sonra da Lozan görüşmelerini anlatan kalınca bir kitap bıraktı bizlere. Hulusi Turgut'un hazırladığı son baskısında, özellikle 'Senetler' konusunu okuyunca, sanki bugünleri yaşıyormuş gibi oldum.
Aylarca süren Lozan Barış görüşmelerinde, en büyük tartışma, ne Meis Adası'nın verilmesinde, ne Trakya konusunda, ne de Misak-ı Milli içinde yer aldığı halde İngilizlere terk edilen Musul-Kerkük meselesinde yaşanmış. En büyük tartışma konusu, Türkiye ile Fransa arasındaki 'Senetler' konusu olmuş.
Senetler, Osmanlı döneminde sorumsuz yönetimin Avrupalı bankerlerden alıp çar-çur ettiği borçlara ait. Borçlanma sözleşmeleri yapılırken, Osmanlı yönetimi, senetlerin üzerine 'İstanbul'da Osmanlı altını, Londra'da İngiliz Şilini ve Paris'te Fransız Frangı yazılmasını kabul etmiş ve alacaklıların senetleri bu paralardan hangisi ile isterlerse, onunla alma haklarını tanımış. Bunun yazılmasının nedeni, geri ödemede kolaylık sağlamakmış. Çünkü bu sözleşmeler yapılırken, her memlekette tedavül eden para altınmış ve dolayısıyla borç her yerde aynıymış.
Ancak aradan geçen yıllarda, 1. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle, her memlekette kağıt para ile altın para arasında büyük farklar oluşunca işler değişmiş. Alacaklılar, önceden İstanbul'da Türk parasıyla aldıkları faizleri, Londra'da İngiliz parasıyla almaya başlamışlar. Böylece 'kur farkı' ile çok önemli kazançlar elde etmişler, bu da Türkiye'nin soyulması anlamına geliyormuş.
Lozan Baş delegesi İsmet Paşa ve tabii ki arkasında Atatürk'le birlikte, o yıllarda Türkiye'nin tüm bütçesinin yüzde 60'ı kadar bir borç anlamına gelen 'Senetler' konusunu çözmek için çok direnmişler.
İsmet Paşa, Lozan görüşmeleri sırasında 'Borcumuzu bilelim, bu konuda anlaşalım' diye bastırmış. Fransızlar ise, 'Konuyu Lozan'da çözmeyelim, siz alacaklılarla konuşun' diye ısrar edip, Türkiye'yi şirketlerin kucağına atmaya çalışıyormuş.
Neyse ki Lozan'da bu konu çözüme ulaştırıldı ve ülke için harcanacak paralar, kur ve faiz olarak Avrupalı bankerlerin kasasına girmedi. Bunu Lozan'da Türkiye'yi temsil eden İsmet Paşa ve ona Ankara'dan her türlü desteği sağlayan Atatürk yaptı.
Aradan bir asırdan fazla süre geçtikten bu 'Kur farkı' meselesi, bu defa da 'garantili geçiş' ihaleleri ile Türk halkının karşısına çıktı.
Yapılan büyük köprüler ve otoyollara, dövizle ve bol keseden verilen geçiş garantileri, şimdi Türk halkının belini büküyor. Çünkü sözleşmeleri imzalayanlar, bol keseden sayılar verip, ülkenin geleceğini ipotek altına almaktan kaçınmıyorlar. Başka türlü, günde 4-5 bin aracın ancak geçtiği Çanakkale Boğazı için yapılan köprüye güde 40 bin araç garantisi verilir mi? Aynı şey, Kütahya Zafer havaalanı için de geçerli.
xxx
Lozan'da Türkiye'yi, geçmişte imzalanan bazı sözleşmelerin kur farkı ile boyunduruk haline gelen bu 'Senet belası'ndan Atatürk ve İsmet Paşa kurtarmıştı.
Bakalım şimdi bizi bu 'geçiş garantili köprü-otoyol-havaalanı' boyunduruğundan kimler kurtaracak.
Tarih tekerrür eder diye boşuna dememişler; tam 100 yıl sonra, farklı isimlerle de olsa, aynı sorunlarla yine karşı karşıya kalıyoruz ve hatalı politikaların ceremesini her zaman fakir halk çekiyor.